2022 yılının Eylül ayında İsveç’te gerçekleşen genel seçimlerden birkaç ay önce, yabancıların iş piyasasına erişiminde anadil düzeyinde İsveççe bilme şartının esnetilmesi yönünde bir tavsiye kararı yayımlandı.
Ancak seçimlerle görünür olan toplumsal bir sağa kayışla birlikte[1] aynı tavsiye kararı ya da benzerleri, seçimden bu yana bir daha kamu makamlarınca yinelenmedi.
Bununla birlikte, iyi derecede İngilizce de İsveççe de bilseniz, başvuru evraklarınızda yabancı olduğunuzu hemen ele verecek isminizle iş piyasasına kabul edilmeniz son derece zor.[2] Bu nedenlerle özellikle yabancı girişimcilerin öykülerini merak etmeye başlamış, Malmö’nün soğuk kışlarında sığındığımız Triangeln alışveriş merkezinin üst katındaki oyun alanının hemen karşısında yer alan humus restoranı dikkatimi çekmişti.
Müşterilerini evinde hissettiren ve tariflerin üzerinde çalışıldığı tadından belli, dopdolu tabağıyla sizi tam olarak doyurmadan evinize göndermeyen Humusson’un sahibi İbrahim İdrees’in hikâyesini ise gittikçe daha çok merak etmeye başlamıştım.
İsveç’in üçüncü büyük şehri, 180 ülkeden göçmenin yaşadığı Malmö’ye göç etmiş ve iki şubeli bir humus bar/restoran açmış İbrahim’in hikâyesi neydi?
Bu genç girişimci, iki yıl boyunca 2000’in üzerinde iş başvurusu yapmış, hiçbir geri dönüş alamayınca kendi işini kurarak Humusson’u artık adı duyulur bir marka haline getirmişti. Triangeln’de hem bir küçük cafe/restoran hem de bir humus bar olarak müşterilerine hizmet eden Humusson’un ana menüsü humus, falafel, babagannuş, fūl[3] ve makdus[4] salatasından oluşurken, gününe göre değişik çorbalar da çıkıyor.
Bu söyleşiyi yapmaktaki amacım İsveç’e ve burada yaşayan göçmenlere ve yaşadıkları deneyimlere dair bilgi vermekti. Yerinden edilmelerin ve uluslararası göçlerin iyice ivme kazandığı sözde ‘gelişmiş teknoloji’ çağında birbirimizin sesini duymaya ve kenetlenmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Teklifimi kabul ederek sorularımı yanıtlayan İbrahim’le yaptığım söyleşiyi aşağıda bulabilirsiniz.
"İskandinavya’ya taşınmaya yüzde 100 hazır değildim"
İbrahim, öncelikle biraz kendinden bahseder misin? İsveç’e gelmeden önce neler yapıyordun?
Köken olarak Suriyeliyim. 1983 yılında Suriye’nin Lazkiye şehrinde doğdum ama çoğunlukla Şam’da yaşadım.
Uzun yıllar işletme, bankacılık ve finans işleriyle uğraştım, muhasebe alanında yan dal, muhasebe yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. Kariyerime Suriye’de bir Fransız bankasında işe alınarak başladım. 2005-2011 yılları arasında altı yıl orada çalıştım.
Savaşın yavaş yavaş başlama emareleri gösterdiği ve Dera’da olayların ilk patlak verdiği zamanlarda Katar’da çalışmak üzere Suriye’den ayrılmıştım. 2011 yılında Katar’ın başkenti Doha’ya taşındım ve QNB Katar Ulusal Bankası’nda, yani bankacılık sektöründe yedi yıl boyunca çalışmaya devam ettim.
Bu 13 yıl boyunca KOBİ (küçük orta ölçekli işletmeler) alanında çalıştım ve kurumsal müşteriler için hesap yöneticiliği yaptım. Girişimcilerle ve bu girişimcileri destekleyen kamu otoriteleriyle muhatap oluyordum. Bazı programlardan da sorumluydum YADA (işletme klinikleri) gibi.
