Koca gün, cehennem sıcağıyla kavrulduktan sonra kendilerini uykunun kollarına bırakanların çoğu bir daha uyanamadı.
Uyananlar o dehşetli saniyeleri yaşamış olmanın şokundaydı. Ana babalarım, çocuklarım, kardeşlerim, eşlerim, can dostlarım kaybedenlerin yüreğine o gün oturan acı, bir daha hiç çıkmadı.
Bazıları için hayat o sıcak ağustos gecesinde durdu. Tıpkı hayatın tüm renklerinin ve kokularının yok olduğu, umutsuzluk, acı ve ölüm kokan pek çok binanın enkazında rastladığımız, saatler gibi...
Haberci olarak yaşamımızdaki belki de en dehşet görüntülere, acılara tanık olduk. Bir yandan o korkunç sarsmanın etkilerim üzerimizden atmaya çalışıp yaşadığımıza şükrederken, bir yandan gördüklerimiz karşısında dibe vurduk.
Dibine kadar acıya gömüldük.
Yaşamların yok olduğu enkaz tepelerinde fotoğraf çekerken, röportaj yaparken, haberci gözlerimiz sık sık sulandı, çaktırmadan silmeye çalıştık.
Beceremediğimizde, insanlığımızı daha fazla dizginleyemediğimizde; fotoğraf makinalarını, kameraları, mikrofonları bir kenara atıp ağladık, o ölüm kokan yıkıntıların üzerinde.
Ve o ölüm kokusu öylesine sindi ki üzerimize!..
Birileri ise hiç alınmadı yaşanan tüm bu acılardan.
Hiç suçluluk duymadı, acıyla isyanla kabaran yürekler karşısında.
Devlet vardı ve yaraları saracaktı!
Vizyona sık sık yeniden giren, tekrarlana tekrarlana çamura dönen bir filmdi sanki tüm yaşananlar.
17 ağustostan sonra girdi yaşamımıza bir çok kavram. Sanki Türkiye'de hiç deprem olmazmış gibi...
Dinar'da, Erzincan'da, Adana'da yaşanan acılar çok uzağımızda sahnelenen bir oyunmuş gibi derin uykudaydık hepimiz.
Ve uyandırıldık bir gün, hem de feci bir bedel ödeyerek...
Fay hattı, Kandilli, Işıkara, artçı şok, öncü deprem derken yeni isimler, yeni kavramlar girdi hayatımıza.
Depremle ilgili yıllardır araştırma yapan kurumlarla da onların çalışmalarıyla da daha fazla ilgilenmeye başladık.
Gözlerin çevrildiği kurumlardan
İznik Deprem Zararlarını Azaltma Merkezi de 17 ağustos ve 12 kasım depremlerine kadar kıyıda köşede kalan, pek göze batmayan ancak son iki yılda tüm gözlerin çevrildiği kurumlardan biri...
Dışarıdan bakıldığında basit bir bina gibi görünen merkezde çok önemli çalışmalar yapılıyor. Depremi önceden belirleme anlamında büyük bir sabırla her dakika küçük ama önemli adımlar atılıyor...
Hem de 1986 yılından beri...
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi'nden sonra, depremle ilgili çalışmalar yapan ikinci büyük kurum olan merkezin, 1986 yılından beri kesintisiz ve profesyonel anlamda sürdürdüğü çalışmaların Türkiye'de bir başka benzeri yok.
Burada 16 yıldır sürdürülen çabaların iki yıl öncesine kadar fazla bilinmemesi ve belki de yeterince desteklenmemesi, deprem denen felakete iki büyük acıyı yaşadıktan sonra vakıf olmamızla ilgili belki...
Çünkü iki büyük depremden sonra merkezin çalışmalarına özellikle birinci derece deprem bölgesi olan Bursa'yla ilgili çok önemli parçalar eklendi. Büyük bölümü Bursa Valiliği tarafından desteklenen jeokimyasal çalışmalar bunlardan biri..
