Görsel: Simon Glücklich, Paar imGespräch/Sohbet
“Mansplaining” kavramı, Altın Portakal Ödül Töreni’nde Tamer Karadağlı’nın oyuncu Nihal Yalçın’a ödülünü sunarken yaptığı cinsiyetçilikle yeniden gündeme geldi.
“Mansplaining” tam olarak ne demek? Nasıl ortaya çıktı da kadınların başına bela oldu? En önemlisi de “Mansplaining”le karşılaşan kadınlar ne yapabilir?
Kanada York Üniversitesi’nde feminist teori dersleri veren Coşku Çelik, tüm bu sorulara detaylıca yanıt veriyor ve “Mansplaining”i yapısal eşitsizliklerin bir tezahürü olarak anlatıyor.
“Mansplaining”in “Aman ne olacak en fazla sözümüz kesildi” gibi bir yaklaşımla geçiştirilemeyecek yapısal bir durum olduğunu söyleyen Çelik’e göre, erkek şiddetine giden yolun taşları “Mansplaining” ile adım adım döşeniyor.
“Erkek egemen kamusallığın bir tezahürü”
Hemen “mansplaining” tanımıyla başlayalım?
“Mansplaining” kelime anlamı olarak “erkek” (man) ve “açıklama” (explaining “kelimelerinin birleşimi, erkeklerin kadınlara kibirli ve kadınların kendilerinden daha az şey bildiklerini var sayarak açıklama yapmalarına karşılık gelen bir kavram. Kadınların susturulması, sözlerinin değersizleştirilmesini ifade eden bir kavram.
Burada “susturma” kritik bir kavram olarak karşımızda duruyor. Bu anlamda, “mansplaining” sadece iletişimsel bir baskı değil, toplumsal bir güçsüzleştirmeye, kadınların sesini kısmaya işaret ediyor.
Çocukluktan itibaren öğrenilen, erkek egemen bir kamusallığın tezahürü diyebilirim.
Erkeklerin düşüncelerinin çocukluktan itibaren (aile içinden başlayarak) önemli ve değerli görülmesinin toplumsal yansıması.
Kavramın ilk çıkışı neye dayanıyor peki?
Kavramın çıkışı biraz da bana kendi deneyimlerimi hatırlattı. Çok fazla arkadaşımdan da benzer şeyler duydum.
Anlatır mısınız bize?
Rebecca Solnit’in “Men explain things to me” (Erkekler bana açıklama yapıyor) başlıklı blog yazısına dayanıyor.
Yazı, bir ev partisinde başından geçen olaydan yola çıkıyor. Kendisinden yaşça büyük erkek ev sahibi, Solnit’e birkaç tane kitap yazdığını duyduğunu, kitaplarının nelerle ilgili olduğunu sorar.
Solnit’in o güne kadar yayımlanmış altı ya da yedi kitabı vardır ve en yeni olanı, River of Shadows: Eadweard Muybridge and the Techological Wide West kitabından bahseder.
Erkek, Muybridge’i duyduktan sonra Solnit’in sözünü keser ve “bu sene çıkan, Muybridge üzerine, çok önemli kitabı duydun mu?” der ve cevabını beklemeden Solnit’e bu “çok önemli” kitabı anlatmaya başlar.
Solnit, adam kitabı anlatırken, bu kendini beğenmiş bakışı, üzerinde otorite kurma çabasını, bildiği bir konuda kendisine nutuk atılmasını çok iyi tanıdığını düşünür. Bu arada, erkek, kitap hakkında konuşmaya devam eder. Solnit’in arkadaşı Sallie, dayanamayıp adamı böler, bölmeye çalışır ve bahsettiği kitabın yazarının Rebecca olduğunu söyler. Fakat adam Sallie’yi duymayıp anlatmaya devam eder.
Sallie ancak üç ya da dört kez tekrarladıktan sonra adam onu duyar. Sonuçta anlaşılan şudur: Rebecca Solnit o “çok önemli” kitabın yazarıdır, kendi kitabını ona anlatan erkek ev sahibi ise kitabın yalnızca New York Times’daki tanıtımını okumuştur.
“Mansplaining”e dair siz neler yaşadınız mesela?
Aslında çok fazla. Aklıma gelen bir tane var mesela.
Bu örnekte erkek benden yaşlı değildi ya da aramızda hiyerarşik ilişki yoktu. Ben saha araştırmasını yeni tamamlamışım, aylardır o bölgede kalmışım. Tam ayrılırken Ankara’ya dönecekken bir erkek arkadaşımla buluştum.
