Milli Eğitim Bakanlığının, ulusal tarih müfredatında “Orta Asya” terimi yerine “Türkistan” terimini kullanma kararı içeride çok fazla dikkat çekmemiş olsa da uluslararası alanda tarihçiler ve eğitimcilerin yanısıra jeostrateji uzmanlarının da ilgisini uyandırdı.
ABD'de yayımlanan The Diplomat'taki "The Power of Names: Turkey’s Shift From Central Asia to Turkestan" (Adların gücü: Türkiye'nin Orta Asya'dan Türkistan'a kayışı") başlıklı makalesinde konuyu tartışmaya açan Mehmet Fatih Öztarsu, "yeni adlandırmanın, çeşitli yorumculardan hem destek hem eleştiri aldı[ğını] ve Türkiye'nin bölgedeki rolünü yeniden tanımlama niyetlerine ilişkin sorular[ı] gündeme getirdi[ğini]" değerlendiriyor..
Rusya'nın bölgedeki nüfuzunun azalmasıyla ilgili mi?
Öztarsu, "Türkistan" terimi yeni olmamakla ve uzun bir tarihi mirasa sahip olmakla birlikte, kimilerinin son gelişmelerin yeni bir bölgeciliğe doğru bir kaymayı önerdiğini savun[duğunu]" gözlemliyor.
Ona göre, "Rusya'nın etkisinin Ukrayna savaşı nedeniyle zayıflaması ve Çin'in varlığının Kuşak ve Yol Girişimi dolayısıyla güçlenmesi dolayısıyla bu girişim süre giden jeopolitik değişimler arasında dikkate değer bir önem kazanıyor."
Milli Eğitim Bakanlığı ne yaptı?
TRT'nin Orta Asya'daki Türkî devletler halklarına yönelik Radyo-TV kanalı TRT Avaz'ın internet sitesinde yer alan 9 Ekim tarihli habere göre, konu Milli Eğitim Bakanlığının (MEB), 2024-2025 eğitim-öğretim yılında okul öncesi, ilkokul 1, ortaokul 5, lise hazırlık ve 9'uncu sınıf düzeyinde uygulanacak "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'ne ilişkin genelge"de gündeme getirilmişti.
TRT Avaz, "MEB['nin], yeni müfredatta 'tarih' eğitiminde köklü değişiklik başlığıyla terim ve kavramların aslına uygun bir şekilde kullanımını paylaştı[ğını]" duyurduğu haberi esasen tarihe politik ve ideolojik bir "revizyon" çerçevesinde yeni bir yaklaşım yapılmakta olduğunu yansıtıyordu.
"Programlarda anakronik ve bilimsel hata barındıran terim ve kavramların kullanımından vazgeçildi. Bu bağlamda "Orta Asya" yerine "Türkistan", "Tehcir Kanunu" yerine "Sevk ve İskan Kanunu" gibi terim ve kavramlara programlarda yer verildi."
Haberde, görüşlerine yer verilen Tarihçi Prof. Dr. Ahmet Taşağıl ve Tarihçi Doç. Dr. Ramin Sadık MEB'in Orta Asya ve Türkistan sözcüklerinin tarihine ilişkin bu kararını,TRT Haber'den Ayşe Şimşek'e şöyle değerlendirmişlerdi:
"Her kavramın kendi anlamında olması gelecek nesillerin zihinlerinin Türklük bilincinde, milli bilinçte ve vatanseverlik duygusuyla yetişmesinde, tarihimize atıf yapılmasında önemli bir husus.
"Türkistan" derken...
The Diplomat'taki makalesinde bu değişikliği irdeleyen Öztarsu şu gözlemi paylaşıyor:
"Türkistan" terimi tarihsel olarak önemlidir. Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Çin'in Sincan bölgesi de dahil olmak üzere günümüz Orta Asya'sının bazı kısımlarını kapsayan, Türk halklarının yaşadığı coğrafi bölgeyi ifade eder. 19. yüzyılda Rus işgalinden önce yaygın olarak kullanılan "Türkistan" giderek gözden düştü ve yerini daha tarafsız bir terim olan "Orta Asya" aldı. Bu değişim, coğrafyacı Alexander von Humboldt'un 1843'te bu terimi ilk kez kullanmasıyla başladı. Yaygınlaşması, jeopolitiğin kurucularından biri olan Alfred Thayer Mahan'ın araştırmalarıyla ivme kazanan ve daha sonra Batılı ülkeler tarafından benimsenen "Orta Doğu" veya "Yakın Doğu" gibi terimlerin benimsenmesini yansıtıyor.
