Geçen hafta, 11-12-13 Ağustos tarihlerinde, Mardin Belediyesi Kadın Politikaları Birimi’nin iş birliğiyle Mardin’de hem akademisyen hem de feminist aktivistler olarak “Kent ve Kadın: Toplumsal Cinsiyet ve Kent Planlaması” konulu bir atölye düzenledik.
Atölyeye belediyenin İmar İşleri, Fen İşleri, Kadın Politikaları, Su İşleri gibi farklı birimlerinden mimar, inşaat mühendisi, psikolog gibi farklı meslek gruplarından 40 kişi katıldı.
Üç gün boyunca Mardin’i toplumsal cinsiyet açısından ele alarak kenti daha iyi anlamaya çalıştık. Bu atölyede yerel yönetimlerin kent planlamasının, gündelik yaşamlarını doğrudan etkileyen politika ve sosyal faaliyetlerin, kentte yaşayan kadınların, erkeklerin, transların, çocukların, engellilerin gereksinim ve taleplerini dikkate alarak oluşturulmadığını göstermeyi hedefledik. Aynı zamanda, cinsiyetler arasındaki eşitsiz koşullarda kadınların gündelik yaşamlarını kolaylaştıracak politika ve sosyal faaliyetlerin nasıl geliştirilebileceği, cinsiyet eşitsizliğini önlemeye yönelik perspektiflerin nasıl oluşturulabileceği ve en önemlisi toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı kadın dostu bir kentin nasıl inşa edilebileceği sorusuna cevap aradık.
Kendi açımızdan oldukça verimli geçtiğini düşündüğümüz bu atölyede neler yaşandığını paylaşmak ve bu konularda çalışmak isteyen kurumlara ve belediyelere de yardımcı olabilmek için üç gün boyunca tuttuğumuz atölye günlüğümüzü paylaşmak istedik.
Gün 1: Cinsiyetçilik ve cinsiyetçiliğin sonuçları
Atölyenin başlamasından birkaç gün önce katılımcılara resmi yazı gittiği için biz daha Mardin’e gelmeden atölye hakkında konuşulmaya başlandığını öğrendik. Bir katılımcı, atölye davetini ileten arkadaşa “Ben feodal bir erkek değilim ki, beni neden çağırıyorsunuz bu atölyeye?” diyerek toplumsal cinsiyet ve kent planlaması meselesinin kendisiyle alakalı olmadığını düşündüğünü ifade etmişti. Aynı zamanda atölye çalışmasının zorunlu kılınmamasından dolayı birçok belediye çalışanı toplumsal cinsiyet konusu ile kendisi arasında bağ kurmayıp, toplumsal cinsiyet konusunda kendisinin yeterince hassas ve duyarlı olduğunu bildirerek atölyeye katılmayı reddetmişlerdi.
Biz de atölyemizde bu tarz yorumlar geleceğini düşünerek toplumsal cinsiyetin belediye çalışanlarının yaptıkları işlerle ve kent planlamasıyla olan ilişkisini göstermeyi hedefledik. Bu anlamda katılımcılara kendi deneyimlerini de göz önünde bulundurarak kent yaşamının hayatlarını nasıl etkilediğini cinsiyete duyarlı bir perspektif sunarak göstermeye çalıştık.
“Naim Süleymanoğlu’nu kendime idol alıp kayayı kaldırmaya çalıştım, kaya kafama düştü”
Atölyeye başlarken ilk olarak hem katılımcıları daha iyi tanımak hem de katılımcıları birbirleriyle kaynaştırmak amacıyla iki adet farkındalık çalışması yaptık.
