Kosova'nın Prizren şehrinde bu sene 14. kez düzenlenen uluslararası belgesel ve kısa film festivali Dokufest'te özel gösterimi yapılan filmlerden biri küratörlüğünü Elif Rongen Kaynakçı'nın yaptığı The Ottoman Project (Osmanlı Projesi) adlı yapımdı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında çekilmiş muhtelif filmlerden oluşan seçki tüm dünyada ilgi görmeye devam ediyor.
30 sene sonra ikimizi tesadüfen buluşturan proje sayesinde Elif'le aşağıdaki söyleşiyi gerçekleştirdik, hem projesi hakkında hem de Türkiye'nin Hollanda'dan son zamanlarda nasıl göründüğüne dair konuştuk…
Prizren, birçok Osmanlı eserini muhafaza etmesi bir yana, İmparatorluk ruhunu Türkiye'deki yerleşim merkezlerinden çok daha canlı şekilde yaşatıyor gibi.
Kosova'da gerginlikler hala bitmiş değil fakat ülkenin ikinci büyük şehri Prizren'deki çeşitli cemaat ve ibadethanelerin varlığı bana güven veriyor.
Bir de Dokufest sırasında kentin bir panayır havasına bürünmesi bana sanki eskiden ancak Ege'deki bir kasabada yaşanabilen sıcaklıktaki bir atmosferi hatırlatıyor.
Mesela senin filminin gösterildiği Bistriça nehrinin üzerinde kurulmuş platform sayesinde eski yazlık sinemaların duygusu içime doldu.
Yoldan geçenlerin de filmlere bakmak üzere nispeten uzaklardaki duvarlara tüneyip etkinliğe katılmalarını heyecan verici buluyorum.
Senin Dokufest izlenimlerin nasıl, filmin yüz sene önce çekildiği yerlerde gösterilmesine özel önem verdiğini biliyorum…
Evet, biz (yani sevgili dostum İsviçreli küratör Mariann Lewinsky ile birlikte) proje hakkında bundan yaklaşık dört sene kadar önce ilk kafa yormaya başladığımızda, 1. Dünya Savaşı’ndan önce çekilmiş görüntülerin genellikle kayıp olduğunu, o şehirlerde oturanların bu görüntülerin varlığından haberdar olmadığını bilerek, biraz da bu filmleri bu noktalara 'geri getirmek' için yola çıktık.
Bir de Osmanlı coğrafyasının karşımıza çıkardığı karışıklıklar var; özellikle Balkanlarda devamlı el değiştirmiş yerler var; yüzyıllarca Osmanlı’ya bağlı yaşadıktan sonra birkaç sene içinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na, oradan İtalya'ya, oradan Yunanistan'a, Sırp krallığına veya kendi bağımsızlığına geçen yerler var.
Bu gibi yerlerde ister istemez mimari doku, konuşulan dil veya demografi vs. değişikliğe uğramış. Onun için bulunabilen en eski hareketli görüntüleri bulup çıkarmak ve göstermek bize heyecan veriyor.
Prizren'deki ortama gelince; festival bu şehir için büyük bir etkinlik ve çok canlı bir katılım var. Sinemanın ilk seneleri üstünde çalışan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, bundan 100 sene önce sinema henüz bir yenilikti; her şeyden önce bir eğlence tarzıydı ama mesela bizim bugün televizyondan veya internetten bilgi edinmemiz gibi, insanların dünyada olanlardan haberdar olmalarını da sağlayan bir iletişim aracıydı da aynı zamanda.
İnsanlar aynı burada olduğu gibi, sokakta, rahatça ilişki kuruyorlardı görüntülerle; sinemaya gitmek ucuzdu, yaş vs. gibi ayırımlar yoktu, birkaç kuruş verip biraz zaman geçirmek isteyen herkes panayırda bir çadıra girip, yiyip içerek, bağırıp çağırarak film izleyebiliyordu. Buradaki hava da biraz bunu çağrıştırıyor.
