Bu evde hayaletler dolaşır hep: Kutlu Adalı'nın hayaleti, evin geçmişteki sahiplerinin hayaletleri... Şimdi bu hayaletler sınırlardan çıkıp geliyor: sıcacık bir kucaklama, biraz gözyaşı, azıcık hüzün ve bir tutam umut için...
Maro Efthymiou, Lefkoşa'da, Rumlar arasında bilinen adıyla Drahona, Türkler arasında bilinen adıyla Kızılbaş, 74 sonrası "adayı Türkleştirme" kampanyası çerçevesinde değiştirilen adıyla "Kızılay" bölgesinde, Kutlu Adalı Sokağı bir numaralı evde gençlik anılarını bırakmış, evliliğinin o cilveli ilk altı ayını...
"Yarın yine geleceğim"
Sınırlar açıldığında ilk geçenlerden olmuş. Dün gelmiş, ablam İlkay Adalı'yı evde bulamamış, kucağında armağanlar varmış... Bir not bırakmış: "Yarın yine geleceğim"
Uzun kuyruklara girip 1974 sonrası bir Gül-Papandreu yapımına benzeyen "serbest dolaşım" çerçevesinde dün aralanan yapay sınır kapılarından geçerek bugün yeniden geliyor...
Ablamlar bu eve girdiğinde hiçbir şey bulamamışlardı - onlardan önce eve girenler her şeyi taşımışlardı - lambaları ve kapı kollarını bile söküp götürmüşlerdi.
Bu ev, Adalı'ların acı ve tatlı anılarını ördüğü bir yuva oldu, yatak odasına sıkılan kurşunlara, polis baskınlarına ve nihayet 1996'nın 6 Temmuz akşamı siyasi bir cinayete sahne oldu: gazeteci yazar Kutlu Adalı, bu evin önünde 9 milimetrelik bir Uzi'yle vurularak öldürüldü, komşular dehşete sürüklendi, üç dakika içinde bütün mahalle "Çevik Kuvvet" tarafından kuşatıldı - komşulara "Ne gördünüz?" denmedi - "Bir şeye tanık oldunuz mu? O zaman hadi bakalım evinize girin" dendi...
Hiçbir şey normal değil
Mahalle dehşetten dehşete sürüklendi... Sokaktaki hurma ağacının altında kan izleri silinip gitmiş gibi görünüyor oysa hiçbir şey değişmedi - kan izleri orada, biliyorum... Bu izleri koklayan, ince ince ağlayan Adalı'nın köpeciklerinden önce Halayık kanser olup öldü, ardından Tintin ablam korkutulsun diye kaçırılıp işkence yapılarak öldürüldü...
Bu evde hiçbir şey normal değil: telefonları dinleniyor, ikide bir ya elektriği, ya suyu kesiliyor, sokağa asılmış Adalı'nın fotoğrafı çalınıyor. Aniden gece vakti kapı çalınıp tacizde bulunanlara rastlanıyor.
Tüm bunların nedeni Kutlu Adalı cinayetinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde görüşülen bir davaya dönüşmesi. İlkay Adalı, bu cinayetle ilgili faillerin ortaya çıkarılması için yeterli araştırmanın yapılmadığını, cinayetin örtbas edildiğini söyleyerek Strazbourg'lara taşınıyor yıllardır. Adalı davası sonuçlanmak üzere...
Kebap partisi
Ama mahkemeye her çıkacağında bu tür tacizler artar bu ev çevresinde. Maro belki tüm bunlardan habersiz. O yalnızca 18 yaşında bir genç kadınken, henüz altı aylık evliyken, henüz önünde uzun gençlik yılları duruyorken savaşın her şeyi böleceğinden habersiz o tazeliği, o ruh ferahlığını arıyor yitip giden...
Yıllarca ağlamış... Bu evi ona babası yaptırmış. Ailesi Drahonalıymış... O kadar ağlamış ki bir süre hamile kalamıyormuş... Sonraları acıyı bir kenara koyup toparlanmaya başladığında bir bebeği olmuş: Elena 21 yaşında, henüz geçemedi kuzeye ama mutlaka getirecek onu ve kocasını...
Bu evde canyoldaşım onlar için kebap çevirecek... Kendi evinde bir kebap partisine katılacak Maro ve ailesi... Bir gün, sınırlardaki bu kalabalık azıcık aralanınca biz de ona konuk olacağız...