Birinci çalışmada katılımcıların iş yerinde her gün selamlaştıkları, belki de aynı birimde çalıştıkları mesai arkadaşlarını ne kadar iyi tanıdıklarını, cinsiyetlerinden dolayı toplum ve kentin içinde nasıl bir konumda bulunduklarını, kimlerin daha ayrıcaklı bir sınıftan ya da cinsiyetten gelmiş olduklarını birbirlerine sorarak öğrenmelerini istedik. Mesela “Bir çocuğun altını değiştirmişliğim vardır”, “Düzenli olarak ev işlerine katılırım”, “Sokak kavgasına karışmışlığım vardır”, “21 Kasım Şehir Stadyumu’na[1] gitmişliğim vardır” gibi farklı sorulara cevap vererek katılımcılar ikili gruplar halinde birbirlerini daha iyi tanıdılar. Bu aktivite sayesinde kadınlar ve erkekler çocukluktan itibaren hem özel hem de kamusal alanda nasıl farklı deneyimlere sahip olduklarını daha net bir şekilde görme imkanına sahip oldular.
İkinci aktivitede kadınları ve erkekleri iki gruba ayırarak çocukluk ve ergenliklerinde bir oğlan ya da kız çocuğu olarak onlardan neler beklenildiği, bu olaylarla ilgili neler hatırladıkları ve hissettikleri, kendi gelişimleri için kimi rol model aldıkları, kendilerinin izni olmadan haklarında kararlar alınıp alınmadığı gibi çok farklı sorularla katılımcılardan geçmişlerine yolculuk yapmalarını istedik. Bir erkek katılımcının “Naim Süleymanoğlu’nu rol model aldım. Onun gibi güçlü kuvvetli olmak istiyordum. Bir kayayı alıp kaldırmaya çalıştım ama kaya kafama düştü” anısı herkesi güldürdü. Diğer erkek katılımcılar da benzer erkeklik hikayelerini anlatarak toplumda erkek olmaya yüklenen anlamları sorgulamaya çalıştılar.
“İdolüm babamdı. Ne kadar erkeksi bir kimliğe bürünürsem o kadar fazla saygınlık kazanacaktım”
Kadınlar grubu ise erkekler grubuna göre kendi deneyimlerini anlatırken daha yalın ve daha doğallardı. Geçmişlerine yolculuk yaparken hatırlama süreçleri erkeklere göre daha kısaydı. Kendi hikayelerini anlatırken kadınların tekrar tekrar öfkelendiklerini, eşitsizlikler karşısında sinirlendiklerini ve bu eşitsizliklerin sebeplerini sorguladıklarını gördük. Katılımcılardan özelikle biri, babası tarafından oğlan gibi yetiştirildiğini, “kendi cinsine ne kadar uzak olursa toplumda o kadar güvenli olacağı” fikrinin kendisine nasıl aşılandığını bizimle paylaştı ve “Ben bu aktiviteyi yaparken neden burdayım, bunları neden yapıyorum diye kendime sordum ve şunu gördüm. Benden alınan, yok sayılan cinsiyetime sahip çıkmak için burdayım. Kendimi ve cinsimi sevmek, yaşadıklarımı anlamak için geldim diye kendime cevap verdim” şeklinde konuştu.
Başka bir kadın katılımcı geçmişi ile ilgili bir hatırlama sürecinde şiddeti hayatında nasıl normalleştirdiğini fark ettiğini belirtti. Bir diğer kadın katılımcı ise kadın olduğu için hayatta hiçbir şekilde ayrımcılığa uğramadığını, çok güzel bir çocukluk, ergenlik ve evlilik yaşadığını söyledi. Bunun üzerine diğer kadın katılımcılar kendisine şu an evli bir kadın olarak kimin soyadını taşıdığını sordular. Kadın katılımcı da eşinin soyadını taşıdığını söyledi. Bunun üzerine diğer kadın katılımcılar bunun da bir ayrımcılık olup olmadığını kendisine sordular. Kendisi de bu durumu şimdiye kadar bir ayrımcılık olarak düşünmediğini ifade etti.