Buraya gelmeden önce, böyle nehir üstünde ve bir sürü küçük tarihi cami arasında bir mekanda filmleri göstereceğimizi bilmiyordum. Tabii böyle bir manzara filmlerimize çok uydu. Hatta keşke tesadüf etseydi de gösterim sırasında ezan okunsaydı; zira ezan sesleri her minareden ayrı ayrı gelip yankılanıyor.
Görüntülerimiz arasında da ara sıra, örneğin Trablusgarp'ta, Makedonya'da vs. müezzin görünüyor; bu filmleri çeken Avrupalılar genellikle ilginç buldukları için çekmişler, ama maalesef o dönemin filmleri sessiz olduğu için bir şey duyamıyoruz tabii.
Osmanlı Projesini dünyanın çeşitli yerlerinde gösterdin, aldığın tepkiler neler oldu?
Genellikle çok ilgi var; örneğin Londra'daki gösterimin biletleri günler öncesinden internetten satılarak tükendi. Şunu görüyorum; aslında her ülkeden çeşitli nedenlerle bu konuyla ilgilenen, çok bilgili insanlar var. Mesela İngilizler özellikle de Çanakkale Savaşı hakkında çok bilgililer.
Başka yerlerde göçmenler hakkında, trenler hakkında veya 1. Dünya Savaşı’ndaki ordular hakkında çok bilgili insanlar var. Bu kişiler olabildiğince çok hareketli görüntü izlemeyi önemsiyorlar.
Bir de elbette kendisi veya ailesi göç etmiş olanlar var; bu şekilde mesela ailesi Bosna'dan, Arnavutluk'tan Batı Avrupa'ya göç etmiş izleyicilerimiz, dedelerinin yaşadıkları yerleri görmeye geliyorlar.
Bir de örneğin İskandinav ülkelerinde Arap film festivalleri bize ilgi gösterdi. Orada da genellikle göçmenlerin organize ettiği festivaller bunlar. Buralarda canlı müzik de o kültürlerden gelen müzisyenler tarafından yapılabiliyor. Seyredenlerin çok duygulandığını görüyoruz.
Projeyi götürdüğün yere göre uyarladığını söyledin, anlatır mısın?
Evet, bu önemli bir ayrıntı bence. Birincisi, elimizde bir kerede gösterebileceğimizden daha çok film var, yani bir seçim yapmak şart. Bunu yaparken, küratörlerimizden biri filme eşlik etmek üzere canlı olarak anlatacağı için de, filmlerin sıralamasını anlatacağı konu başlıklarına göre düzenliyor. Yani filmleri sıralarken kendimize göre bir 'narrative' oluşturmuş oluyoruz.
Bu bazen tamamen kronolojik sıralama olabilir mesela, ama başka bir sefere de başka görsel verilere dayanabilir; mesela diyebiliriz ki "cami avlusundaki güvercinleri gösteren 3 filmimizi arka arkaya gösterelim". Ama başka bir yerde de zaman el vermediği için "madem böyle üç filmimiz var, sadece bir tanesini göstermekle yetinelim" diyebiliriz.
Seçimi yaparken bizi davet eden etkinliğe de biraz seçme hakkı veriyoruz. Örneğin ben Prizren programını hazırlarken, programı fazla uzatmamak için Belgrad filmini göstermemeyi önerdim, zaten bu film 1921'den olduğu için tarih olarak da diğerlerine göre daha geçti.
Ancak Dokufest programcıları Balkanlar'a yoğunlaşmamızı tercih ettiklerinden son seçkide yine de gösterdim. Aslında bu programda 1899-1925 aralığındaki filmler olabiliyor ama bazı programlar mesela sadece 1914'e kadar geldi; yani 1. Dünya Savaşından önceki Osmanlı'ya yoğunlaşmak tercih edildi.
