Sakın şu günlerdeki manşetlere bakıp aldanmayın... O zamanlar, kesinleşmemiş yarı hükmüne karşın bu gençlerin "terörist" olduğunu kamuoyuna aktarmakta sayfalarının satır, sütun ve puntolarında hiçbir cömertlikten kaçınmayan gazeteler, gençlerin "işkence gördük" çığlıklarında bir o kadar nekes davranmayı tercih etti...
Oysa beraat ettiler
Hemen belirtmek gerek ki; artık sizlerin de bildiği gibi, sadece polis fezlekelerine yansıyan iddialar üzerine "terörist" ilan edilen bu gençlerin tümü, haklarında açılan örgüt üyeliği davasında beraat etti.
O günlerde, şu anda yayın hayatını sürdürmeyen bir gazetede çalışan bu satırların yazarı, bu konulara duyarlı olduğunu bildiği editörünü Manisa'ya gitmeye ikna etmekte zorlanmadı. Ancak yapılan haber ve röportajlar, yayımlanmaya başladıkları ilk gün ünlü bir sanayici ölünce rafa kalktı... Yani, iki haber yayımlandı ve arkası gelmedi.
Bilmekten doğan utanç
Manisa'da mağdur gençlerin ailelerinin hemen hemen tamamıyla bir evde buluşuldu. Annelerin ve metanetli görünmeye çalışan babaların ağladığına tanık olundu. Daha önce işkencenin varlığından bile haberdar olmayan ya da kendini haberdar etmek istemeyen bu insanlar artık acıyı yüreklerinde hissediyordu.
Röportaj sırasında ortaya çıkan bir şey daha vardı: "Daha önce Türkiye'de işkence yapıldığını biliyor muydunuz?" sorusunun ardından yaşanan sessizlik ve kaçırılan bakışlarla verilen kaçamak yanıtlarda işkence mağduru bu anne ve babalar, "Polis işkence yapıyorsa bir bildiği vardır. Terörist olana müstahaktır" diye düşünmekten artık utanıyorlardı.
"Bu işyerinde işkence vardır"
Basının "işkence görüyorum" çığlıklarını duymamakta ısrar ettiği günlerde bir kişi, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Sabri Ergül ortaya çıktı. Bildiğimiz politikacıların aksine, alışık olmadığımız bir tavır sergiliyordu.
Gençlerin işkence iddialarının doğruluğunu anlatmaya çalışan, ancak basının duyarlılığını bir türlü sağlayamayan Ergül, Manisa Emniyet Müdürlüğü'nün önüne "Bu işyerinde işkence var" yazılı bir döviz astığında dikkat çekmeyi başardı.
Ergül'ün sayesinde haber nihayet manşetlere taşındı, televizyon kanallarında herkesin gözyaşlarıyla izlediği programlara konu oldu. O zamanlar henüz çocuk yaşta olan Manisalı gençleri artık tüm ülke "işkence mağdurları" olarak tanıyordu.
Hürriyet gazetesi ve Manisalı gençler
Olayı okuyucularına sunumlarında en dikkat çekici olanı Hürriyet gazetesiydi. "Susurluk Çetesi"nin deşifre olduğu günlerde işkence ve devletin adının karıştığı insan hakkı ihlallerinde okurlarını bilgilendirmekten kaçınan bu gazete, aylar sonra "Al sana çete" manşetiyle yayımlandığında, "Artık bu iş çözülür" diye umutlananlar arasındaydım.
Türk basınının devletin âli çıkarlarının lokomotif gazetelerinden Hürriyet böyle bir manşet attığında, Manisalı gençlerin işkence dramıyla ilgilenmek de bir farz olmuştu.
Manisa davası artık, bu tür konulara duyarlı birkaç gazetecinin izlediği bir olay olmaktan çıkmış; gazetelerde ve kamuoyunda işkence olaylarına karşı duyarlılık oluşmuştu.
Dayanışma ve ilgi
Manisalı gençlerin İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) "örgüt üyeliği" suçlamasıyla sanık olarak, Manisa Ağır Ceza Mahkemesi'nde de işkence mağduru olarak hakim karşısına çıktığı davaları artık çok sayıda gazeteci izliyordu.
Kamuoyunun yakından tanıdığı sanatçılar ve aydınlar duruşmalara gidip gençlere destek veriyordu. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) insan hakları örgütlerinin raporlarına da yansıyan olayla ilgili davada, birçok yabancı heyet ve temsilci de hazır bulunuyordu.
