Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 27 Eylül Perşembe günü Birleşmiş Milletler 73. Genel Kurul görüşmeleri için bulunduğu New York'ta Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) tarafından düzenlenen 9. Türkiye Yatırım Konferansı’nda uluslararası yatırım şirketi McKinsey ile anlaşıldığını duyurmasının ardından son bir haftadır ülkenin ana gündem maddelerinden biri McKinsey oldu.
Peki, nedir McKinsey? McKinsey ile anlaşmaya varılmasının sokaktaki vatandaşa, eğitim, sağlık gibi hizmetlere etkisi ne olacak? McKinsey’in IMF’den farkı ne, bu anlaşma Türkiye’nin ekonomik krize girdiğinin göstergesi mi?
Mersin Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi’nden Doç Dr. Metin Altıok’la konuştuk…
“Borç veren sermaye garanti ister”
McKinsey nedir? Türkiye’nin bu denetleme şirketiyle anlaşması ne anlama geliyor?
McKinsey, uluslararası finans kurumları ve çevreleri için borç verilebilir ülkeler ve şirketlerin mali durumlarını inceleyen ve denetleyen ABD menşeili bir uluslararası denetim şirketidir.
Bilindiği üzere finans sermaye borç verirken ya da yatırım yaparken ana-para ve faizin sorunsuz bir şekilde geri dönebileceğinden emin olmak ister.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bu denetim şirketi ile anlaşmaya gitmesi de bu çerçevede değerlendirilebilir.
McKinsey şirketi ile anlaşmaya gidilmesi Türkiye ekonomisinin gereksinim duyduğu dış kaynağı uluslararası finans çevrelerinden bulabilmek için tıpkı daha önceki dönemlerde IMF’nin ya da kredi derecelendirme kuruluşlarının (Fitch, Standart and Poors, Moody’s vs.) yaptığı gibi uluslararası sermayeye bir ülkeye ve ekonomiye yatırım yapılabilir ve borç verilebilir olmanın gerektiği güvenirliliği gösteren uluslararası bir denetim firmasından geçtiğini göstermesi anlamına gelmektedir.
Bütçe denetimi
Bütçenin denetlenmesi için McKinsey’le anlaşılıyorsa Sayıştay’ın rolü nedir? Strateji ve Bütçe Başkanlığı neden kuruldu?
Burada söz konusu olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin uluslararası finans piyasalarına açılımını sağlayacak bir garantörlük ve güvenirlilik söz konusu olduğu için McKinsey ile anlaşılmıştır.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti ‘Varlık Fonu’ çerçevesinde uluslararası finans sermayesi ile kaynak arayışı ilişkisine girmeyi kararlaştırdığı günden beri devlet bütçesini ister istemez bu denetim firmasının incelemesine tabi tutmak zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştır.
Varlık Fonu oluşumu ve Yeni Ekonomi Programı ile denetleme yetkisi sınırlandırılmış olsa da Sayıştay bir kamu kurumu olarak TBMM (halk adına) adına hükümetin hazırladığı bütçeyi denetlemeye devam edecektir. Ancak Sayıştay’ın denetim yetkisi tamamen iç denetim biçiminde olacaktır.
Strateji ve Bütçe Dairesi Başkanlığını da 16 icracı bakanlığın ekonomik ve maliye performansını ölçmek, denetimi hızlandırmak ve raporlamak için gerekli verilere çok daha hızlı ve eksiksiz ulaşabilmek amacıyla oluşturmuştur.
IMF’den farkı ne?
IMF ile anlaşmaya varmayıp McKinsey ile anlaşma sağlanmasını nasıl okumalıyız? Farkları neler?
Bilindiği gibi IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelere kapitalist sisteme entegrasyonunu hızlandırmak amacıyla önerdikleri istikrar ve yapısal uyum programları çerçevesinde kredi verme ve borç konsolidasyonuna gitmeyi sağlıyordu.