Bir işletme sorun yaşadığında bize gelirdi ve neyin ters gittiğini anlayabilmek için analiz yapardık, nelerin ters gittiğine bakar, çözüme dair çıkış yolları gösterirdik.
Neden ekonomi okumak istedin?
Suriye’de üniversiteye giriş için gereken lise ortalaması, üniversiteler ücretsiz olduğu için çok yüksekti.
İstediğim bölüme girmem için gereken ortalama yüzde 85’ti ama benimki yüzde 80’di. Yüzde 85’in altında ortalaması olanlar iki yıllık yüksekokullara girebiliyorlardı ancak benim girmek istediğim lisans eğitimi kalitesinde değillerdi. Bu nedenlerle, önce hem popüler olduğu hem de gelecek vadettiği için bilişim teknolojisi (BT) okumak amacıyla komşu ülke Ürdün’e gittim. Altı ay okuduktan sonra bu alanın bana uygun olmadığını anladım.
BT okurken biraz ekonomi dersi de alıyorduk ve sayılarla uğraşmak hoşuma gidiyordu. O yüzden işletme okumaya karar verdim. Suriye’ye döndüğümde ise bankalar yeni yeni açılıyordu ve kurulan ilk özel bankaya giren ilk 100 kişiden biri de ben olmuştum.
Katar’dan sonrası nasıl gelişti?
Katar’da hiçbir şekilde uzun dönemli ikamete hak kazanamıyorsun. İş sözleşmeleri bittiği için ve kalmalarını sağlayacak Katarlı bir sponsor da bulamadıkları için, 25 yıl çalıştıktan sonra ülkeden ayrılmak zorunda kalmış arkadaşlarım var. Benim de sözleşmem yıllık olarak yineleniyordu ve yedi yıldır çalışmama rağmen bir sonraki yıl devam edip edemeyeceğime dair bir öngörüde bulunamamak bende çok fazla stres yaratıyordu.
Ayrıca yerelleşme, yani Katarizasyon politikası yürütüldüğü için işverenler, genellikle Katarlıları işe almayı tercih ediyorlardı. O zamanlar ülke nüfusu üç milyondu ve sadece yüzde 10’u Katar vatandaşıydı. Tüm bu nedenlerle kendimi hiç güvende hissedemedim.
Peki, İsveç’e yerleşmeye nasıl karar verdin?
Kariyerime devam etmek istedim. Savaştan dolayı Suriye’ye geri dönemezdim. İskandinav ülkelerine iş başvurusu yapmaya başladım çünkü bildiğin üzere İskandinavya refah seviyesinden ötürü “Avrupa’nın körfezi” olarak bilinir. İsveç’teki Nordea Bank’tan iş teklifi aldım ama o zamanlar İskandinavya’ya taşınmaya yüzde 100 hazır değildim.
Bu nedenle teklifi hemen kabul etmedim. Bu iş teklifi İsveç’te yaşarsam başıma geleceklere dair çok pozitif bir tutum takınmama neden oldu ama birazdan bahsedeceğim üzere, tahmin ettiğimin tam tersi bir hikâyeye dönüştü olay. İsveç’e taşınmadan önce turist olarak Nordik bir tur yaptım.
En çok İsveç’i sevdim çünkü sigara kullanmayan ve hatta sigaradan nefret eden bir insanım. Ne zaman Danimarka’da gece dışarı çıksam kapalı, açık her mekânda sürekli sigara içiliyordu. İsveç’te ayrıca her şey çok organize ve düzenliydi. Bu da benim kişiliğime oldukça hitap eden bir şey. Norveç ise hem çok pahalıydı hem de Oslo’ya yazın ortasında gitmiş olmama rağmen inanılmaz sessizdi. İsveç’te ayrıca akrabalarım vardı ve o yüzden İsveç’e yerleşmeye karar verdim.
