Maria Hadjipavlou barış çalışmaları alanında tanınan; cesur, kendini adamış ve kararlı bir duruşla Kıbrıs’ta kadın ve barış inisiyatiflerinin önderliğini yapan değerli bir bilim insanı.
Son birkaç yıldır yazlarını İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi’nde çatışma çözümlenmesi konusunda dersler vererek geçiriyor. Aynı zamanda Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs’tan gençlere de, 1997’de Margarita Papandreou ve Zeynep Oral tarafından başlatılmış, WINPEACE (Barış için Kadın İnsiyatifi) projesi kapsamında çalıştaylar düzenliyor. Hadjipavlou, ayrıca Balkanlar, Arap dünyası ve Afganistan gibi dünyanın çeşitli yerlerinde kadınlara eğitim vermiş ve 1996 yılında Columbia Üniversitesi Uluslararası Çatışma Çözümlenmesi Merkezi’nin kurulmasında yer almış.
Bir öğleden sonra, Boğaz’a nazır, Kıbrıs sorununun onun kişisel yaşamı ve akademik kariyerine olan etkisi, Yunanlı, Türk ve Kıbrıslı gençlerle olan deneyimleri, Kıbrıs barış görüşmeleri ve barış çalışmaları alanındaki son gelişmeler hakkında konuştuk.
Kıbrıs sorunu sizin kişisel ve akademik yaşamınızı nasıl etkiledi?
1974’te ben Londra’daydım ve olan biteni mecburen uzaktan takip edebildim. Üniversitede sosyal-dilbilim okumuştum; sonraları bütün çalışmalarım siyaset, çatışma çözümlenmesi ve cinsiyet üzerine yoğunlaştı.
Aralık’ta Kıbrıs’a geri döndüğümde, mülteci kamplarını gezerek mültecilere yaşadıkları zorunlu göç hakkında sorular sordum ve hikayelerini yazdım.
Beklenmedik bir savaş sonrası, mikro ve toplumsal düzeyde insanlara ve kimliklerine neler olduğunu görmeye başladım. “Ben”in yeniden tanımlanması oldukça travmatik bir süreçtir. Yaşlılara “Kaç yaşındasınız nine (veya dede)?” diye sorduğumda, verdikleri cevap sıklıkla şöyleydi: “Köyümde 72 yaşındaydım, burada bilmiyorum.” Bu vahim durumun kişilerin kendileriyle olan gerçekliğini tamamen nasıl sekteye uğrattığını görmek beni inanılmaz şaşırtmıştır. Mesela, hiçbir zaman “ben Maraş bölgesindenim” demezler, “Ben bahçesinde zeytin ve portakal ağaçları olan şöyle güzel bir evden, şu köylere komşu filanca köydenim” diye cevap verirler. Bu durum benim yerel ve bölgesel kimlik sorunlarına daha derinden bakmama ve geçmişe dönme çabasının gerçekten ne demek olduğunu anlamama yol açtı.
Ardından, Kamu Danışma bürosunda çalıştım; yabancı diplomat ve gazetecileri Kıbrıs sorunu hakkında “bilgilendirme” göreviydi bu. Geçmişe baktığımda, toplumsal anlatıyı aynı şekilde yinelemeyi reddettiğimi sanıyorum. Onlara “Bir başka gerçek daha var, Kıbrıslı Türk mülteciler de var” dedim ve bu da, sadece tek taraflı bir haklılık ve mağduriyet sunmaktan öte, farklı bir anlayış/ bakış açısı doğurmuştu. Nihayetinde, kuzeyle hala devam eden bir iletişim vardı- yabancı gazetecilere eşlik ederken, birçok Kıbrıslı Türk gazeteci ve siyasiyle tanışmıştım.
1979’da Fulbright bursuyla Amerika’ya gittim. Akademiye çatışma konusundaki deneyimlerimi taşıdım. Kıbrıs’a, sorun çözme ve uzlaşı teorileri konusunda donanımlı bir şekilde geri döndüğümde, iki toplumlu diyalog çalışmaları yürütmeye karar verdim.