Bir de programların içinde bazı dengeleri gözetmeye çalışıyoruz; örneğin dikkat ettiysen bazı filmler o zamanın teknikleriyle renklendirilmiş, diğerleri siyah beyaz; sonra bazı filmler Fransızlar, diğerleri Almanlar tarafından yapılmış, bunları da hesaba katıyoruz programı seçerken, yani farklı tarzlardan, farklı yaklaşımlardan örnekler olsun, birbirini dengelesin diye düşünüyoruz.
Sunumda da belirttiğim gibi bu bir 'arşivci' programı; biz elimizdeki filmleri neredeyse 'bulduğumuz şekilde' gösteriyoruz. Bazen filmler bize gelmeden birbirine eklenmiş, yazıları değiştirilmiş vs. olabilir, bu 'hataları' da olduğu gibi paylaşıyoruz seyirciyle.
Çünkü seyirci aslında bu görüntülerin bir kısmına aşina, ama belgeselciler onlara bu görüntüleri 'hazır lokma' şeklinde sunuyor. Mesela 3-4 dakika süren bir filmden sadece en önemli buldukları 15 saniyeyi katıyorlar montajlarına, arkadaki ses de görüntüdeki kişinin adını söylüyor veya olayı yorumluyor.
Oysa bizim programımız bir tur 'sources' (kaynaklar) programı. 'Görüntüler böyle, tamamını seyredin ve çıkarımı kendiniz yapın' demeye getiriyoruz. 'Bu görüntüleri defalarca seyretmemize rağmen bizim de hala anlayamadığımız, emin olamadığımız ayrıntılar var' diyoruz, bunlara dikkat çekiyoruz.
Saraybosna'da Türk Pazarı adlı bölüm
Osmanlı Projesi statik bir proje değil ve yakında yeni görüntülerle İstanbul'un dahil olduğu yeni bir tura başlayacaksın, değil mi?
Evet başlangıcından beri (ilk gösterimimiz 2014 temmuz ayında İtalya'da yapıldı) amaçlarımızdan biri de yeni görüntülere ulaşmak, bunları da paylaşmak.
Şuna inanıyoruz, bu görüntüler aslında çesitli arşivlerde var (hatta şunu da hemen belirteyim, bu bizim kullandığımız görüntülerin eşi benzeri yoktur gibi bir iddiamız kesinlikle yok.
Zira bunlar o zamanlarda yüzlerce belki binlerce kopyayla dünyaya satılıp sinema salonlarında gösterilmiş görüntüler), ancak ne kadarı restore edilmiş, ne oldukları ne kadar anlaşılmış, bu görüntülere sahip çıkan var mı? Örneğin son senelerde SARAJEVO filmimiz büyük ilgi görüyor, zira bütün dünyada çeşitli TV kanalları 1. Dünya Savaşı’nın başlangıç noktası olduğu için bu savaş öncesi Sarajevo sokak görüntülerinden alıntılar yapıyorlar.
Ancak daha hiç kimse bize sormadı, 1912'deki Kumanova Muharebesi’nin görüntüleri de var mı diye. Zaten arayan olsa da bunu Hollanda ulusal film arşivinde aramak kimsenin aklına gelmez sanırım. İşte tam da bu yüzden biz bu görüntüleri gösterme ihtiyacını hissediyoruz.
Gerçekten de proje üstünde düşündükçe başka arşivlerde de ortaya çıkan, hatta elimizde olmasına rağmen ilk aşamada kullanmadığımız ancak zamanla manasını kavrayarak dahil ettiğimiz görüntüler oldu programa.
Mesela şöyle: Osmanlı coğrafyasını sorguluyoruz, bu coğrafyanın en geniş olduğu anı temel alarak her yerden görüntüler bulmaya çalışıyoruz. Ama mesela hala daha Kırım'ı, eski adı Hacıbey olan Odessa'yı gösteren bir filmimiz yok programda. Başka bir örnek, 1923'te yapılan Lozan Antlaşması’nı gösteren bir haber parçasına bile rastlamadık hala. Nasıl oluyor da Avrupalılar savaşı görüntülemek için kameramanlarını doğu cephelerine gönderiyorlar, ama yanı başlarındaki bir anlaşma hakkında haber görüntüsü çekmiyorlar?
