“Masallar, İnsanlar, Bir de Türküler”, sahnesi cezaevleri, izleyicisi mahkûmlar olan bir tiyatro grubu.
Türkiye’deki tüm cezaevlerinde gösterim yapabilmeyi amaçlayan grubun İzmir Şakran cezaevindeki oyununa konuk oldum.
Cezaevinde yapılan bu etkinliği İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun cezaevleri yönetiminden aldığı izinle, tiyatronun davetlisi olarak 7 Nisan'da Şakran Cezaevinde seyrettim. Oyun, İstanbul Devlet Tiyatrosunun, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü ile hazırladığı ortak sorumluluk projesi...
Sait Faik Abasıyanık’ın öykülerinden derlenen oyunun yönetmeni Gürol Tonbul.
Turgay Tanülkü, Soner Akçay, İsmet Ege Tonbul, Bahri Öztürk ve türküleriyle oyuna destek veren Aşık İrfan Erdağı’dan oluşan ekip bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji koyuyorlar sahneye.
Gösterim başlamadan önce oyunun konusunu ve çıkış noktasını şu şekilde anlatıyor yönetmen Tonbul: “Projenin çıkışı, ağır ceza reisi Faruk Erem’in yaptığı bir hata üzerine mesleğini bırakışına dayanıyor. Bu olaya dayanarak, oyunun teması ‘suçluyu kazıyın, altından insan çıkar’ sözü. İnsanlara yaşama sevinci verecek ve kafalarında özgürlük olgusunu oluşturacak 60-65 dakikalık bir oyun bu. Sait Faik’in 'insanı sevmekle başlar her şey' sözü de oyunun hazırlanmasında bize ilham verdi."
Tonbul şu şekilde devam ediyor: “Gözümüzün önünde oldukları halde önemsemediğimiz insanları anlatıyoruz, küçük basit hayatları olan insanlar, gözden kaçırdığımız, yaşam içinde ıskaladığımız insanların öyküsü bu. Tabii cezaevlerinin vazgeçilmez unsuru türkü de oyunun bir parçası. Aslında biz de bir nevi kendi cezaevlerimizde yaşıyoruz. Kapımıza beş kilit vurup, önüne de demir parmaklıklar ekleyerek kendimizi hapsediyoruz. Bu oyunda da hükümlülüğün aslında sistemle ilgili bir sorun olduğuna parmak basıyoruz. Özgürlük kavramını sorgulatarak, tiyatronun da zihinsel olarak insanı özgürleştirebileceğine inanıyoruz.”
Bu konuşmamızın ardından oyun başlıyor. Gözlerimi alamıyorum sahneden, bir anda unutuyorum nerede olduğumu. Yarım saat sonra 2 saniyeliğine de olsa tüm dikkatler dağılıyor ve bir gardiyan giriyor içeri ve oturuyor. Ama nafile, Tanülkü zaman kaybetmeden yeniden dikkatleri üzerine topluyor. Oyunun bitiminin ardından herkes ayakta alkışlıyor oyuncuları. Kimileri ağlıyor, kimileri umutlu gözlerle bakıyor.
Hemen ardından oyuncularla birlikte geçiyorum yemekhaneye. Yemeğe otururken çalan şarkı biraz daha garip hissetmeme sebep oluyor; Mehmet Erdem’den ‘Herkes aynı hayatta’ şarkısı…
Gürol Tonbul tekrar anlatıyor; “Sanat açısından belki 2.5 ayda alabileceğimiz yolu ve yoğunluğu bir oyunda alıyoruz burada.
Heyecanla soruyorum, daha ne kadar devam edeceğini bu turnenin. “Sağlığımıza bir şey olmazsa 2.5-3 senelik bir proje bu ama sadece cezaevi değil, kentin çeperlerine yani, sahnesi olmayan yerlerde de oynamayı düşünüyoruz: Garlar, yemekhaneler gibi… Ulaşamayan herkese tiyatroyu götüreceğiz. Cezaevlerinin ismi insan kazanım evleri olarak değişecek belki.”
