Oluştukları düzeyler anlamında farklılaşan bu terimler, tarihsel ve kültürel olarak da farklı biçimlerde göstergelere sahip. Her insanın, sosyal kimliklerin oluşumu sürecinde, yaşadığı ülke ve ait olduğu etnik kimliklerle ilişkilenmesi, bağlanması anlamında, milli kimliklerin nicelik ve nitelik olarak yapısı, kimliğinden hoşnut olmaktan, ait olduğu etnik grubun diğer tüm gruplardan üstün olduğunu düşünmeye kadar uzanan bir yelpazede farklılaşıyor.
Milliyetçilik eşitsizlikler hiyerarşisinde yaşanır
Eğer milliyetçiliği, insanların içinde yaşadıkları etnik gruba ait hissetmeleriyle ilgili bir gösterge olarak ele alırsak, herhangi bir ülkede sokağa çıkıp insanlara ".... olmaktan hoşnut musunuz?" diye sorduğunuzda, alacağınız cevap büyük ölçüde "evet" olacaktır.
Milliyetlerimiz, aslında sadece, tıpkı diğer grup aidiyetlerimiz gibi kendimizi ve başkalarını bu dünyada bir yerlere koyma sürecinde ihtiyacımız olan sosyal kategorilerdendir. İnsanlar ve gruplar arasında "milliyetler" ya da "milliyetçilikler" arasında olup biten her şey, başka pek çok alanda olduğu gibi doğal olmayan ve iktidarlar eliyle yapılandırılmış müdahaleler sonucunda oluşan "adaletsizlik" ve "eşitsizlikler" hiyerarşisi ikliminde yaşanır.
Bazen çok basit olan her şey, sözcüklerin dolayısıyla kavramların içinin boşaltılmasıyla, olup biten her şeyin unutulması ya da aşırı hatırlanmasıyla içinden çıkılmaz hale gelebiliyor; bu toz duman içinde milliyetleri ne olursa olsun insanlar çok daha kolay yönetilebilir oluyor. Aynı kavram, milliyetçilik, bir ideoloji dolayısıyla tek tek insanların politik yönelimlerim öncelikle belirleyen şey'in, etnik kökenlerinin diğerlerine üstün olması anlamına geldiğinde "sağ"a, kavram öztürkçeleştirilip "ulusalcılık" biçiminde söylendiğinde "sol" a atfedilebiliyor.
Sol hatta sosyalist dünya görüşlerinin, şuna ya da buna karşı, nasıl olup da "ulus"u (milletin sol söylenişi) öncelediğini, sözden, tarihin ya da ideolojilerin sözünden hareketle anlamak mümkün olamıyor...
Ulus devletlerin kuruluş çağında geleceğe dönük bir proje olması anlamında gerekli, işlevsel bir şey olabilecek milliyetçilik, sermayenin küreselleştiğini kabul eden gruplar açısından bile, "ulusalcılık" etiketiyle bir bağımsızlık projesi gibi sunuluyor. Bağımsızlaşmaya, özgürleştirmeye ihtiyacı olanlar ne zamandır kendilerini "ulus devletler" içinde ifade ediyorlar?
Irkçılık, ancak çoğunlukta ve iktidarda olabilir
Sözcükler, o kadar çok ve farklı biçimlerde kullanılıyor ki hiç kimse için hiç bir şey ifade etmez oluyorlar. Bayrak yakma olayı ve Orhan Pamuk vakasından sonra yapılan tartışmalarda da bu coğrafyanın, milliyetçilik ve ilgili kavramlar üretme açısından ne kadar münbit olduğunu yeniden anladım.
"Azınlık ırkçılığı", işgüzar vatansever kaymakamın, sosyal bilimler literatürüne büyük katkısı olarak gözden kaçmamalı. Benzer biçimde, Kürt siyasi hareketlerinin bu coğrafyadaki milliyetçiliğin şiddetinden ya da şiddetli formlarından sorumlu tutulması çabalan da gözden kaçmamalı: "İkide bir Kürt olduğunuzu hatırlatırsanız olacak olan budur, Türkler de Türk olduklarını hatırlayıp size hatırlatırlar".
Etnik kökenlerini ifade etme, hayata geçirme ve savunma haklan anlamında -en azından ulusal sınırlar içinde- hiç bir sorunları olmayan Türk'lerin, anadillerini açıkça konuşma, yazma hakkını bile yenilerde kazanmış olan ve bu ülkenin yaramazlık yapmadıktan sürece asli yurttaşları olduğu söylenen Kürt'lerle "milli ihtiyaçlar" açısından aynı durumda olduklarını düşünmek ve olan biteni "karşılıklı tahrik" olarak görmek olsa olsa iktidarda olmakla ya da iktidar solculuğu ile mümkündür.