Sovyetler Birliği'nin ilk günlerinde, şu anda Orta Asya olan bölge, 1918'de kurulan Türkistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti tarafından yönetiliyordu. Bu özerk yapı, Sovyet liderliği tarafından bölgedeki etnik grupları birleştirmek ve sosyalist ideolojiyi yaymak için tasarlanmıştı. Bölgenin Sovyet hakimiyetinin ilk aşamasını oluşturan bu dönemde bu terimin kullanılması, orada yaşayan halkların sempatisini kazanmayı da amaçlıyordu.
Sovyetler Birliği, 1920'lerde milliyetler politikasının bir parçası olarak Türkistan'ı böldü ve Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen ve Tacik Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri'ni kurdu. Bu, "Türkistan" adını etkili bir şekilde ortadan kaldırdı ve bölgenin etnik bölünmelerini vurgulayarak Sovyetlerin merkezi kontrolünü güçlendirdi. Sonraki yıllarda Latin alfabesinin kullanımı yasaklandı ve Kiril alfabesi ve Rus dili dayatıldı. Sovyetler, "Orta Asya" terimini benimseyerek bölgenin Türk etnik ve tarihi birliğini daha da küçümsedi.
Bugün, Türkiye ve Türk cumhuriyetleri, bu tarihi parçalanmaya bir yanıt olarak "Türk Dünyası" kavramını benimsiyor.
Türkiye'nin yeni bölgecilik ve pantürkizm tartışmaları
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından bu yana Türkiye için "Türkistan" teriminin, "Türkçe konuşan halklarla yeniden bağ kurma ve ortak bir tarihi ve kültürel bilinci canlandırma arzusunu yansıttığı" doğrultusundaki resmi görüşü kaydeden Öztarsu,"bu vizyon[unu], 'Türk Dünyası' kavramıyla birlikte, 1990'ların başından beri hem devlet hem de halk tarafından benimsenmiştir. Türkiye, ekonomik ve politik bağları güçlendirmek için ortak kültürün birleştirici gücünden yararlanarak bölgede eşit şartlarda ortaklıklar kurmayı hedefle[diğini]" hatırlatıyor.
"Müfredat değişikliği Türk Devletleri Örgütü (OTS) hedefleriyle uyumlu"
Bu bağlamda "Yeni Türk bölgeciliği" doğrultusunda kurulan Türkçe Konuşan Ülkeler Parlamenter Meclisi, Uluslararası Türk Kültürü Örgütü, Uluslararası Türk Akademisi, Türk Kültür ve Miras Vakfı, Türk İş Konseyi, Türk Üniversite Birliği ve Türk Ticaret ve Sanayi Odası gibi kurumlar ve Türk Devletleri Örgütü'nün (OTS) oluşturduğu ağa dikkat çeken Öztarsu."Türkiye'nin müfredat değişikliği[nin] Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Azerbaycan'ın da üye olduğu OTS'nin hedefleriyle uyumlu" olduğunu saptıyor:
"OTS, ortak tarihler, coğrafi çerçeveler ve artık ortak bir alfabe oluşturmak için ortak girişimler de dahil olmak üzere ortak eğitim ve kültür politikaları oluşturma yönünde önemli adımlar atmıştır. Bu çabalar, Türkiye'nin Türk dünyasındaki artan yumuşak gücünün ve etkisinin sembolü olarak görülmektedir."
Stratejik bir hamle: Latin alfabesini teşvik
Öztarsu'nun değerlendirmesine göre, "Müfredat değişikliğinden önceki önemli bir gelişme, OTS'nin dilsel birleşmeye doğru önemli bir adım olan Latin tabanlı ortak bir Türk alfabesinin benimsenmesi duyurusuydu.