Kaplıcalarda ölçümler
Hazırlanan projeyle Bursa civarında 10 farklı kaplıcada BUSKİ tarafından her gün sıcaklık, seviye ve elektrik iletkenlik ölçümleri yapılıyor. Sulardaki değişiklik deprem öncesi gelişen en önemli belirtilerden sadece biri. Bu nedenle DSİ tarafından 7 adet kuyuda yeraltı su seviyeleri de sürekli izlenmekte.
Bu ölçümlerin otomatik hale getirilmesi için de Yalova Termal, Gemlik Termal kaplıcaları ve Bursa'daki askeri hastane kaplıcalarına çok parametreli jeokimya ölçüm sistemleri yerleştirildi.
Yer kabuğunun nefes alış verişi
Bu veriler 135 bin dolara mal olan online data hattı ile anında Kandilli'ye gönderiliyor ve bu bilgiler Marmara Bölgesi'nden gelen diğer deprem verileriyle Bursa'nın bir anlamda nabzını tutuyor.
1986 yılında, İznik-Mekece fayı civarında, depremlerin önceden belirlenmesine yönelik veriler toplanması amacıyla kurulan merkez, 16 sismolojik, 9 manyetik, 6 elektrik, 4 radon gazı ölçüm istasyonundan oluşan "İzinet Deprem Ağı"yla adeta yer kabuğunun her nefes alıp verişini dinliyor. Tüm bu çalışmalar felaketi önceden kestirip hazırlıklı olabilmek için.
Yapılan tüm çalışmalara karşın yeraltındaki canavarın ne zaman, nerede, nasıl bir güçle harekete geçeceğini belirlemek şimdilik oldukça zor.
Yıllarca veri biriktirmek gerek
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi, Jeofizik Mühendisi Doç. Dr. Şerif Barış'a göre, bir depremin önceden belirlenmesi için 50'ye yakın verinin yıllarca yakından izlenmesi gerekiyor.
Ancak, yıllarca veri biriktirip değerlendirerek şimdilik hayal olan o umutlu sonuca ulaşabilmek mümkün. Ama bunun için Türkiye'nin özellikle Marmara Denizi'nde oluşabilecek beklenen büyük deprem öncesinde ne kadar zamanımın olduğu bilinmiyor.
Bir bölgede tüm deprem parametrelerini incelemeden, büyük bir deprem öncesinde, sonrasında ve devamında neler olduğu tam olarak söylenemiyor. Çünkü büyük depremler öncesinde olan değişimler her depremde görülmüyor.
Yıllardır sürdürülen çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre bazı depremler hiç bir belirti göstermeden aniden gelebiliyor.
Tahmin edilen tek bir deprem var
Doç.Dr. Şerif Barış, dünyada önceden tahmin edilen tek bir deprem olduğunu söylüyor: "1978 yılında Çin'de meydana gelen 7.8 şiddetindeki depremi, tüm parametreleri inceleyen bilim adamları tahmin edip, bölge boşaltıldığı için burada yaşayanların hayatı kurtuldu. Ancak sadece 3 aylığına... Çünkü üç ay sonra bu kez hiç bir belirti vermeyen büyük bir deprem evlerine geri dönen 300 bin kişinin yaşamım kaybetmesine neden oldu."
Kısaca her saniye yer kabuğunu dinleyerek, ortaya çıkan belirtileri inceleyip yeni projeler üreterek depreme erken teşhis koymaya çalışan proje çalışanlarının işi hayli zor.
Acil önlemler
Her şeyden önce içinde yaşadığımız ve bir gün mezarımız olabilecek çürük binaların güçlendirilmesi için acil önlemler almak gerekiyor. Yine de depremle ilgili yapılan tüm bu araştırmalar umut veriyor.
Üzerinde yaşadığımız yerkabuğunun aldığı nefeslerin çok da başıboş bırakılmadığını, araştırılıp değerlendirildiğini bilmek, yüreklere ne kadar su serper bilinmez.
Ama bilinen bir şey varsa o da Türkiye'nin artık kaybedecek bir saniyesinin bile olmadığı.
Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi'nin yayını olan Çağdaş'ın 48. sayısından alınmıştır.