Bu noktada hemen hemen tüm katılımcılar tarafından toplumsal cinsiyetin sadece aile içinde değil toplumun kendi içinde de toplumsal bir baskı aracı olduğunun altı çizildi. Bu aktiviteyle kadınlar hikayelerini, deneyimlerini paylaşırken mekanlar ve zamanlar farklı olsa da ortaklaştıkları onca deneyim ve yaşantıya sahip olduklarını fark ettiler.
“Ben cinsiyetçi değilim”
Öğleden sonra ise toplumsal cinsiyeti, cinsiyetçiliği, cinsiyetçiliğin türlerini, sonuçlarını ve günlük hayatımızdaki etkilerini konuştuk. Bu oturuma başlamadan katılımcıların bazıları cinsiyetçiliğin ne olduğunu bilmediklerini ifade ettiler, bilenlerden birisi de “Ne oldugunu biliyorum ama ben cinsiyetçi değilim” demişti. Ayrıca bu oturumda bazı erkek katılımcılar söze “ben cinsiyetçi degilim çünkü eşime fiziksel şiddet uygulamıyorum” diye başlıyordu.
Gün boyunca verdiğimiz her örnekte, izlediğimiz her kısa filmde görülen cinsiyetçilik örneği üzerine katılımcıların “aaa bu bende de varmış” ya da “cinsiyetçiliğin sadece fiziksel şiddetle ilgisi yokmuş” dediğine tanık olduk. İlk gün bittiğinde toplumsal cinsiyetin hepimizin içine nasıl da işlemiş olduğunu fark ettik. Cinsiyetçilikle nasıl mücadele edeceğimizi tartıştık, çözüm yolları üretmeye çalıştık.
Gün 2: Kentsel planlamanın cinsiyetçi doğası
İkinci gün toplumsal cinsiyet ve kent planlaması arasındaki ilişkiyi ayrıntılı bir şekilde ele aldık. Öncelikle hem kamusal alan ve özel alan arasındaki ayrımı tanımladık, hem de mekan ve cinsiyet arasındaki ilişki üzerine sorular sorduk. Mardin’de yaşayan kadınlar ortak yaşam alanlarını erkekler gibi mi algılıyor ve kullanıyor? Mardin’de yaşayan kadınlar kentin ekonomik kaynaklarından erkeklerle eşit biçimde mi yararlanıyor? Mardin’de yaşayan kadınlar toplum içinde erkeklerle eşit biçimde mi yer alıyor? Yerel topluluk içindeki kadınların ve erkeklerin rolleri, sorumlulukları ve konumları farklı olduğuna göre bu cinsiyetlerin kent içindeki gereksinimleri de farklılaşıyor mu? Bu soruları tek tek sorgulamak bize kent ve toplumsal cinsiyet arasındaki yakın ilişkiyi fark etmede oldukça yardımcı oldu.
Konuşulan konuları daha ayrıntılı bir şekilde ele almak gerekirse, toplumsal cinsiyetle ilişkili mekan düzenlemelerinde genel olarak iki farklı cinsiyet için iki farklı mekan oluşturulduğundan bahsettik. Aynı zamanda bir cinsiyetin (genellikle kadın) sınırlandırılması ve engellenmesi yolu ile diğerine (genellikle erkek) ait olan mekanların genişletilmekte olduğunu da vurguladık. Geleneksel kent planlamasının erkeği kamusal alanla, kadını ise özel alanla ilişkilendirmekte olduğunu gösterdik. Bunlara ek olarak kadınların toplumsal baskı ve denetimle kentin olanaklarından ve kaynaklarından mahrum bırakıldığını ve kentin planlamasının cinsiyetçi yapısından dolayı kentin kadınlar için güvensiz ve ulaşımının zor olduğuna vurgu yaptık. Benzer bir şekilde, kadınların çalışabilecekleri iş alanlarının sınırlı olduğunu ve genellikle yapılacak işlerin ev, çocuk ve yaşlı bakımı gibi işlerle sınırlı kaldığını gözlemledik. Kadının yerinin kamusal olmayan yer olarak belirlendiğini, bu mekanlar içerisinde de kadınlara daha az hak ve kaynak denetimi verildiğini, bu sebeple kadınların yaptıkları işlere de maddi manevi daha az değer biçildiğini göstermeye çalıştık.
