"Hastaneye getirilen ölülerden elli ikisini inceledim. Bunlardan üç tanesi sopayla öldürülmüş, diğer ölüler mermilerle... Boğularak öldürülenlerin olduğunu söylediler. Yetmişlik yaşlıları, üç yaşında bebekleri vurmuşlardı. Bir cehennem aleminden geldim." (Mete Tan , Dönemin Sağlık Bakanı)
"...Karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen 80 yaşındaki, yaşlı Cennet Çimen'in evine gittiler. Bu kadını, 'Gel nene, gel' diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet Kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ve Nuri Boğa tornavida ile gözlerini oydular, sonra silahla öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler..." (Maviş Toklu, Tanık)
Günümüz genç nesillerinin havsalasının alamayacağı bu olaylar Maraş'ta yaşandı. Denebilir ki, Maraş, Maraş olalı böyle bir zulüm ve vahşet görmedi.
Peki neden?
Yükselen sola barikat: MC
1960'lı yıllar, dünyada ve Türkiye'de sol değerlerin yükseldiği yıllardı.
12 Mart darbesi, gelişen sol mücadeleyi kesintiye uğratsa da solun üzerinde geliştiği toplumsal mecraya nüfuz edemedi. İki yıllık bir "sessizlik"ten sonra 1973 genel seçimlerinin ardından, toplumsal siyasi mücadele topraktan fışkırırcasına boy attı.
1973 genel seçimlerinin galibi Ecevit'in CHP'siydi. Gerçekte ise seçimin galibi, Ecevit'te sembolize olan halkın geleceğe dair umutlarıydı.
Halk, cumhuriyet tarihinde ilk kez geleceğe umutla bakmaya başlamış, kendi kaderini ele alma düşüncesiyle devlet sınıfından kaçmıştı. Mevcut düzeni de, Ecevit'i de çok çok aşan bir gelişmeydi bu...
Genel seçimlerden sonra kurulan CHP-MSP koalisyon hükümeti Başbakan Ecevit'in Türkiye'ye pahalıya patlayan siyasi hatası nedeniyle dağıldığında, yerine hemen "Komünizme karşı Milliyetçi Cephe" adı altında, asıl işlevi, her türlü sol ve ilerici düşünceyi yok etmek olan bir hükümet kuruldu.
Yeni hükümetin konseptine göre MC'nin mimarı olan Demirel, bürokrasi ve meclisi; Alparslan Türkeş ise sokağı kontrol edecekti.
Faşistler artık hükümet ortağıydı.
İlk elden, İstanbul ve Ankara gibi büyük kent merkezlerinden başlayarak lise ve üniversiteleri işgal edeceklerdi. İlerici-devrimci öğrenciler okula alınmayacak, "tarafsızlar" faşist beyin yıkama mekanizmasının bombardımanına tabi tutulacaktı. Direnenler dövülecek, mücadelede ısrar edenler öldürülecek, polis olan biteni görmezden gelecek, faşistlerin yetmediği noktada yedek destek gücü olarak hazır bekletilecekti.
Maraş katliamına doğru
Hadise büyük kent merkezleriyle sınırlı değildi elbette. Kamuoyuna da yansıyan belgelere göre, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Malatya, Maraş gibi Türkeş'in "Altın Hilal" diye adlandırdığı kent ve ilçelere de yayılmıştı toplumsal uyanış. Türkeş'e göre "Altın Hilal, tarihsel ve kültürel olarak Türklüğün köklerini derinlere saldığı topraklardan müteşekkildi. 'Komonist' ideoloji ve Kızılbaşlar bu kökleri bozuyordu. Öze dönüş ve etnik temizlik şarttı." Türklüğün ve Türk milliyetçiliğinin Anadolu'daki bekası da bir yerde buna bağlıydı.
Yaşanan olaylar bu kanlı hesabın, yalnızca Türkeş'in ideolojik sapkınlığından kaynaklandığını düşünmenin yanlışlığını gösterdi. Neticede ipleri Pentagon'un elinde olan bir devlet çekirdeği mensubuydu Türkeş...
MC'nin kurulduğu tarihlerde Altın Hilal'in kent ve ilçelerinde bir yabancı dolaşıyordu. ABD büyükelçiliğinin ikinci katibi Aleksander Peck'ti bu isim. Ortaya çıkan yeni kayıtlara göre Peck, AP'li ve MHP'li il başkanları ve yöneticilerle, milliyetçi iş adamlarıyla, eşraftan ileri gelenlerle, toprak sahipleriyle toplantılar düzenliyor, tam da Türkeş'in söylediği gibi Altın Hilal'de etnik "temizliğin" gereğinden söz ediyordu.