Çatışma Çözümü eğitmeni olarak birbirleriyle tanışma arzusu içinde olan ve fark yaratmak isteyen insanlara çalıştaylar düzenlemeye başladım.1997’de yetmişten fazla iki toplumlu grup toplantıları ve birçok Kıbrıslı eğitmenimiz oldu. Bu alttan gelen yerel dinamik; gerek medyada, eğitimde ve liderlerimizin süregelen ve esas alınan anlatılarını sarsarak, soruna alternatif bir anlayış getirmiştir. Bir aktivist olarak Barış Merkezi, Bölünmüşlüğü Aşan Eller, Toplumsal Cinsiyet Danışma Ekibi, Kıbrıs Akademik Diyalog, Kıbrıslıların Sesi, İki Toplumlu Eğitmenler Grubu ve benzeri platformlarda çalışmalarım devam etti.
Bu yerel deneyimini, WINPEACE aracılığıyla Yunanistan ve Türkiye’nin karşılıklı katılımına nasıl dönüştürdünüz?
1996’daki Kardak krizi sırasında, durumla ilgili oldukça kaygılı olan Margarita Papandreou Türkiye’deki kadınlara ithaf ettiği bir yazı yazmıştı ve Zeynep Oral bunu okumuştu. Zaman kaybetmeden, bu iki kadın telefonlaşmış ve hemen sonra kadınlardan oluşan bir heyet Türkiye’den Atina’ya gitti. Kadınların güvenliğe bakış açısını, iki ülke arasındaki ilişkileri, kadınların neler yapabileceğini konuşmuşlar ve Barış için Kadın İnsiyatifi’ni (WINPEACE) kurmuşlardır.
Daha sonra, oluşturdukları bir dizi programla gençleri Çatışma Çözümleri ve Barış inşa etme konusunda eğitmeye başladılar. Bu toplantılara eğitmen olarak davet edilmiştim. Çalıştaylar 2001’de Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’tan gelen, yaşları 15 ve 18 arasında değişen 40 katılımcıyla başladı. 14 yılda toplam 500-600 kişi bu programda eğitim aldı. Katılımcılar Yunanistan, Kıbrıs ve Türkiye’den gelen eğitmenlerimizle, işbirliğine dayalı bir çalışma modelini deneyimlemektedirler .
Çalıştay ve beraber yaşama deneyimi sayesinde, gençler değişim temsilcileri ve barış mimarları topluluğuna dönüşüyorlar. Özellikle şu an dışişleri bakanlıklarında görevli olanlar bize bu deneyimin ne kadar unutulmaz olduğunu söylüyorlar. Gençler bir araya geldiklerinde yardımlaşıyor ve hiç çatışma çözümü kuramlarına aşina olmamış diplomatlardan, farklı bir dille konuşuyorlar.
Bu seferki çalıştayda, genç öğrencilerin çevre, cinsiyet eşitsizliği, şiddet, göç gibi dünya meselelerine karşı olan inanılmaz duyarlılıkları ve değişim için sundukları somut fikirler bizi gerçekten şaşırttı.
Kıbrıs’a baktığımız zaman kadınların çözüme daha az istekli olduğunu görüyoruz. Sizce yeni kurulmuş olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komitesi bu duruma nasıl eğilecek?