“Erkekler birleşiyor, Mavi Çatı kuruluyor”
Bu konuları tartışırken Fransız yapımı “Ezilen Çoğunluk” adlı kısa filmi izledik. Filmde kadın ve erkek rolleri değişiyordu. Bir erkek kadınlar tarafından sokakta sürekli tacize, en sonunda da tecavüze uğruyordu. Polise gidiyordu ama kadın polisler kendisini hiç ciddiye almıyordu. Filmi izledikten sonra bütün katılımcılara “Böyle bir toplumda yaşamak nasıl bir şey olurdu?” diye sorduk. Sonra da erkeklere “Böyle bir toplumda yaşasaydınız ne yapardınız?” diye sorduk. Erkeklerin hepsi erkeklerin sürekli ezildiği bir toplumun çok kötü olduğunu, bu duruma karşı çıkmak için “Mavi Çatı” adında sendika kuracaklarını söylediler.
Ayrıca özellikle erkeklere bu filmi izlerken neler hissetikleri sorulduğunda erkekler duygularını açıklamaktan çekindiler. Üstelik yorum yaparken daha çok üçüncü tekil şahıs kullanarak kendilerinden değil de sanki bir başkasından bahsediyormuş gibi davrandılar. Duygularını belirtmekte neden bu kadar zorlandıklarını sorduğumuzda ise daha önce bir erkek olarak duygularının hiç sorulmadığını, bu sebeple hem şaşkın hem de çekingen olduklarını ifade ettiler.
“Sanki tüm Mardin benimmiş gibi hissettim”
Öğleden sonra hem üzerinde yoğunlaştığımız mekan ve cinsiyet arasındaki ilişkiyi, hem de cinsiyetlerin kentteki alanları nasıl kullandıklarını anlayabilmek için küçük bir farkındalık çalışması yaptık. Kadınların ve erkeklerin özellikle kamusal alanlarda nasıl yer kapladıklarını kendi deneyimlerimizden yola çıkarak tartıştık. Kadınların kamusal alanda kendilerini daha güvensiz hisettiklerini, erkeklerin ise sokakta kendilerinden daha emin bir şekilde yürüdüklerini yeniden gözlemledik.
Bu durumu daha iyi anlayabilmek için kadınlardan bacaklarını genişçe açmalarını, sandalyelerinde kendilerine ayrılan alandan daha fazla yer kaplayarak oturmalarını, etraflarına kendilerinden emin bakışlar atmalarını istedik. Erkeklerden ise oturdukları sandalyeden daha küçük bir alanı kullanmalarını, ürkek bir şekilde etraflarına bakmalarını, ellerini kollarını adeta saklanmak istercesine kendi bedenleri üzerine koymalarını istedik. Aktivite sonrası kendilerini nasıl hissettiklerini sorduğumuzda erkekler bunun çok zor bir deneyim olduğunu söylerken kadınlar ise bu oturuş sayesinde kendilerine çok güvendiklerini ve rahatladıklarını ifade ettiler. Hatta bir kadın katılımcı “Sanki tüm Mardin benimmiş gibi hissettim” diyerek meseleyi özetledi.
“30 yıldır Mardin’deyim, bu kahveye ilk defa geldim!”