Ev bakımlı, Maro mutlu
Alıp bizleri ablamın çocukluğunda oynadığı Trodos dağlarındaki Alona köyüne götürecek, annem orada Trodos elmalarını arayacak, eski dostlarını, subaşlarında yaptıkları kebap partilerini anılarını...
Şimdi Palloryotissa'da yaşayan Maro, evi gözyaşları içinde dolaşıyor...En çok mutfakta ağlıyor, ellerini başının iki yanına dayayıp... Kut'cuğun yatak odasına girince gözleri parlıyor, buranın düzenlenişini beğeniyor.
Kut'cuğun en başarılı olduğu iki şey varsa mobilyaların sık sık yerini değiştirmek, yaşadığı mekanı biblocuklar, bebecikler, tombalak oyuncak ayıcıklar, Garfield'ciklerle süslemektir.
Öteki de giyimine özen göstermek... Maro bu odayı beğendiğini söylüyor, banyoları, tuvaletleri dolaşıyor... Bütün odaları geziyor... Evin çok bakımlı olmasından çok mutlu...
"Çok beğendim..." diyor... "Duygulandım..."
Burası onun için hem tanıdık, hem yabancı.
"Rüyalarımda görürdüm bu evi..."
Güney'den nevresim takımı
Eşyalarını soruyor - ablam ona bu eve girdiklerinde boş bulduklarını, lambaların ve kapı kollarının bile çalınmış olduğunu anlatıyor. Maro üzülüyor...
Ablam onun için zeytinli-hellimli yapmış, bir orta kahve içiyor, bir bardak su, tuvalete gidiyor... Yanında ablam için nevresim takımları getirmiş armağan olarak... Ablam da ona yaldız işlemeli kahverengi ipek bir şal veriyor, Adalı'nın hayatını anlatan bir CD, bir kitap...
"Ne zaman istersen gel" diyor ona...
"Çok korkmuştum" diyor Maro, "Bu evde oturanların bu kadar iyi insanlar olduğunu bilmiyordum... Beni eve sokmayacaklar diye çok korkmuştum... Annemin evine gittim beş dakika uzaklıkta... Orada bir kadın savaşta kocası öldürülmüş diye beni içeriye sokmadı... Rüyada gibiyim"...
Böyle konuşuyor Maro...
"Rüyada gibiyim..."
Athina'nın evi bombalanmış
Arkadaşı Athina şok halinde oturuyor - yalnızca su içmek istiyor. Aynı mahallede bulunan 17 yaşında savaş nedeniyle terk etmek zorunda bırakıldığı evinin bombalanmış olduğunu, evinin yerinde bir arsa bulacağını bilmiyormuş "sınır"ı geçerken...
Athina'ya "Hayat nedir sence?" diye soruyorum...
Naci Talat'ın kız kardeşi Ayşe, Rumca'ya çeviriyor söylediklerimi...
"Hayat" diyor Athina, "Yemek, içmek, eğlenmek..."
"Tamam o zaman Athina, sen de gel kebap partisine..."
Oysa evde fotoğraf bulacaktı
Annesi ondan üç yıl önce ölen babasının fotoğraflarını bulmasını istemiş... Bu umutla gelmiş evine... Oysa evinin yerinde boş bir arsa var - 74'te evinin bombalandığını ancak şimdi gözleriyle görünce öğrenebilmiş. Şokları yaşaması bundan...
"Üzgünüm" diyor, "Ama artık savaş olmayacağı için de mutluyum..."
Son iki günden bu yana böylesi duygusal anlar yaşıyor toplumlarımız... Ülkemizi yeniden birleştirme yolunda inanılmaz bir süreç yaşıyoruz: yıllardır yaşatılan nostaljik düşler birer birer yitip giderken yerini dostça bir "Kopyaste", "Hoş geldiniz", dostça bir selam, bir fincan sade kahve, bir kucaklaşma, bir damla gözyaşı alıyor...
Çocuklarımıza masal gibi
Ülkemiz böylesi duyguların paylaşılıp anlaşılmasıyla yeniden kurulabilecek...
Belki bu kez daha insanca davranırız birbirimize: belki bu kez neyin önemli olduğunu kavrayıp birbirimizi dışlayan hayaller peşinde koşmaktan kaçınırız.
O zaman çocuklarımız böylesi manzaralara tanık olmadan büyürler ve tüm bu anlatılanlar onlara bir gün bir masal gibi gelir... (SU/NM)