Özellikle neo liberal politikaların hızlandığı 1980’li yıllardan bu yana IMF bu işlevini layıkıyla yerine getirmekteydi. Ancak geldiğimiz şu aşamada artık sadece ülkelerin dış borç bulma sorunu ya da borçlarını konsolide etme sorunu söz konusu değildir.
Aynı zamanda uluslararası yatırımcıların yatırım yapmasını da teşvik etmek temel amaç olduğundan IMF yerine ülkelerin ekonomik ve maliyet performansını ölçecek ve raporlayacak McKinsey gibi uluslararası denetim şirketleriyle anlaşma yapılmaktadır. Türkiye’de şu dönemde IMF dışında bir dış kaynak girişini ancak uluslararası finans çevrelerinden sağlayabilecek olması nazarı itibariyle McKinsey ile anlaşmaya gitmesine öncülük etmiştir. Dünya finans çevrelerine verilmek istenen mesaj şudur: “Aynı sistemin parçasıyız ve sizinle aynı gemideyiz”.
“İşsizlik, yüksek enflasyon…”
McKinsey’le varılan anlaşmanın çalışanlara, işsizlere, kısacası sokaktaki vatandaşa olası etkileri neler olabilir?
McKinsey’in denetim raporları doğrultusunda Türkiye’nin ihtiyacı olan dış kaynağın yüksek faiz oranlarıyla karşılık bulması, Türkiye ekonomisinin yüksek borç-faiz sarmalına girmesine, ekonomide durgunluğun giderek tüm alanlara yayılmasına, artan işsizliğe, yükselen enflasyona yol açacaktır.
Ayrıca Kamu da tasarruf tedbirleri ve gelir arttırıcı inisiyatifleri devreye sokması eğitim, sağlık, adalet gibi sosyal harcamaların daha da kısılmasına sebep olacaktır. Bu da her geçen gün giderek yükselen borçlanmanın ağır faturasını işçilere, işsizlere kısacası her günü geçim derdiyle geçen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sırtına yüklenerek ödetmeye çalışılacaktır.
“Yüksek maliyetle karşı karşıyayız”
McKinsey anlaşmasının ekonomik maliyeti hakkında ne söyleyebiliriz? Şirketin çok yüksek meblağlar karşılığında iş yaptığı yönünde haberler çıkıyor…
Şirket’in YEP çerçevesinde AKP hükümeti ile ne kadarlık bir maliyet üzerine anlaşma yaptığı yönünde ancak Kasım ayında TBMM’de başlayacak 2019 bütçe görüşmeleri sırasında bilgi sahibi olunacaktır.
Sadece MCKinsey şirketinin 2018 Ocak ayında Lübnan hükümetine verdiği ekonominin yeniden yapılandırılmasına dönük bir ekonomik program hazırlanması hizmeti karşılığında 1.5 milyon dolar ödeme almıştır. Üstelik bu anlaşma 6 aylık bir süreyi kapsamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin 3 yıllık YEP çerçevesinde bir anlaşmaya vardığı düşünülürse yüksek bir maliyet ile karşı karşıya olunduğunu söyleyebiliriz.
“Krizin kabulü”
McKinsey gibi bir şirketle varılan anlaşma ekonomik krizin kabulü anlamına mı geliyor?
Evet, yaşanılan ekonomik krizin kabulü anlamına geliyor. Fakat krizin kabulünden çok ekonomide süregelen bir krizin çözümünü sağlayacak gerekli finans kaynağının bulunması için atılmış bir adım olarak da ele almak doğru bir yaklaşım olabilir.
Türkiye ekonomisi gelinen nokta itibariyle ciddi düzeyde dış borç stoku ve kısa vadeli dış borç ödemesi olan, dolayısıyla bir borç krizinin içinde olan, döviz kuru sürekli yükselen, bu arada enflasyonu hızla yükselirken, ekonomisi resesyona giren, CDS’leri rekor düzeye çıkarken, kredi notu sürekli olarak düşürülen, ülkeye yabancı yatırımcıların gelmekte tereddüt etmeleri, tersine çıkışlarının hızlandığı bir kriz süreci içindedir.