Gardiyanlar hem kendileri hem de mahkumlar için teşekkür ediyor
“Buca’da oynadık, en çok gardiyanlar teşekkür etti. Bu kısa zaman içinde iki önemli şey yaşadık. Birincisi cezaevine gittiğimizde her seferinde oyunun replikleriyle karşılandık. Bu durum pek sık gördüğümüz bir şey değil. İkincisi de hem gardiyanlar kendileri adına hem de mahkumlar adına çok teşekkür etti. Oyunun son sahnesinde Turgay’ın elinden kağıtları fırlattığı sahneyi de gerçek mektuplarla dolduracağız. Her cezaevindeki mahkumlardan oyunun ardından bizlere oyunla ilgili hislerini yazmalarını istiyoruz. Böylece son sahnede Turgay’ın elinden attığı mektuplar birine ait olacak ve farklı yerlere ulaşabilecek… Turnenin sonunda da bu mektupları bir araya getirerek bir kitap oluşturmak istiyorum “cezaevi günlükleri” gibi” diyor Tonbul.
Yemeğimizi yiyor ve sahneyi başka yere taşımaya başlıyoruz.
Akşama doğru bir oyun daha oynanıyor. Bu sefer izleyiciler cezaevi çalışanları ve aileleri. İnanılmaz bir kalabalık geliyor izlemeye. Aileler, çocuklarını da yanında getirmiş, herkes merakla izliyor. Oyun bittikten sonra oyunculara inanılmaz bir ilgi gösteriyor izleyiciler; çekilen fotoğrafların ardı arkası kesilmiyor.
Turgay Tanülkü’ye de birkaç soru sormak istiyorum ancak bu kadar yoğun bir günün ardından erteliyoruz ve e-posta yoluyla yapıyoruz röportajımızı:
- Oyunun en cok heyecanlandıgınız veya beğendiğiniz bölümü neresi?
T.T: Yıllar önce benim yaşadığım özlem ve sıkıntıları yaşayan mahkum arkadaşlarımla karşılarında oyun için sahnede olduğum an. Diğer oyuncular bir oyunu oynamak için sahnedeydiler ama ben geçmişin renklerindeydim sanki aynaya bakıyordum… Beğendiğim sahne, cezaevi sahnesiyle finaldi “Ömrümün son kuşlarını saldım gökyüzüne, size ve sizden sevdiklerinize ulaşsın diye…” ile biten an.
- Mahkumlardan gelen tepkiler nasıl oyun bittikten sonra ?
Kendilerini seyretmekten hem hüzünlü hem de mutluydular. Sen de gördün tepkilerini.
- Siz ve ekip için bu oyunun amaçlarından bahseder misiniz ?
Tiyatroyla zaten cezaevinde 18 yaşımda buluşmuştum ve oraya geri döndüm. Mahkumlarla tiyatro yapmak için 30 yıl tiyatro oyunları çalıştım. 1740 mahkumla. Şimdi de biz oynuyoruz ve başladığım yerde, tiyatroya oralarda veda ediyorum.
- Birçok projede yer almış biri olarak cezaevi turnesini ve dışardaki projelerinizi karşılaştırırsak gördüğünüz farklılıklar neler?
Özgürlükle esaret arasındaki fark ne ise dışarıda tiyatro yapmakla cezada tiyatro yapmak arasındaki fark da o sevgili kardeşim.
Gelen cevaplarla birlikte yaşadığım bu deneyimi tekrar gözden geçiriyorum. Aklıma umutlanan ve ağlayan mahkumlar geliyor. Teker teker sözler beliriyor aklımda “insanı sevmekle başlar herşey”, “suçluyu kazıyın altından insan çıkar” gibi. Garip oluyorum, içim sıkılıyor, bir daha görmek istiyorum oyunun sonundaki o yüzleri, umutlarını ve üzüntülerini. (MAY/HK)
* Bu söyleşi, İzmir Akonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi sitesi Ünivers'te yayınlandı.