Marlene Dietrich, 6 Mayıs 1992'de Paris'te öldü. Onu yıllarca uzak kaldığı yuvasına, Berlin'e gömdüler. Bir efsane olarak sürdürdüğü sinema kariyeri ona geniş hayran kitleleri kazandırmıştı. Onun büyüsüyle kim başa çıkabilirdi? Fiziksel güzelliği dillere destandı. Farklı bir güzeldi Dietrich. Rus büyükannelerin buz kadar soğuk ama aynı ölçüde ifade dolu güzelliği vardı yüzünde. Kirpikleri doğal olarak o kadar uzundu ki, anlatıldığına göre Hollywood'da ona bakım yapsın diye görevlendirilen ünlü bir kozmetik firmasının yetkilileri bile şaşırmışlar, getirdikleri rimelleri bir kenara bırakmışlardı. Dietrich elinde sigarası, düşük göz kapaklarının altından, dünyaya meydan okuyan gözlerle bakıyordu. Yakın arkadaşlarından Ernest Hemingway, "O sesiyle bile kırabilir kalbinizi," diyordu. "Ve sonra bir tek sözcükle iyileştirebilir yaralarınızı."
1920'lerin fırtına Berlin'inde kameralarla tanışan genç Marlene, entelektüelliği ve yetenekleri ile kısa sürede kendine iyi bir çevre edindi. Hayatının sonraki yıllarında bu dönemdeki çalışmaları konusunda pek konuşmamayı seçecekti. Ölümünden sonraki yıllarda yazılan bir kitaba göre, 1922'de bir film setinde genç oyuncu adayı Greta Garbo ile tanıştı. İki kadın çok kalp kırıcı bir aşk öyküsünün kahramanları oldular. Daha sonra Hollywood'da karşılaştıklarında birbirlerini tanıdıklarını tümden reddedeceklerdi.
Nazi karşıtı
Almanya'nın 1920-1930'lardaki sinema tarihini, siyasi tarihten ayırt etmek olanaksız. Hitler yönetiminin verdiği acılar elbette ki sanat ve fikir dünyasını tümden etkilemişti. Marlene Dietrich'in hayatı 1930'da Hollywood'a yaptığı kısa ziyaret ve Mavi Melek filmindeki rolle değişti. Bu filmin başarısı Nazi yönetiminin bu kadına daha dikkatle eğilmesine yol açtı. Oysa Marlene'nin Nazilerle iş birliğine hiç niyeti yoktu. Her zaman sevdiğini söylediği ülkesini terk etti, setlerdeki arkadaşlarını toplama kamplarında öldüren bir rejimle mücadele etmeye karar verdi. II Dünya Savaşı'nı karşı ittifakı destekleyerek geçirdi.
Hollywood'daki imgesi ise bambaşkaydı. Bir kere bile Oscar verilmeyen Dietrich, disiplinli, dik kafalı ve çalışkan bir kadın olarak dikkat çekiyordu. Hayatı boyunca Rudolf Sieber ile evli kaldıysa da, her iki cinsten aşklarıyla anıldı.
Fahişeyle aynı isim
Gerçek adı Maria Magdalena'ydı, yani İncil'deki efsaneye göre İsa ile yakınlaşan fahişeyle aynı adı taşıyordu. Dietrich, gerçek adının anlamını çağrıştıracak bir hayat sürmeyi başardı. Ernest Hemingway, Josef Von Sternberg, Katharine Hepburn, Jean Cocteau, Kenneth Tynan ve Edward G. Robinson ile yakın arkadaştı. Sinemanın ve müziğin yanı sıra, edebiyat ve şiire de yakın durdu. Keman ve piyano çalıyordu. Dishonored, Shangai Express, The Lady is Willing gibi önemli filmlerde tartışılmaz oyunculuk yeteneğini ortaya koydu. Çarpıcı açıklamaların kadınıydı. "Avrupa'da kadın ya da erkek fark etmez, kimi çekici bulursanız onunla sevişirsiniz", diyordu. 1979'da Just A Jigolo filmiyle sinemaya veda etti. Hiç bir zaman oyuncu olmak için büyük bir istek duymadığını açıkladı. Tıpkı Greta Garbo gibi kendini spot ışıklarında, kameralardan, flaşlardan soyutlamayı başardı. Hayatının son on iki yılında Paris'teki evinde, sadece yakın dostlarını görmeyi kabul ederek yaşadı. Siyasi duruşu, dik kafalılığı, Afrika gibi ülkelerdeki yardım çalışmalarına katkısı onun oyunculuğu kadar konuşulan özellikleri haline geldi. Lili Marlene'di takma adı. Hayatının çoğunu ABD'de geçirmesine rağmen, kişisel tarihi, aslında 20. yüzyıl Avrupa tarihinin bir özeti gibiydi. Mavi Melek'in setinde çalışan bir çok kişinin toplama kamplarında öldüğü, hayatta kalanların da Almanya'dan kaçtığını biliyor muydunuz? Dietrich,bunu hiç unutamamıştı.