Bu arada Nordea’nın teklifini kabul etmiştim ama zamanlaması benim planlamalarıma uymadığı için işe alımım gerçekleşmedi. İlk önce Stokholm’e geldim ve sığınma başvurusunda bulundum. İş bulacağım konusunda çok umutluydum, işlere başvuruyordum. Kendi yeteneklerimin farkındaydım ve nasıl işlere kabul edilebileceğimi gayet iyi biliyordum ama başvurduğum bu yerlerden tek bir sefer dahi geri dönüş almadım.
Daha sonra Stockholm School of Economics’te (Stokholm Ekonomi Okulu) beş yıllık deneyime sahip kişiler için bir yöneticilik programının mevcut olduğunu duydum; başvurdum ve kabul edildim. Bu İsveç’in en iyi ve havalı okullardan biriydi; kabul edildiğim için çok mutlu olmuştum.
Mülteci statümden ve bürokratik engellerden dolayı okula başlamam da baya zor oldu. Okul da bana staj yapacağım bir yer ayarlayamadı. Zamanla, daha fazla Stokholm’de kalamayacağımı fark ettim. Stokholm’de hayata entegre olmak bana oldukça zor geldi. Ama Malmö’ye çok sık geliyordum çünkü teyzem burada yaşıyordu ve çok fazla arkadaş edinmiştim. Evet artık Malmö’ye taşınmalıyım diye düşünerek 2019’un başlarında buraya geldim.
Bu iki yıl boyunca 2000’den fazla işe başvurmuştum. Gördüğüm bütün işyerlerinin; restoranların, barların kapılarını çalmıştım. Herkes tecrübem olmadığını söyleyip duruyordu. Kendimi hiç o dönemki kadar özgüvensiz, işe yaramaz ve savunmasız hissetmedim. Arkadaşlarım bana neden bir cafe açmıyorsun, hepimiz orada takılırız demeye başladılar.
Fikir de aslında bu noktada oluşmaya başladı. Emekli olduktan sonrası için kendi küçük yerimi açmak hayalim hep vardı. Kendi kendime sordum, neden emekliliği bekliyorum ki? Bu arada iş ararken, Kızılhaç’ın (Röda Korset) Folkets Park’taki ikinci el dükkânında tam zamanlı gönüllülük de yapıyordum.
200 bin İsveç kronu tutarındaki KOBİ kredisine başvurdum ve bana üç aya kadar döneceklerini belirttiler ama üç saat içinde arayıp kredimin onaylandığını söylediler. Çıkan bu krediyle aşağı kattaki humus barı açtım.
Açmadan birkaç hafta önce Sydsvenskan’dan[5] bir telefon aldım. Jonas adında bir gazeteci, şimdi çok iyi bir arkadaşım, arayarak arkadaşlarından Malmö’de bir humus bar açacağımı duyduğunu ve benimle röportaj yapmak istediğini söyledi. Jonas geldiğinde içerde tahtalarla çalışıyor, boyuyor ve ilk defa ellerimi kullanarak kallavi bir iş yapıyordum.
Röportajı o kargaşanın içinde yaptık. Birkaç gün sonra beni Aftonbladet[6] aradı ve onlar da röportaj yapmak istediklerini söylediler. Sydsvenskan’daki haberi okuduğumda otobüsteydim ve okurken ağlamaya başladım. Bu adam ne kadar da çok uğraşmış dedim kendi kendime. Ve şimdi buradayım, Humusson’u açalı dört yıl oldu.
"Kendimi evimde gibi hissediyorum"
Ailen ne zaman geldi yanına?
Hayalim hep annemle babamı yanıma getirmekti. Humusson’u açtığımda, “Şimdiye kadar maalesef hiç iş bulamadım” diyordum ama bundan sonra “İyi ki iş bulamamışım çünkü şu an sevdiğim işi yapıyorum” diyeceğim dedim kendi kendime. Humus barımıza ‘Humusson’ adını vermemizin nedeni ise benim kişisel hikâyemle ilgili. Adım İbrahim olduğu için kimse benimle iletişime geçmedi iş aradığım o süreçte. Bu yüzden Ortadoğu ruhu barındıran İsveççe bir isim kullanmak istedim.