Hem cinsiyetler arası mekansal farklılığı görebilmek hem de atölyede konuşulanların Mardin kent merkezindeki yansımasını görebilmek için kısa bir şehir gezisi yaptık. Mardin’in en işlek caddesi olan Cumhuriyet Caddesi’nde baştan sona bir yürüyüş yaptık. Katılımcıların sokakta erkeklerin ve kadınların nasıl yürüdüklerini, kamusal alanda nasıl yer kapladıklarını, sokakta daha çok hangi cinsiyeti gördüklerini gözlemlemelerini istedik. Katılımcılar kendi gözlemlediklerine çok şaşırdılar. Aktardıklarına göre, kadınların sayısı sokakta daha azdı, kadınlar daha çok gruplar halinde yürüyordu ve çok daha az bir alanı kaplıyordu. Erkekler ise daha rahat bir şekilde tek başlarına yürüyor, dükkanlarının önünde oturarak oldukça geniş bir alan kaplıyordu ve caddeden gelen geçen herkesi izliyordu.
Bu şehir gezisinde belki de çoğumuzun ilk defa deneyimlediği çok çarpıcı bir anımız oldu. Caddenin en güzel ve en işlek yerindeki kahvenin içinde sadece erkekler oyun oynuyordu ve içeriden çok fazla gürültü duyuluyordu. Gezimiz bitince bir çay bahçesine oturup gördüklerimizi konuşmayı planlamıştık. Sonra “Neden bir kahveye girmiyoruz ki?” dedik ve o güzel kahveye girmeye karar verdik. Karar verdikten sonra yaklaşık 20 kadın ve 10 erkek hep birlikte kahveye girdik. Kahvedeki erkeklerin bir anda bakışları değişti. Kahve adeta ortadan ikiye yarıldı ve yeni girenlere, yani bizlere, kahvede yer açıldı. Kahvenin gürültüsü azaldı, okey taşlarının okey tahtasına vurulma sesi değişti, kahve giderek daha az sesli bir yer haline geldi. Bizler de çaylarımızı içtik, aramızda okey ya da kağıt oynayan arkadaşlarımız oldu. Kahvedekiler ilk başta kısa süreli bir şok geçirdiler, fakat kısa bir süre sonra kadınların kahveye gelip oturması sanki çok sıradan bir şeymiş gibi rutin bir şekilde oyunlarına devam ettiler. Rutine dönülse de seslerinin düştüğünü, alanı işgal ederkenki o güvenli davranışların yerini güvensiz davranışlara bırakmış olduğunu gözlemledik.
Bazı kadın arkadaşlar kahvede oturanlarla sohbet ederek onlara kadınların kahvedeki varlığından rahatsız olup olmadıklarını sordular. Kahvede oturanlardan biri bu kahveye genelde Kürt vatandaşların geldiğini, onların da eylemlerde kadınları en önde görmeye alışık olduklarını söyledi. Bu yüzden bu durumun onu şaşırtmadığını ifade etti. Fakat yine de kadınların kahvede olmasından mutluluk duyduğunu da ifade etti. Ayrıca kadın arkadaşlar konuştukları diğer kişilerden çok olumlu tepki aldılarını, bu tepkilerin de onlarda alanları daha eşitlikçi bir şekilde kullanabilmek için mücadele etmede bir motivasyon oluşturduğunu belirttiler. Bazı kadın arkadaşlar kaç yıldır Mardin’de yaşadıklarını, fakat hayatlarında hiçbir zaman bu kahveye gelmediklerini ve kendilerini bu şehre şimdi daha da ait hissettiklerini söylediler. Bir kadın arkadaşımız da “30 yıldır Mardin’de yaşıyorum, ilk defa bu kahveye geliyorum!” diyerek bu deneyimin kendi açısından önemini bizlere gösterdi.
Gün 3: Değişimi Nasıl Sağlarız?
