Kadına yönelik şiddet derken neyi kastediyoruz ve neden genel anlamda şiddet olgusunun dışında ele alıyoruz? Biliyoruz ki, şiddetin kaynağı eşitsiz güç ilişkileridir. Şiddet, güçlünün güçsüze iradesini kabul ettirme biçimidir. Kadına yönelik şiddet ise, cinsler arasındaki güç ilişkilerinin, eşit bir temel üzerine oturmadığı ataerkil toplumlarda, toplumsallaşma sürecinde öğrenilen ve yeniden üretilen bir davranış biçimidir.
Şiddet değil "kadına yönelik" şiddet
Ataerkil toplum yapısı içerisinde kadınlara göre hayatın her safhasında, daha ayrıcalıklı konumda olan erkekler, bu ayrıcalıklarından yararlanarak kadınlar üzerindeki iktidarlarını pekiştirmektedir. Tam da bu noktada kadına yönelik şiddet, erkeğin "doğal" davranış biçimi değil, bir iktidar aracıdır.
Kadına yönelik şiddetin kökeninde ataerkil toplum yapısı yer alır ve bu nedenle de kadınlar için genel anlamda şiddet olgusundan daha farklı sonuçlar doğurur.
Toplumun her kesiminde kadına yönelik şiddet dendiğinde büyük bir vurdum duymazlık duvarı ile karşılaşırız. Bunun da ötesinde, erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümlerini pekiştirmelerine yarayan, bu özel şiddet türünü mazur göstermek için canla başla çalışan bir grup "gönüllüler ordusu" da mevcuttur.
Polisinden yargıcına, askerinden doktoruna ve hatta milletvekili ve bakanına kadar resmi kurumlar içerisinde yer edinen bu kişilere, yazarların da eklenmesi şaşılacak bir durum değil aslında. Kırıkkanat da Fransız oyuncu Marie'nin, solist sevgilisi tarafından dövülerek öldürülmesinin kabahatini başka yerlerde arayarak, suçu ve suçluyu mazur göstermeye çalışmış.
Kadına yönelik şiddeti "cinsiyetsizleştirmek"
Başlığı "Öldüresiye Sevmek" olan yazısında, hayatta kerevete çıkartan, yaratıcı olan ölçülü sevda türlerinden bahsettikten sonra; ölçüsüz, öldürücü olan bir başka aşk türünün de olduğunu iddia etmiş. "Azı yarar, çoğu zarar" deyişine dayanarak, aşırı dozda aşkın öldürücü olduğunu yazmış. Marie ve sevgilisinin aşkı da mantıksız, ölçüsüz ve vahşiymiş.
"Hayır, biz nereden biliyoruz aşklarını?" diye sormayacağım. Benim işim yapılan aşk tanımıyla ilgili. Kırıkkanat'a göre ikisini "öldüresiye" bağlayan bu mantıksızlık, yersizlik, ve yanlışlıkmış.
Bunu sormadan edemeyeceğim: İki insan arasındaki aşkı hangi hakla ve neye dayanarak mantıksız ve yanlış olarak niteliyoruz? Özlem Tekin'in şarkısında dediği gibi magazin malı, güllü dallı motorlar gibi koca aramıyor oldukları için mi? Yoksa Marie'nin sevgilisinin evli ve hali hazırda hamile bir eşi olduğu için mi?
Kırıkkanat'ın kadına yönelik şiddeti "cinsiyetsizleştirme" çabası bununla da kalmıyor. Suçu aşka atmak, Marie'ye atmanın yanında oldukça naif bile kalmış. Çok açık bir şekilde Marie'nin yaşam şekli karalanıyor: "Tuhaf yaşamı, özenle yarattığı dengesiz aşklardan, dengeli bir sevgi yumağı örmeye çalışmakla geçmiş".
Marie, boşandığı eşlerinden sahip olduğu çocukları ve anne, babası ile aynı evde oturduğu için tuhaf ilan ediliyor. Buna karşılık solist sevgilisinin hamile karısını bırakıp, koşarak Marie'nin yanına taşınması bir fedakarlık gibi sunuluyor. Kırıkkanat, "Herhalde Marie'nin aşiretini kabullenmek kolay değildi" diye yazarak adamla empati kurmaya da zorluyor bizi. Adamın hayatı Marie'yi beklemekmiş.
Marie'nin çocukları, anne, babası ve sevgilisinden oluşan yakınlarının, Kırıkkanat'ın gözüyle "aile" sıfatını hak etmeyerek, "aşiret" olarak adlandırılmasının ardında yatan küçük düşürme çabası da gözden kaçacak gibi değil. Evet, Marie bildiğimiz çekirdek aile içinde yaşamıyordu. Belki istemiş de olmamıştı, belki de tercih etmemişti. Peki ama bu karalama niye?
Yazının sonuna geldiğimizde, Marie'nin dövülerek öldürülmesinin sorumlusunun kendi "tuhaf" yaşamı ve mantıksız aşkının vahşi niteliği olduğunu düşünebiliriz artık. Adama ne oldu? Canım o da Marie gibi bir kurban. Aşırı dozda aşk kurbanı her ikisi de.
"Marie öldü, biz nedenini biliyoruz"
Nedir bu mazur gösterme çabası? Gülseren'i yol ortasında defalarca bıçaklayan erkek Adanalı olunca başka oluyor da; Noir Desir grubunun solisti döverek öldürünce neden daha başka oluyor? Erkek, özellikle ünlü ya da zenginse gönüllüler ordusu daha da bir şevkle sarılıyorlar görevlerine. Kadınlara şiddet uygulayan erkeklere arkasına sığınacakları alkol, sinirsel bozukluk, aşkın vahşiliği, kadının dengesizliği, ihanet vb. gibi kalkanlar sunma görevi bu defa Kırıkkanat'a düşmüş anlaşılan.
Kadına yönelik şiddet sınıf, ulus, din farkı gözetmeksizin, her kadının salt kadın olmaktan ötürü karşılaşabileceği bir sorundur. Dolayısıyla bu özel şiddet türü, kişilerden bağımsız olarak toplumsal cinsiyet olgusu çerçevesinde, genel "erkeklik" ve "kadınlık" tanımları içerisinde analiz edilmelidir.
Fransa'da şiddet kurbanlarının yüzde 95'i kadın. Bu kadınların yüzde 51'i birlikte olduğu erkeğin şiddetine maruz kalıyor.* Marie de bu kadınlardan biriydi ve geçtiğimiz yılın istatistiklerinde o da yerini alacak. Evet, Marie öldü ve birini sevdiği için neden öldüğünü anlatamıyor. Ama biz nedenini biliyoruz ve Fransa'da feministlerin yaptığı gibi herkese anlatmaya devam ediyoruz. (EK/NM/BB)
* Arın, M. Cânân, (1998), "Kadına Yönelik Şiddet", 75 yılda kadınlar ve erkekler içinde, editor Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, s: 201- 210.