Bu çerçevede Türkiye ekonomisinin gereksinim duyduğu dış kaynak akışı ile ekonomideki durgunluğu, reel sektörde karşı karşıya kalınan birçok iflası, artan işsizliği ve enflasyonu, konut sektörüyle ilgili resesyonu ve çöküşü engelleyeceği düşünülmektedir.
“Kredi kuruluşlarını etkiler”
McKinsey'le anlaşılması, hükümetin sık sık gönderme yaptığı yabancı kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkeye bakışını etkiler mi?
Hükümetin sık sık gönderme yaptığı yabancı kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkeye bakışını tabii ki etkiler.
Fitch, Standart and Poors, Moody’s gibi kredi derecelendirme kuruluşları bir ülkenin makroekonomik verilerine bakarak o ülkede mikro ölçekte yatırım yapacak ya da borç verecek uluslararası finans çevrelerine, özellikle o ülkedeki bankacılık ve finans kesiminde borç alacak özel ve kamu-özel şirketlerine verilecek sendikasyon kredilerinin güvenirliliği konusunda etkinliği ele almaktaydı.
McKinsey gibi uluslararası denetim şirketleri ise bütün bunların yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendisinin de uluslararası finans piyasalarında borç bulabilir ve “Varlık Fonu” üzerinden Türkiye Cumhuriyetinin fon menkullerinin değerlenmesini ve işlem görmesini sağlayacak bir ekonomik ve maliye performansını da ölçmektedir.
Bu da Türkiye Cumhuriyeti hükümetini makroekonomik perspektifte sadece uluslararası finans sermayeye karşı değil diğer devletler nezdinde de güvenirliliğini pekiştirmesine yardımcı olacaktır.
Kısacası TC devletinin uluslararası piyasalarda “marka değeri”nin belirlenmesine hizmet edecektir. Bu durum Türkiye’de “devlet yönetiminin şirketleşmesinde” bir üst noktaya geçişi de göstermektedir. Yani “devletlerin pazarlanması çağı” dediğimiz bu çağda Türkiye Cumhuriyeti devleti de yerini almıştır.
“Damadın etkisi olmaz”
MicKinsey'in Türkiye yöneticisinin, eski bakan Beşir Atalay'ın damadı olmasının dış piyasaların bakışında bir etkisi olur mu?
Hayır. Bunlar tamamen popülist bir bakış açısıyla Türkiye kamuoyunu yanıltmaya yönelik haber ve söylemlerdir. Sistemik olguları kişilere ve kurumlara bağlamak, tıpkı geçmişte anayasa kitapçığı fırlatıldığı için 2001 krizi oldu demek kadar anlamsız olur. Çünkü kapitalist sistemin kendi içsel mantığı sözkonusudur. Bu mantık her daim kendini yüksek “kârlılık” ve “yeniden değerleme” alanları üzerinden kurgulamaktadır. Dolayısıyla uluslararası finans çevrelerinin bakışında daha çok verilecek kredinin ve yapılacak yatırımın geri dönüşünü sağlayacak bu etmenler geçerli olmaktadır.
Nitekim McKinsey Şirketi, özellikle Türkiye ekonomisinde 1980 sonrası krizin çözümünde uygulamaya konulan neo liberal istikrar ve yeniden yapılanma programlarında aktif rol oynamıştır.
Örneğin küreselleşme süreciyle birlikte 1980’lerde uygulamaya konulan liberalizasyon programlarının hazırlanmasında, 1990’ların ortalarındaki özelleştirme sürecinin yönetilmesinde ve 2001 finans krizi sonrası bankacılık sisteminin TMSF nezdinde yeniden yapılandırılmasında ve son olarak da Türkiye Varlık Fonu A.Ş. oluşumunda yer almıştır. (EKN)