Bu bakış açısı yeni değil. Daha önce de Başbakan Olof Palme'nin 1986'da bir suikasta kurban gidişine bu bakış açısıyla yaklaşılmıştı. Palme ve Lindh cinayetleri arasında çok açık bir sembolik paralellik görülüyor. Palme de, eşiyle birlikte korumasız şekilde Stockholm'deki bir sinemadan evine dönerken öldürülmüştü.
O zaman da, şimdi olduğu gibi, üst düzey bir politikacı halkın arasına girmiş, ve bir cinayete kurban gitmişti. Ancak, Olof Palme cinayeti bir süre sonra bir istisna, kırk yılda bir olabilecek bir delilik anı olarak görülmeye başlandı. Bu cinayete, Palme'nin tartışmalı konularda savunduğu güçlü fikirler neden olmuş olmalıydı.
Bugün, Anna Lindh'in ölümünün ardından, İsveç tekrar en başa dünmüş görünüyor. Konuşulanlara bakılırsa, genel görüş şu ki, politikacıların özgürce seçmenle kaynaşabildiği dönemin sonuna gelindi. Sadece başbakanın özel polis korumasının bulunması, İsveç halkı ve onların temsilcileri arasındaki eşitliğin sembolüydü.
Anna Lindh cinayetinde siyasal ve sosyal eşitliliğe dair bir bakış açısı var. Lindh'in, ortaya koyduğu konuları samimiyetle savunmak ve bu konuları açıklıkla tartışabilmek gibi, bugün çok az politikacıda olan bir yeteneği vardı. Sıradışı bir zekaya sahipti, becerikliydi, iyi eğitimliydi ve karakterinde kesinlikle küstahlık yoktu. Hep toplumdaki herhangi bir birey olduğunu vurgulardı. Doğduğu yer olan Stokholm'ün güneyindeki Nyköping'de, insanlar onu alışveriş yaparken, iki küçük oğluyla yürüyüş yaparken, ya da trenle Stokholm'e giderken görmeye alışmışlardı.
Lindh, bu haftasonu yapılan Euro'ya geçiş referandumunda "evet" oyu için yürütülen kampanyanın başını çekiyordu. İsveç'in Euro para birimine geçişi hakkında hükümet bakanları görüş ayrılığı içindeydi. Önde gelen ekonomistler de Euro'ya geçmenin avantajları ve dezavantajları konusunda farklı fikirler beyan ediyorlardı. Anna Lindh'in dürüst imajı ve rahatlığı Euro taraftarları için bulunmaz bir değerdi.
Birçok İsveçli tarafından kendini beğenmiş olarak görülen, ve ya nefret edilen ya da hayranlık duyulan Olof Palme'nin tersine, Lindh, politik görüşü ne olursa olsun herkes tarafından sevilen ve taktir edilen birisiydi. Birçok kez Başbakan Göran Persson'un varisi olarak gösterilmesi önemine önem katmıştı. Sosyal Demokrat Parti içindeki derin görüş ayrılıklarının üstesinden gelebilecek tek kişi olarak görülüyordu. Parti içinde, çoğunlukla Avrupa Birliği ile ilgili konularda görüş ayrılıkları yaşanıyordu.
İsveç'teki otoritelerin, Palme cinayetini çözememeleri birçok komplo teorisini de beraberinde getirdi. Bu teorilerin çoğuna gore, Palme cinayeti siyasi bir cinayetti. Şu anda, Anna Lindh'in katilinin bulunup bulunamayacağını henüz bilemiyoruz. Ancak bu cinayette durum farklı. Lindh, güvenlik kameralarıyla dolu kalabalık bir yerde bıçaklandı. Bu da, cinayetin, akli dengesi bozuk bir kişi tarafından işlendiğini gösteriyor. Komplo teorileri bu kez hiç gerçekçi değil.
Ancak, Palme cinayetinde olduğu gibi, Lindh cinayetinin de, kişisel trajediden daha derin boyutları var. Onun güvenilir ve Euro taraftarı bir kişi olarak önemi, İsveç'in AB ile henüz çözümlenememiş önemli konularla ilişkilendirilebilir. Bunlar da, Sosyal Demokratların 1930'larda kurdukları, bir zamanların ünlü "İsveç modeli"nden kaynaklanan belirsizlikleri yansıtıyor.