Ben sahadaki gözlemlerimi anlatmaya başladım, o erkek arkadaşım da sözümü kesti ve o bölgede “gerçekte olanları”bana anlatmaya başladı. Ömründe gitmiş değil oraya.
Mesela şu da geliyor başıma.
Marksist bir akademisyenim ben. Marksizm öğretiyorum mesela şu anda. Ama akademik yaşamıma başladığımdan beri ben Marx’ın adını andığımda çoğunlukla bir erkek çıkıyor ve bana Marksizm öğretiyor. Bu münferit değil. “Ne yapalım kalp kırmayalım” denilen bir şey değil. Bu masum değil. Son derece patriyarkal.
“Yapısal bir eşitsizlik var”
“Mansplaining” temelleri nerelerde atılıyor peki?
Ortalama bir aileyi düşünelim veya popüler kültür ürünlerini düşünelim. Akşam eve ekmek getiren evin babası sinirli gelecektir. Kadınların görevi onu alttan almaktır, kızdırmamaktır. Bu evin erkek çocuğu için de durum çok farklı değil. Erkek gerektiğinde esip gürler, ailedeki kadınların idare etmesi gerekir.
Bu erkekler kamusal alana sözü daha kıymetli olarak girer ve kadınlarsa bu erkeği idare etme görevini sürdürür. Bir erkek öğrenci sınıfındaki kız arkadaşının sözünü kesme hakkını kendinde görürken, kadın öğrenci sözünün değeri konusunda daha çok tereddüt edecektir. İş yaşamında da tablo çok farklı değil.
Yani sadece erkeklerin konuştuğu kamusal alanlar münferit değil, masum değil. Yapısal eşitsizliklerin yansımaları.
"Ceren Damar'a Aylin Sözer'e gidebilir..."
“Mansplaining” arkasında yapısal nedenler var diyebilir miyiz?
Aslında ardında da sonuçları itibariyle de var. Diyelim bir panel yapacaksın ve o uzman kişileri davet etmek istiyorsun. Karşına tabii ki önce erkekler çıkıyor. Çünkü tekrar tekrar fikirleri alınmış, düşüncesi onurlandırılmış erkek hocalar buna karşılık benzer alanlarda çalışma yaptığı, o alanların uzmanı olduğu dahi fark edilmemiş kadın hocalar var.
Ben şöyle baktığımda bunun basında da farklı olmadığını görebiliyorum veya sivil toplumda da farklı olmadığını görebiliyorum.
Bir yandan meslek hayatına daha özgüvenli girmiş erkeğin daha kolay kendini ifade edebilmesi, bir yandan tekrar tekrar görüşlerine başvurularak mesleğinin onurlandırılması bunun karşısında kamusal olarak sesi kısılan, düşünceleri değersizleştirin kadınlar var.
Dolayısıyla akademi toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin güçlü bir biçimde yansıdığı ve yeniden üretildiği bir alan. Ve oldukça tehlikeli sonuçları var.
Bir öğrencinin kadın hocanın sözünü ciddiye alması daha zordur. Kurumsal süreçlere de yansır bu. Kendini kurullarda ifade etmekten öğrenci ile kurduğun ilişkiye kadar... Bunlar patriyakadan bağımsız değil. Sözü onurlandırılan erkek akademisyen karşısında sözü önemsizleştirilen kadın hocalar var.
Örneğin egosu yüksek erkek hocaya hayranlık varken kadın hocanın daha şefkatli olması beklenir, gülümsemesi beklenir. Erkek hoca gibi ukala, ters olsa anında cinsiyetçi şakalar yapılır. Bunlar ilk bakışta masum görülebilir oysa değil bunlar kamusal olarak kadınları susturma pratiklerinin yansıması. Bunlar meslekte başarısız olmaya veya hissetmeye sebep olabilir. Ama çok daha kötü sonuçlar da doğurabilir. Ceren Damar’a gidebilir Aylin Sözer’e gidebilir.
Ceren Damar’ın genç bir kadın olması onu öldürenin genç bir erkek olması tesadüf değil. Bu yapısal bir sorunun sonucudur. Erkek hocanın da başına gelebilir ama bu daha düşük bir ihtimal.
Ben bunu nerden buluyorum sınav gözetmenliği için erkek asistan isteyen hocalardan biliyorum. Erkek asistana duyulan saygı onun fiziksel üstünlüğüne duyulan bir saygı değil, sözüne duyulan saygı.