Üçüncü ve son günün sabahında bir gün önce şehirde yaptığımız gözlemlerimizi tartıştık. Katılımcılar bu geziyle şehirde neler gözlemlediğinden ve toplumsal cinsiyet perspektifiyle Mardin’i nasıl farklı algılamaya başladıklarından bahsetti. Bir kadın katılımcı bu gezinin onda toplumsal cinsiyet açısından çok ciddi bir değişim yarattığını söyledi. Biz de bu değişimi kutlamak için üzerinde Kürtçe “jin, jîyan, azadî” (kadın, yaşam, özgürlük) yazan bir pasta kestik ve mumları hep birlikte üfledik. Kadın katılımcılar pastaları dağıtırken erkek katılımcılar çay servisi yaptı. Masayı birlikte kaldırdık, ortalığı birlikte topladık. Toplumsal cinsiyet eşitliğini kısa süreliğine de olsa hayatımızda uygulayabilmenin haklı gururunu yaşadık.
Öğleden sonra “toplumsal cinsiyete duyarlı bir kent planlaması nasıl geliştirilir” sorusu üzerinde durduk ve konuyla ilgili somut çözüm önerileri getirdik. Kentsel değişime yön verecek önerileri istihdam ve ekonomik kalkınma, güvenlik ve kişisel bütünlük, konutla ilgili çözüm önerileri, sağlık, ulaşım ve kültür şeklinde altı başlık altında topladık. Her bir başlıkla ilgili çözüm önerilerini toplumsal cinsiyete duyarlı bir şekilde nasıl inşa edebiliriz sorusunu cevapladık.
Atölyemizi bitirmeden önce katılımcıların düşüncelerini sorduk. Katılımcılar atölyenin toplumsal cinsiyet dolayısıyla sırf kadın ya da erkek oldukları için ayrımcılığa maruz kaldıklarını anlamalarına, kamusal ve özel alanda ayrıştıklarını anlamalarına ve Mardin’i toplumsal cinsiyet penceresinden anlamalarına yardımcı olduğunu söylediler. Aynı zamanda belediyecilikte nasıl bir değişim yaratabileceklerinin farkına vardıklarını, toplumsal cinsiyetin kent inşasındaki rolünün de oldukça net bir şekilde farkına vardıklarını ilettiler.
Bitirirken: Bir dahaki sefere sadece erkekler için düzenleyelim
Atölyenin bitiminde katılımcılar bu atölyeyi hem başka birimler için, hem belediye meclisindeki komisyon üyeleri için, hem de belediyenin erkek çalışanları için yeniden düzenlememiz gerektiğini vurguladılar.
Bu atölyede erkek sayısı kadın sayısına göre daha az olduğu için gelecek çalışmalarda erkeklerin katılım için nasıl teşvik edilmesi gerektiğini tartıştılar. Özellikle erkek katılımcıların bu atölyeye katılmasının onlar açısından çok yararlı olacağını söyleyerek “Bu atölyeyi bir dahaki sefere sadece erkekler için düzenleyelim!” diye de bir öneri sundular. Bizi Mardin’e yeniden davet ettiler. Bize de bu güzel teklifleri kabul etmek düştü. Öyle görünüyor ki yakın zamanda yine Mardin yollarına düşeceğiz. Mardin’in çevre illerinde ya da Mardin’in başka ilçelerinde, farklı insanlarla toplumsal dönüşüm için yeniden bir araya geleceğiz.
Üç günlük atölye çalışmasında elbette biz de katılımcılardan çok fazla şey öğrendik. Öncelikle doğup büyüdükleri coğrafyada 30 yıldır devam eden savaşa karşı değerlerini, hedeflerini ve düşlerini nasıl savunduklarına ve bu değerlerin büyümesi için nasıl bir alan yaratma mücadelesi verdiklerine yakından tanık olduk. Son günlerdeki çatışmalı ortama rağmen barıştaki ısrarlarını gördük. Savaşın son bulup kadın özgürlüğüne, demokrasiye, çoğulculuğa ve ekolojiye dayalı alternatif bir sistemin inşası için Türkiye’deki tüm halklarla birlikte mücadele etme isteklerine ve inançlarına yakından şahit olduk.
[1] Mardin’de bir stadyum