Humus zaten bizim yemeğimiz, ‘son’ da mesela Eriksson, Ohlsson gibi isimleri çağrıştırıyor. İşte böyle başladı ve şimdi kendimi müteşekkir hissediyorum. İsveç’e, iş piyasasında yaşadığım sorunlar dışında, güzel bir şekilde kabul edildiğimi düşünüyorum.
İsveçlilerin de benim kendimi İsveç’te evimde hissettiğim gibi, gelip oturduklarında kendilerini evlerinde hissedebilecekleri bir yer yaratmak istedim. Ayrıca tek bir gruba değil, herkese hitap eden bir yer olmasını istedim.
Üç yıl sonra anne ve babama da çalışma izni çıkarabildim. Hala daha inanamıyorum geldiklerine. Suriyeliler ve 60 yaş üstüler. Avukatımıza, annemler için yaptığımız başvuru kabul edildiğinde, “Bu bir mucize olmalı" dedim. O da “hayır” dedi, her şeyi kitabına uygun yaptık. Şimdiye kadar yedi kere gazetelere çıktık.
Sürdürülebilirliğe önem veren bir işletmeyiz; kanunlara uygun çalışıyoruz, satışlar nakitle değil kartla yapılıyor, her şey şeffaf. Plastik kullanmıyoruz, çevre dostuyuz. Sürdürülebilir işletmeler açısından ideal bir işletme olarak da gazete sayfalarına yansımış olduk.
Peki, şimdi tanıtımını yaptığınız kutu humus projeniz nedir?
Geçen sene enflasyon bizi oldukça kötü etkiledi ve bir yer işletmek oldukça zorlaşmaya başladı. İsveç kronu değer kaybetmeye devam ediyor. Ukrayna’dan sonra ithal mallar da pahalandı.
Bu yüzden pasif gelire ihtiyaç duymaya başladık. Eskiden 18-21 yaşları arasında işçi çalıştıran şirketlere vergi indirimi yapılıyordu ancak bu enflasyonun ortasında Skatteverket (İsveç Vergi Dairesi) bu indirimi kaldırdı.
Çalışanlarımızı işten çıkarmak zorunda kaldık. Zaten her gün çalışıyordum ama her gün gece de dâhil olmak üzere çalışmak zorunda kaldım.
Bu yüzden ‘crowdfunding’ (kitlesel fonlama)[7] denilen bir uygulamaya giriştik. Kitlesel fonlama ile başka kişiler aracılığıyla para bulabiliyorsun, paranı artırabiliyorsun. Bu şekilde kendi ürettiğimiz humusu karton kutular aracılığıyla marketlerde satabileceğiz. Bu aynı zamanda, tüm Avrupa’daki ilk karton kutuda satılan humus olacak.
İsveç’teki vergi sistemi hakkında ne düşünüyorsun?
Yeni girişimciler için vergi dilimi oldukça yüksek. Vergiler yeni ya da ilk kez iş kuracaklar için hakkaniyetli bir şekilde düzenlenmemiş. Mesela biz yeni ve küçük bir işletmeyiz ama bu alışveriş merkezindeki çok büyük, tanınmış markalarla aynı vergiyi ödüyoruz. Buna hadi tamam diyelim, ama aynı zamanda işletmenin genişlemesi için de bir fırsat verilmiyor.
Tamam, verginin yarısını ödeyeyim ama diğer yarısını yatırım yaparak ödememe izin ver mesela. İster inan ister inanma, iş hayatındaki bu dört yılımız boyunca yaklaşık üç milyon İsveç kronu vergi ödedik. Eğer bu meblağın üçte birini geri alsam şimdi, bu parayla Kopenhag’da ve Stokholm’de başka şubeler açabilirdim. Ama o zaman da dokuz milyon kron vergi ödemek zorunda kalırdım. Genişleme demek çok daha fazla vergi ödemek demek.
İsveç toplumu hakkında ne düşünüyorsun?
Her zaman derim, İsveçliler tatlı insanlar.[8] Onlardan çok şey öğrendim. İnsanlara yeniden güvenmeyi öğrettiler bana. Çok dürüst insanlar. Ve şimdiye kadarki tecrübelerim ışığında, sosyal olmadıklarını söyleyemem ama utangaç olduklarını söyleyebilirim.