Tüm bunlarda insan hakları örgütlerinin kimi temsilcileri, bazı avukatlar ve bir grup gazetecinin içtenlikli dayanışması büyük rol oynamıştı.
Birilerinin işbirliği ve zamanaşımı
Manisalı gençler, 1996 yılından başlayarak hemen her yıl Türkiye ve uluslar arası insan hakları kuruluşlarının raporlarında yer aldı. Çünkü işkence davası, beraat kararının ardından Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin aldığı bozma kararına karşın bir türlü bitmek bilmiyordu.
Dava, altı yıldan fazla sürdü. 2002 yılına gelindiğinde, zaman aşımı sınırına sadece birkaç ay kalmıştı. Artık, dördüncü kez açılan ve 40'tan fazla duruşması görülen davanın zamanaşımına uğraması için özel bir çaba mı harcanıyor düşünmemek elde değildi.
Basının da davaya ilgisi azalmıştı. Olay, ancak duruşma günlerinde -ve kimi gazetecilerin çabasını saymazsak- kısacık haberlerle geçiştiriliyordu.
AB İlerleme Raporu ve Manisalı gençler
Ve bir gün... Kısa zaman önce, Türkiye'nin de üyesi olmaya çalıştığı Avrupa Birliği'nin (AB) ilerleme raporu yayımlandı. Raporda, Manisa davası örnek verilerek Türkiye'de işkencenin cezasız kaldığı vurgulandı. Raporun hemen ertesinde yapılan duruşmada ise karar çıktı, sanık polisler suçlu bulundu.
İşkenceci polisler ve avukatları, kararın bağımsız yargıya leke düşürdüğünü açıklayıp kararı AB'nin raporuna bağladı. İddialarına göre, AB raporunun baskısı olmasa beraat etmeleri gerekiyordu.
Basın polislerin suçluluğuna inandı
İlginç olanı, haberlerinde bu polislerin suçluluğuna inandığını sergileyen basının, verilen bin 20 aylık hapis cezasını polislerin iddiasını doğrular tarzda duyurmasıydı.
Yazılı ve görsel hemen tüm yayın organlarında Manisa davasının AB raporlarında yer aldığı ve Türkiye'nin AB'ye girememesinin nedenlerinden birisi olarak gösterildiği anlatıldı.
AB değil, basın çalışanları
Genelde hak ihlallerini, özelde Manisa davasını yakından izleyen bir gazeteci olarak iddiam şu ki; bu cezanın verilmesinde basın AB'den daha etkiliydi. Hatta, Yargıtay 8. Dairesi'nin tüm sanık polislerin ismini teker teker sayıp hangi mağdura hangi işkenceleri yaptığını anlatarak, her birine ceza verilmesini isteyen bozma kararında da, basının etkisi büyüktü.
Bunun AB'nin baskısıyla olduğunu söylemek ya birilerinin avuntusu ya da gerçekleri görmek istememesi olsa gerek...
"Metin Göktepe davası" gibi
Unutmamak gerekir ki, AB raporları da Türkiye'deki medya kuruluşlarında, yayımlanan haberlerin özetleriyle hazırlanıyor.Yani bir anlamıyla Türkiye'nin karnesini medya hazırlıyor.
Bu olay, gazeteci Metin Göktepe'nin gözaltına dövülerek öldürülmesiyle ilgili davada olduğu gibi, basının sınavı oldu.
Etik değerlere sahip bir medya mı?
Bir yanlışın, sistematik süren bir sorunun nesnel ölçütleri koruyarak, hak ettiği objektif değer verilerek haberleştirilmesi halinde bir şeylerin değişebileceğinin kanıtıdır bu karar.
Bu ülkede bir şeylerin değişmesi için, önce basının değişmesi gerektiği ya da basın kuruluşlarının gazeteciliğin en basit kurallarını yerine getirmesinin dahi yeterli olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
Bu sorun da, öyle iki yılda bir dikiş tutmayan ilkeler yayımlamakla çözülemiyor ne yazık ki... Problem basit: Etik değerlere sahip bir medya mı, yoksa, "etiği senin kemiği benim" diye habercilik yapan bir medya mı istiyorsunuz?
Önemli olan buna doğru yanıtı verip uygulamakta... (MZ/BB)