Veya acaba gerçekten de 1895'den başlayarak dünyanın her tarafını görüntülemeye çok meraklı olan Fransızlar 1920-1921'deki Kilikya kampanyası sırasında Antep'in, Antakya'nın vs. filmlerini çekmemiş olabilirler mi? Yoksa biz mi bugüne kadar yanlış yerlerde, yanlış şekilde mi aradık?
İşte bu gibi sorulara odaklanarak geçtiğimiz sene içinde bazı yeni görüntülere ulaştık, bunları da aralık ayından itibaren göstermeyi planlıyoruz. Yani bu sene aralık ayında ikincisi yapılacak İstanbul Sessiz Sinema Günleri’nde, projeye geçen sene bıraktığımız yerden devam edeceğiz.
Yalnız şunu da hemen söyleyeyim, bizim görüntüleri bulup izlememiz bunları hemen elde edip seyircilerle paylaşabildiğimiz anlamına da gelmiyor. Şu sırada birkaç arşiv ile görüntülerini kullanabilmek için konuşuyoruz.
Uzun yıllardan beri Hollanda'da yaşıyorsun, şu anda oradan Türkiye nasıl görünüyor?
Ben gideli 20 seneden fazla oldu. Bu zaman zarfında birçok şey çok değişti; bundan 4-5 sene öncesine kadar değişimler olumlu görünüyordu. Türkiye en azından Hollandalılar tarafından çok olumlu görülmeye başlanmıştı, özellikle de Avrupa'da ekonomik kriz varken Türkiye'nin durumu iyi görülüyordu.
Eskiden olan bazı tabuların yıkılmasına seviniyorum. İstanbul'da gençlerin bugün eskiye oranla daha özgür ve çok daha geniş imkanlarla, dünyayı birebir takip ederek yaşadığını görmek beni sevindiriyor.
Ancak şunu da söylemek gerek ki son iki yıldır, Türkiye Hollandalıların gözündeki bu uzun vadeli kazanımlarını yerle bir etti. Ülkeyi yönetenlerin Twitter'ı yasaklamak gibi uygulamaları Türkiye'yi alay konusu yaptı. Bence şu anda Hollandalılar Türkiye'ye nasıl bakacaklarından emin değiller; yani Türkiye Avrupa'nın yanında mı yoksa karşısında mı duruyor, ortak bir tarihimiz var mı, orada bizi ilgilendirecek bir kültür var mı, vs. gibi sorulara cevap bulamadıklarını sanıyorum.
Ayrıca şu anda da aynı eskiden olduğu gibi terör eylemleri nedeniyle Türkiye'ye gitmekten çekinmeye başladılar. Bence bir Hollandalı Türkiye'yi olsa olsa Nuri Bilge Ceylan filmlerinden, Orhan Pamuk ve Elif Şafak kitaplarından, Fenerbahçe ve Galatasaray'da oynayan Hollandalı futbolcuların magazin haberlerinden, Türk komşu veya iş arkadaşlarından, her köşe başında yiyebildikleri, içine sarımsak sosu sıkılan lahmacunlardan, turizm tanıtım filmlerinden ve kendi gittikleri 'her şey dahil' Alanya veya Kuşadası'ndaki tatil köylerinin içindeki tatillerinden damıtılmış bir kültür olarak algılayabilir.
Kimbilir belki de bu yüzden, Osmanlı projesini şu ana kadar sekiz ülkede gösterdik, ama henüz Hollandalı seyirciye gösterebilmek mümkün olmadı, çünkü daha hiçbir Hollandalı etkinlik veya festival programcısı bu projeyi ilginç bulmadı! (MT/YY)