"Türkiye, Latin alfabesini teşvik ederek ve "Türkistan" terimini yeniden tanıtarak stratejik bir jeopolitik hamle yapmaktadır. Bu girişim, Orta Asya'daki etkisini genişletmeyi amaçlayan Türkiye'nin dış politikasında bir değişimi temsil etmektedir. Ayrıca, Pan-Türkist entelektüel İsmail Gaspıralı'nın "dil, iş ve fikirlerde birlik" sloganıyla uyumlu olduğu ve daha fazla Türk dayanışması vizyonunu güçlendirdiği düşünülmektedir."
Rusya'nın "pantürkizm" kuşkuculuğu
Öztarsu'nun saptamasına göre, "Bu gelişmeler ışığında, çeşitli ülkeler Türkiye'nin pan-Türk bir politika izleyip izlemediğini sorgulamaktadır. Özellikle Rusya, Türkiye'nin motivasyonlarına şüpheyle yaklaşmaktadır. Bu ay, ABD Helsinki Komisyonu personeli, Türkiye'nin Rusya'ya alternatif bir güç olarak görülmesi gerektiğini savunan 'Rusya ile Mücadele: Uzun Vadeli Rus Tehdidine Hazırlık' başlıklı bir rapor yayınladı. Bu amaçla, rapor ABD'nin Türkiye'nin Pan-Türk girişimlerine destek sunması gerektiğini önerdi.
Türkiye, amacının bölgedeki Türkçe konuşan halklarla birlik olduğunu iddia etse de, "Türkistan" teriminin dezavantajları vardır. Örneğin, terimin bölgede yaşayan Tacikler ve diğer etnik grupları nasıl hesaba katacağı şimdilik belirsizliğini korumaktadır. Ayrıca, bölgedeki diğer aktörlerin bu konuya yaklaşımı da önümüzdeki dönemde daha netleşecektir.
Bu hareketin, özellikle Türkiye'nin Rusya, İran ve Çin ile ilişkileri açısından önemli jeopolitik etkileri olması bekleniyor. Rusya, Orta Asya'yı tarihsel olarak etki alanının bir parçası olarak gördü ve bölgeyi "yakın dış politika"sının ayrılmaz bir parçası olarak görmeye devam ediyor. Bu arada Çin, özellikle Türkçe konuşan Uygurların yurdu olan Sincan'da bölgede önemli ekonomik ve politik nüfuza sahip. Türkiye'nin "Türkistan" terimini benimsemesi, bölgedeki etkilerini dengeleme çabası olarak görülebileceği için Moskova, Tahran ve Pekin'de endişelere yol açabilir.
Bu dinamiğin bir örneği, 12 Ekim'de Türkmenistan'da düzenlenen Aşkabat Forumu'dur. Bazı gözlemciler, Rusya ve İran'ın Türkmenistan'a olan ani ve artan ilgisinin, Türkiye'nin bölgedeki angajmanına doğrudan bir yanıt olduğunu öne sürüyor. Ek olarak, bazı analistler Türkiye'nin BRICS içindeki istekleri göz önüne alındığında böyle bir girişimin tedbirsiz olabileceğini ileri sürüyorlar.
Tarih müfredatı bölge jeopolitiğine müdahalenin bir kaldıracı
Makale, "Sonuç olarak, Türkiye bölgedeki yeni jeopolitik gerçekliği şekillendirme niyetini işaret ediyor." diyor.
"Devam eden Rusya-Ukrayna savaşı ve Çin'in kapsamlı ekonomik projeleri arasında, Türkiye küresel sahnede varlığını göstermeye çalışıyor. Bu girişim, Kazakistan ve Özbekistan gibi ülkelerin Rusya'dan giderek uzaklaştığı ve Türk dünyasıyla daha yakın bağlar aradığı Orta Asya'daki daha geniş bir eğilimle örtüşüyor. Türkiye, bölgenin önde gelen kültürel ve politik ortağı olarak konumlanarak, Orta Asya'nın geleceğini şekillendirmedeki rolünü artırmaya hazır."
(AEK)