1994'de İsveç'te Avrupa Birliği (AB) üyeliği hakkında yapılan referandumda olduğu gibi, Euro için "evet" oyunu savunanların en önemli silahı maddi konulardı. Bu kişiler, 1994'te, eğer AB dışında kalınırsa İsveç'in ekonomik avantajlarını kaybedeceğini savundular. Sınırları olmayan bir Avrupa kurmanın daha geniş nedenleri İsveç'teki tartışmalarda hiç yer almadı.
Sosyal Demokratlar, 1990'ların başında, AB üyeliği konusunda bir U-dönüşü yaptılar. O zamana kadar, Avrupa kıtası ekonomik bir yük olarak görülüyordu. Daha yakın ilişkiler, uygar değerlerin vücut bulduğu ülke olma çabası içindeki bu Protestan ülkeye fazla bir şey ifade etmiyordu.
Savaş sonrası İsveç'in kalkınma modelinin babası, Başbakan Tage Erlander, Avrupa'yı gerici ve Katoliklerden oluşmuş bir kıta olarak görüyordu. Genel görüşe göre, İsveç hem sosyal hem ekonomik olarak Avrupa'dan o kadar daha öndeydi ki, Avrupa ile işbirliği İsveçlileri hiç ilgilendirmiyordu. Onun yerine, Üçüncü Dünya ile dayanışma, ve gelişmekte olan ülkelerin sömürülmekten kurtarılması, İsveç'in temel dışişleri politikasını oluşturdu.
Bu politika, Palme'li yıllarda en etkin dönemindeydi. Avrupa tartışmaları öyle bir havada sürdürülmüştü ki, İsveç sanki sadece ticari ortaklarını değil, coğrafik ve kültürel olarak nereye ait olacağını da seçme şansına sahipti.
Dünyadaki en özgür ülke olduğunu düşünmek, İsveç modelinin ayrılmaz bir parçasıydı. İsveçli aydınlar, geleneklerin zincirinden kurtulmuş bir şekilde artık manevi olarak kendilerini üstün hissedebilirlerdi. Başarılarında milliyetçilikten vazgeçmek önemli rol oynuyordu. Ancak mantığa aykırı şekilde, durumlarının psikolojik etkisi geleneksel milliyetçiliğin etkisiyle aynıydı: İsveçli aydınlar ülkelerinin itibarıyla gurur duyabilirlerdi.
Bu "ters milliyetçilik" şimdi geri döndü ve İsveç'in yakasına yapıştı. 1994'teki AB reformunun tersine, Euro'ya geçişe karşı çıkanlar, "evet"çilerin, İsveç'in siyasi ve iş dünyası yapısını bozanları temsil ettiği fikri destek kazandı.
Gerçek Palme geleneğine göre, Anna Lindh, Avrupa sahnesinde uluslararası insan haklarının önde gelen savunucularındandı. Ama kozmopolit ilericilik ve İsveç'in Avrupa hakkındaki kuruntuları arasındaki uçurum arasında bir köprü kurma çabaları güçlü bir dirençle karşılaştı.
Önde gelen bir işadamıyla birlikte Euro yanlısı bir yazı yazdığı için sert biçimde eleştirildi. Radikal Euro karşıtları tarafından hem sınıfına hem de ulusuna ihanet etmekle suçlandı. Lindh'in katilinin cinayet nedeni bunlarla hiç bağlantılı olmayabilir.
Ancak bu tarz nevrotik ve hassas açıklamalar şüphesiz İsveç politik hayatını zehirledi. Anna Lindh'in yerine geçebilecek başka bir siyasi köprüsü bulunmayan İsveç'i tarih yakalamış görünüyor.
Referandumun sonucu ne olursa olsun, İsveçliler sonunda, önemli günlük siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların artık ulusal düzeyde çözülemeyeceği gerçeğiyle karşı karşıya kaldılar.(AR/EA/NM)
* İsveçli gazeteci Arene Ruth'un yazısı 14 Eylül 2003 günü London Observer!da yayımlandı.