Kapalı kapılar ardında alınan kararlar uyarınca bu "temizlik" yapılacaktı. Asıl üzerinde durulan nokta, bu planın, sağ-sol çatışması biçiminde mi, Alevi- Sünni çelişkisi kullanılarak mı uygulanacağıydı. Bu topraklar, binlerce yıldır farklı mezheplerden kesimlerin iç içe yaşadığı, dinsel duyarlılıkları hassas topraklardı. Sonuçta Alevi-Sünni çelişkisinin körüklenmesi üzerinde karar kılındı.
Elazığ, Malatya ve Sivas'taki ilk denemeler, gelişen güçlü direnişler nedeniyle istedikleri sonucu vermemişse de, Alevi-Sünni çelişkisi üzerinden hızlı bir kamplaşma yaratılabileceğinin verilerini de ortaya koymuştu.
Bu çerçevede en kapsamlı katliam Maraş'ta düzenlendi.
Her katliam öncesinde ortaya çıkan CIA ajanı Peck, katliamın arifesinde Maraş'taydı. Bu şaibeli adam, 1980 Çorum katliamında da görülecekti. Sonra bir daha kimse görmedi onu. Kısa bir süre içinde de 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Peck, kendisine verilen görevi hakkıyla(!) yerine getirmiş ve ortadan kaybolmuştu.
Ecevit'in özel arşivinden gün yüzüne çıkan yeni belgelere göre, katliamlarla ilgili tek derin bağ Peck değildi. 1975 yılında kurulan MC'nin başbakan yardımcılığına Alparslan Türkeş getirilmiş, MİT ona bağlanmıştı. Bir süre sonra MİT, asıl görevinden kopacak, kontrgerilla ve MHP ile ortak bir çalışma içine girecekti.
1978 Ocak'ında hükümet olan CHP, MİT'e bir türlü hakim olamayacaktı. Türkeş, Hukuk Müşavirliği, Psikolojik Savunma Başkanlığı; İstanbul, Ankara ve Diyarbakır Bölge Daire Başkanlıklarındaki yandaşları aracılığıyla MİT'i kontrol ediyordu.
Maraş katliamından aylar önce Türkeş, MİT'teki üst düzey ilişkileri aracılığıyla, MİT Güney bölgesini ele geçirmişti. MİT'in desteğini arkasına aldığından, Maraş olaylarını rahatlıkla düzenleyeceğinden artık emindi. Bölgeden merkezi hükümete istihbari bilgi akışı kesilecek, her şeyi sola bağlarken sağ ile ilgili masumane tasvirler çizen manipülatif bir bilgilendirmeyle hükümet "uykuya yatırılarak" tezgahlanan plan uygulamaya konulacaktı.
Maraş katliamının planlamasını, Türkeş'in dünürü de olan MİT Hukuk Müşavirinin içinde bulunduğu dört MİT mensubu yapmıştı. MİT'in katliamın içinde olması, sağlıklı istihbarat akışını engellerken, vahşete varan sonuçlara yol açtı.
MİT, bu rolünü sonrasında da sürdürdü. Faşistlerle ilgili raporlar mahkemelerden gizlenirken, sol gruplar hakkında gerçek dışı raporlar düzenlendi. Nitekim 12 Eylül darbesinden sonra Maraş Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Recep Haznedaroğlu, bu tek yanlı raporlara dayanarak katliamı tersine çevirip, işkenceyle sol bir gruba mal etmeyi deneyecekti. MİT raporlarının bu şekilde tanzim edilmesi, bizzat Türkeş'in talimatı ile olmuştu.
Hukuksuz yargıdan vicdani yargıya
12 Eylül sonrasında Maraş olayları hakkında açılan davalar ise tam bir hukuk skandalıydı. Katliamın faili olarak 804 kişi yargılandı. Katliamda birinci dereceden rol oynayan 68 kişi ise hiç yakalanmadı. 379 kişi beraat etti. 1 ila 15 yıl arasında mahkumiyet cezası ile yargılanan 314 kişinin cezalarında önce 1/6 oranında indirim yapıldı, sonra hepsi mahkeme sürecinde salıverildi. 29 kişi hakkında verilen idam ve yedi kişi hakkında verilen müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından bozuldu. 1991'de çıkan Terörle Mücadele Yasası'nda yapılan değişiklikle de katliam sorumlularının hepsi salıverildi.
Böylece Maraş Katliamı dava dosyası sessiz sedasız kapatılmış oldu. Bundan sonra da bu dosya hiç açılmadı. Tarihe kara bir leke olarak geçen katliam unutulmaya bırakıldı.