Belli bir ırka, dini ya da etnik bir kökene sahip olan bir grup insanın, başka ırk, din ya da etnik kökene sahip başka insanlara yönelik kolektif şiddeti bir tek durumda ortaya çıkar. Çoğunlukta ve iktidarda olanlar ancak ırkçı olabilir; ancak çoğunlukta ve iktidarda ve hakim milli kimliklere sahip olanlar milliyetçiliklerini bir başka milli kimliği sindirmek için şiddete dönüştürebilirler.
Azınlıkta olanların milliyetçiliği ve şiddeti ancak kendini iyi hissetmeme, ifade edememe, gerçekleştirememe koşulunda ortaya çıkar. Aynı türden değildirler ve aynı kalemle üzerleri ya da altları çizilemez. Eğer bir gün bu ülkede, bir Türk kökenli yurttaş bir Kürt kökenli yurttaşın şöyle ya da böyle Kürt olduğu için kalbini kırdığında Genelkurmay kınama açıklamaları yaparsa ve RTÜK başkanı, ekranlarınıza "ayıp ettik" logosu koyun fermanı çıkarırsa, aynı kalemle yazılabilir bu hikaye.
Yüzleşmedikçe...
Son günlerde yükselen bir milliyetçilikten söz ediliyor. İronik olarak bu yükselişin altında aynı gerekçe, biz Türklerin Avrupa Birliği'yle (AB ) ilişkisi sürecinde oluşturulan ya da belki doğası gereği öyle olması gereken bir vesayet algısı, kışkırtılan yokoluş korkulan vb. bir milletin bazı kesimlerinin kendim iyi hissetmemesi hali yatıyor.
Pek az açıdan hayatlarımızı etkileyen Türk olmak durumu, gelir düzeylerimiz, yaşama biçimlerimiz, cinsiyetlerimiz, geçmiş ve gelecek tasavvurlarımız açısından bu kadar farklı "bizler"i, AB karşısında zayıfla dolu karnesi olan çocukların benzerliği gibi utançta ve çaresizlikte birleştiriyor. Hiç olmadığımız kadar hep beraber Türk oluyoruz. Bu süreçte sahip olduğumuz tek tartışılmaz "iyi"ye yönelik en ufak tehditle -bazen Kürtler, bazen Ermeniler, bazen hiç "yeterince cezalandırılmamış Öcalan", bazen "dinden çıkmamıza" neden olabilecek misyonerler- uyandırılıyoruz; en yakınımızdaki en kolay düşman.
Ne bu coğrafyanın içinde ve dışında olup bitenlerle, ne de uzak ve yakın geçmişte zalim ya da mağdurlar olarak yaşadığımız hiç bir acıyla, ne aynalara ne de birbirimize bakarak yüzleşmedikçe de, bu oyun böyle oynanıp gidecek.
Bu anlamda, ulusal sınırları vurgulamak hatta sıkı sıkıya kapatmak, dış tehdide dayalı bir "sol" ya da "sağ" kurgusu, devletçiliği, militarizmi, etnik grup ayrımcılığını, kısaca muhafazakarlığı pekiştiriyor. AB sürecinde, AB'nin bir yüce güç, üstün, uygar öğretmen olarak kurgulandığı bir tartışıma söylemi de bu muhafazakar, milliyetçi -solda ve sağda- ideolojiyi besliyor. Bu ülkenin Kürt yurttaşları açısından bu süreç, sınırlarının açık tutulmasını gerektiriyor, belki ne kadar açılabilirlerse o denli kurtulabilecekler etnik kimliklerin aslında esir edici bağlarından.
Herkes için, hepimiz için bütün dünyada olduğu gibi milliyetçiliği, ırkçılığın yeni ve sembolik biçimlerini besleyen muhafazakarlık, tehdit ve korku ortamında, serbest piyasanın orman kanunlarında daha iyi gelişiyor. Belki asıl ürkmemiz kaygı duymamız gereken birilerinin tehdit ve korkuyla şiddeti hep ellerinin altında ya da ellerinde tutarak, dünyayı ve ülkemizi yönetmesi değil. Binlerce milyonlarca insanın, bayrakları kime karşı astık biz diye kendilerine hiç sormaması ve onca "güçlü" ve "bağımsız" medyanın "hangi bayramı kutluyoruz?" sorusunun cevabını hiç aramaması..
Bir hayvanat bahçesinde, Almanya'da, her yıl havalar ısındığında kış uykusundan uyanır ayılar ve yemek yemeye başlarlarmış. Bu yıl havalar ısınsa da uyanamamışlar. Havalar ısınsa da mahmurlukları geçmemiş bir türlü. Havalar mı yeterince ısınmamış, çok mu uyudukları için mahmurdurlar, bir gün uyanırlar mı bilinmez.(MG/EÜ)