İkinci görüşmelerinden sonra, Anastasiades ve Akıncı esas müzakerelere paralel olarak, ki benim de akademik yazılarımda ve bir aktivist olarak yıllardır savunduğum bir konudur, güven artırıcı önlemlerin geliştirilmesinin de olacağını duyurdular. Bu toplumsal düzeyde bir iyi-niyet gösterisi olmanın yanında aslında vatandaş boyutunda önemi, iki toplum arasındaki ortamı, ilişkileri birbirini anlamayı ve işbirliğini güçlendirmesidir. Bu iki süreç birbirine bağlıdır ve birbirlerini beslemektedir. Bu model, zorlu çatışmalar söz konusu olduğunda ve doğal olarak insanları çalışmaların dışında tutmak mümkün olmadığından, daha da bir ehemmiyet kazanır. Eğer insanlar hazır değilse en iyi çözüm önerisi bile bir işe yaramaz.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Teknik Komitesi’nin kuruluşu farklı sebeplerden ötürü önemlidir. Birincisi, nüfusun diğer yarısının sesi, bakış açısı ve ihtiyaçlarına gerek duyarsınız. Bu katılımcı bir demokrasi için şarttır. İkincisi, kadınlar ve erkekler çatışmayı/sorunu farklı deneyimlerler ve bu yüzden söz konusu barış, güven ve gelişim olunca farklı ihtiyaçları ve kaygıları vardır ve onların da seslerinin duyulması gerekmektedir. Üçüncüsü, kadınların barışa ve yeniden yapılanma süreçlerine olan katkılarını belgeleyen birçok Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği kararları bulunmaktadır.
Komitede erkeklerin de yer alması, cinsiyet sorunlarının sadece kadınları değil, kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiyi içerdiğinin işaretidir. Komite oluşturulacak yasalarda kadın hakları ve sosyal haklar konusundaki düzenleme ve iyileştirmelerin yanında, azınlık hakları, ötekileştirilmiş gruplar ve vatandaşlık konularını da gündemine alacaktır.
Yerel seviyeye ulaşıp, kadınların çözümden ne beklediği ve istediğini anlamayı amaçlıyoruz. Alternatif söylemlere aşina olmadıkları için, kadınların çözüm konusunda daha tutucu bir tavırları olduğunu düşünüyorum. Kıbrıs’ın, erkek egemen söylemlerle dolu olan, çok fazla ataerkil bir sistemi var. 2004’teki referandumda, kadınlar bilgi sahibi değildi, sadece erkeklerin ne düşündüğünü biliyorlardı. Diğer bir sorun, özel ve kamu alanın arasındaki ayrımdır. Politika erkek işidir stereotipini yıkmamız gerekir ve kadınları, seslerinin ve fikirlerinin eşit derecede değerli olduğu konusunda cesaretlendirmeliyiz. Kadınlar, sosyal ve siyasi düzeyde yer almalıdırlar; anlaşma masasında idari işlerde değil bizzat aktif elçiler olarak görev almalıdırlar.
Barış çalışmaları, bir akademik disiplini olarak, çatışma ve barış algımızı genişleterek yıllar içinde nasıl gelişti ve şu anda nereye evriliyor?
İkinci dünya savaşından sonra, barış çalışmaları insanların nasıl bu ölçekte birbirlerini öldürebileceğini anlamaya odaklandı. Çabalarımız daha ziyade bu alanın derin sorularıyla ilgiliydi, mesela barışın, pozitif barış ve negatif barışın ne olduğunu, farklı şiddet biçimlerini tanımlamak gibi…
Şimdi, konu günlük hayatlarımıza geliyor ve ekolojik konuların barışa olan etkisi daha önem kazandı. Eko-barıştan söz ediyoruz.
Barış çalışmaları alanı hem akademik hem de uygulamalı bir disiplin olarak çok devingendir. Bir değer, süreç, yaşam ve ilişki biçimidir. Her türlü şiddet biçimlerinin elimine edilmesiyle alakalıdır.
Bugün, birden çok bilim dalını ilgilendiren bir disipline dönüşmektedir. Örneğin, gelişim veya kalkınma hakkında konuşurken barış, feminizm ve cinsiyetin konuya katkılarının olmadığından söz edemeyiz. Bu konularda birçok yeni bilgi üretimin oluşunu, militer bir kafa yapısına karşı duruş ve umut verici olarak nitelendirebiliriz.
Güzel olan bizim vazgeçmeyişimiz, sürekli araştırmamız ve aynı şekilde çatışma dönüşüm çalışmaları ve cinsiyet/feminist, kuir çalışmalarının da devam etmesidir. Temelde anlamaya çalıştığımız tüm çeşitli yönleriyle insan halidir. (RZC/ÇT)
* Bu röportaj Yeni Düzen’de yayınlanmıştır.