Sözüne değer verilmeyen genç kadın akademisyenin ne kopya çekme uyarısına ne de derste anlatacağına saygısı var o öğrencinin.
Akademisyen Aylin Sözer’de de bir susturma örneği var. Aylin Sözer rehin alındığı evde ders anlatmaya devam etti. Konuşabilseydi anlatabilecekti sözüne değer verildiğini bilseydi, bunu anlatılabilirdi. Konuşabilseydi yardım isteyebilseydi öldürülmeyecekti.
Kadınları susturma pratiklerini, erkek egemen kamusal alanları (all-male paneller dahil!) basitleştirmememiz gerekir. Buradaki cinsiyetçiliği ifşa etmemiz çok önemli.
Erkek şiddeti ve “susturma”, “mansplaining” arasında bir neden sonuç ilişkisi var o zaman..
Aynı kadının susturulmasının tehlikelerini kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin çok yoğun olduğu Türkiye’de düşünelim. Kadınların susturulmaması, sözünün dinlenmesi gerekir de yaşadığı şiddeti, tacizi anlatabilsin.
Sistematik olarak susturulduğu bir yerde, kadının sözüne değer verilmeyen bir kamusallıkta kadın şiddete maruz kaldığına insanları ikna edemeyebilir. Ben şiddete uğruyorum dediği anda çevresindeki bir erkek aslında onun şiddet olmadığını anlatmaya başlayabilir. Daha sosyal çevresini ikna edemeyen kadın hâkime savcıya kolluk güçlerine nasıl gidip anlatacak? Anlatamadığı sürece de şiddete daha açık hale gelecek.
Çözüm önerileriniz neler?
Benim çözüm önerim feminist politikadır. Aslında burada çok önemli bir yere girmek istiyorum. Feminist teori ve politika. Feminizm tamamen mücadele ve teorinin birbirinin üzerine yükseliyor olması.
Bugün biz feminist teori ve mücadeleden söz ediyorsak susmayı reddeden kadınlar sayesinde. İkinci Dalga Feminizm’in çok önemli bir iddiası oldu: Feminizm, kadınların yaşamlarının deneyimlerinin teorisidir ve kadınlar tarafından geliştirilen bir teoridir.
Kadınların yaşadığı baskı sömürünün erkekler tarafından teorize edilmesine de karşıdır dolayısıyla. Bu ikinci dalgayla birlikte ortaya çıkan önemli bir ilkedir. Bence feminizm kadınların susturulmasına karşı en önemli itirazlarından biri bu.
İkinci olarak da “özel alan politiktir”. Bu da diğer önemli ilke ve İkinci Dalga’nın en önemli katkılarından biri. Patriyarkayı, patriyarkal şiddeti yasal ve kurumsal çerçeveden öte tanımlamış olmasıdır. Sistemsel eşitsizliklerin zihinde, bilinçte, ruhta nasıl tezahür ettiğini yatak odasına, mutfağa işyerine, nasıl tezahür ettiğini gösterdi. Kadınlar susturulsaydı bu olamazdı gösterilemezdi.
İkinci Dalga “özel alan politiktir” ilkesini hem iddia hem de yöntem olarak ortaya attı. Partriyarkanın her tür ilişki içine nasıl sızdığını anlattı.
İkinci Dalga’yla birlikte bilinç geliştirme grupları kuruldu; baskı, şiddet, yetersizlik, özgüven eksikliği gibi sorunların kadınların kişisel başarısızlıklarından değil daha geniş tahakkümün erkekliğin baskısından kaynaklanan bir şey olduğunu konuştular.
Bilinç yükseltme deneyim paylaşımı çok önemliydi. Kadınlar tarafından yapılıyor olması çok önemliydi.
Bu tartışmalar sayesinde 1980’lerde evlilik içinde tecavüz diye bir şey olduğu söylenebildi, iş yerinde masum olarak gösterilen flörtleşmelerin taciz olduğu söylenebildi. Böylece kişisel olan politik oldu kişisel ızdırap toplumsallaştı, politik oldu.
Bunların hepsi kadınların konuşması ile mümkün oldu. Feminizm kazanımları kadınların konuşmasıyla oldu.
Dolayısıyla, çözüm önerim feminist mücadele. Ama bu ille büyük örgütlerde bir araya gelmek anlamında değil. Üç, dört kadının da bir araya gelmesi deneyim paylaşımı da bir mücadele. Özetle, susmanın reddi diyebileyim.
(EMK/AS)