Unutuldu da!
Maraş'ta öldürülenlerin çocukları, eşleri, anne, babaları katliamdan nasıl etkilendi? Bugün nerede ve nasıl yaşıyorlar, bilmiyoruz. Maraş'taki solcu, Alevi halkın yüzde sekseni, büyük kentlere ve yurt dışına göçerek köklerinden koptular. Bu insanların yaşadığı evsizlik ve memleketsizlik nasıl bir haldir; yarattığı kırılmalar, eziklikler, travmalar nedir ve nasıl yaşanır, araştırmadık.
Maraş'ın filmini, tiyatrosunu yapamadık. Romanını yazamadık. Maraş katliamı üzerine kaç şiir yazıldı, bilemiyoruz ama bir şiir kitabının olmadığını biliyoruz. Maraş üzerine bir ağıtımız bile yok. Ağlayamıyoruz.
Maraş'ta yaşananları bugünkü kuşakların havsalasının alamayacağı gerçeğini hep ifade ettik. Bu denli unutkanlık, umarsızlık, mazisizlik nasıl bir şeydir, nasıl yaşanır? Canıyla kanıyla yaşayan bir insandan, hem-türleri tarafından işkenceyle, tecavüzle, boğularak, yakılarak öldürülen bir insanın yokluğuna nasıl geçilir, geçişte hiç mi evrim olmaz? Yok mudur? Olması gerekmez mi? Evet, bunlar genç kuşakların havsalasının alamayacağı şeylerdir ama gerçektir.
Kim bilir, belki Maraş katliamı başta bizim kuşağımız olmak üzere, toplum olarak hepimizin yüzünü kızartıyor, vicdanımızı kanatıyor. Zayıflığımızla, güçsüzlüğümüzle, çaresizliğimizle yüzleşmekten korkuyoruz. Belki de bu yüzden kimsenin ulaşamayacağını düşündüğümüz derinliğimize gömdük Maraş katliamının izlerini... Nesneleştirdik, ona yabancılaştık.
Bu ruh hali bir şekilde katliamla ve katliamcılarla suç ortaklığı yaptığımız gerçeğinin üstünü örtmüyor.
Katliamı yapan partinin yıllar yılı Maraş'ta en güçlü parti olduğu, böylece "en doğruyu bilir" halkımızın katliamcılığı ödüllendirdiği, katliamcılarla suç ortaklığı yaptığı gerçeğini değiştirmiyor. Katliamı örgütleyenlerden birinin basit bir soyadı değişikliği ile kendini unutturduğu, hatta halkın temsilcisi olarak TBMM'ye girdiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Katliamı kontrgerilla, dönemin MİT görevlileri ve MHP'nin ortaklaşa düzenlediğini pekala iyi bilen "vicdanlı ve dürüst" Ecevit'in MHP'yi iktidara taşıdığı gerçeğini de değiştirmiyor.
Katliamın asıl kurmaylarına gelince... Darbe koşulları yaratmak için Türkiye'yi istikrarsızlaştırma siyaseti güden, darbeyi "kendi çocuklarına" yaptıran ABD'nin, simgesel olması bakımından CIA ajanı A. Peck'in, Alparslan Türkeş'in, dönemin MİT yetkililerinin; bölgedeki AP'li ve MHP'li il başkanları ve yöneticilerinin, iş adamlarının, toprak sahiplerinin, eşrafın, Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı başta olmak üzere Susurluk Çetesi'nin katliamdaki sorumluluklarının kamuoyunun gündemine gelmediği, sorgulanmadığı ve bir hesaplaşma yaşanmadığı açık.
78'lilerin sorumluluğu
Peki bir hesaplaşma olmayacaksa adalet nasıl sağlanacak?
Adalet yoksa, demokrasi ve özgürlük nasıl olacak?
Bir daha aynı şeylerin yaşanmamasının mahşeri vicdanı nasıl kurulacak?
Yaptırım olmayan bir suç, her daim işlenmeye açık değil mi yoksa?
Ve 2 Temmuz Sivas katliamı, aynı makus tarihin tekerrürü değilse, ne?
Bu kanlı tarihin bir daha yaşanmaması için 78'liler Girişimi olarak Maraş dosyasını yeniden açıyoruz.
Adalet için, hak ve hukuk için, özgürlük ve demokrasi için Maraş katliamının kamuoyunun gündemine getirmeyi 78'lilerin tarih önünde bir sorumluluğu olarak kabul ediyoruz. (CC/TK)
* Celalettin Can, 78'liler Girişimi Türkiye Sözcüsü