Onlara yaklaştığın ve ilk adımı attığın sürece ortalarında buluverirsin kendini. Bana burada ‘belediye başkanı’ diyorlar çok fazla insan tanıdığım için. Mahallemde de komşularımla böyle bir ilişki geliştirdim çünkü ben böyleyim, beni böyle kabul ettiler. Buraya gelen müşterilerle de güzel ilişkiler geliştirdim. Beraber birbirimizi yemeğe davet ediyoruz, dışarı bir şeyler içmeye çıkıyoruz.
Suriye’deki hayatın nasıldı?
Ülkem olduğu için demiyorum, inanılmaz güzel bir hayatım vardı Suriye’de. Suriye’nin ne kadar güzel bir ülke olduğunu seyahat etmeye başladıktan sonra daha iyi anladım.
Suriye güvenliydi, dört mevsim yaşanırdı, her şey birbirine yakındı, 300 kilometre ötede deniz vardı, dağlara çıkıp hafta sonu vakit geçirmek için 30 dakika araba sürmen yeterliydi. Sosyal hayatın renkli olduğu bir ülkeydi.
Ve hala o zamanki arkadaşlarımla sıkı bir iletişim halindeyim. Kitlesel fonlama kampanyasıyla satışımızın yüzde 75’ine ulaştık ve bunun yüzde 50’si Suriye ve Körfez ülkelerindeki dostlarımızın desteğiyle sağlandı.
Menüdeki yemeklerin tariflerini geliştirdin mi?
Tarifler üzerinde baya çalıştık ve şimdiki halini verdik. Yemek yapmayı da yemeyi de çok seven biriyim zaten. Daha çok babamla teyzem pişiriyorlar. Annem de restorandaki işlerde yardım ediyor. Tarifler üzerinde bu kadar çok çalıştıktan ve geliştirdikten sonra annem, “Eskiden beri mutfakta her şeyime neden bu kadar çok karıştığını şimdi daha iyi anlıyorum” demişti.
Son olarak müşterileriniz çoğunlukla İsveçlilerden mi yoksa göçmenlerden mi oluşuyor?
Müşterilerimiz genelde İsveçliler ve ikinci olarak çoğunlukla turistler. İnternette baya ünlüyüz. Vegan mekânlarla da işbirliği içindeyiz. Google Haritalar’da beş yıldızlıyız. Geçen sene Tripadvisor’da ‘Gezginlerin Seçimi’ ödülünü kazandık. Yani her yıl müşterilerimizin yüzde 40 kadarını Malmö’yü ziyaret eden turistler oluşturuyor.
Dipnotlar:
[1] Aşırı sağcı İsveç Demokratları Partisi (SD), oy oranını yüzde 20,6’a kadar yükseltti.
[2] Bunun bir istisnası her yerde olduğu gibi yazılım alanında ilana çıkan işler oluyor. Yabancılar bu alanda İsveççe bilmeseler bile çok daha rahat bir şekilde iş bulabiliyorlar.
[3] Fūl (فول مدمس), Arap ülkelerinde ve Sudan gibi bazı başka ülkelerde de günün değişik öğünlerinde yenen, kuru bakladan yapılan bir çeşit meze/yemek. Ankara’da çalıştığım dönemde de sık sık Önder Mahallesi’nde yer alan restoran Nakeme’de (نكمة) yediğim fūlü ise asla unutamıyorum
[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/Makdus
[5] 1848 yılında Güney İsveç’te kurulan bir sabah gazetesi (sydsvenskan.se)
[6] 1830’da kurulmuş bir başka günlük İsveç gazetesi (aftonbladet.se)
[7] Son yıllarda hızla yaygınlaşmaya başlayan kitle fonlaması, kısaca, bir girişimin bir grup insan tarafından internet kullanılarak finanse edilmesine deniyor. (https://www.startupnedir.com/crowdfunding-kitle-fonlamasi-nedir/)
[8] “Swedes are sweet.”
(SVA/VC/EMK)