Barış İçin Akademisyenlerin “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzaladıkları için "Terör örgütü propagandası" suçlamasıyla yargılanan akademisyenlerin duruşmaları devam etti.
27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde MSGSÜ'den Arş Gör. Sinem Seçer Sipahi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nden emekli Prof. Dr. M.S. ve Yalova Üniversitesi'nden Arş. Gör. S.A.'nın üçüncü duruşmaları görüldü.
Savunmalarının ardından duruşma savcısı akademisyenlerin ayrı ayrı Terörle Mücadele Kanunu (TMK) 7/2'ye göre cezalandırılmasını istedi. Duruşmaların tamamı 25 Mart'a bırakıldı.
Terörle Mücadele Kanunu 7/2Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. |
Bugünkü duruşmaları izleyenler arasında Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanı Sezai Temelli de yer aldı.
Duruşmalardan ayrıntılar şöyle:
Mahkeme başkanı: Tamer Keskin - Üyeler: Talip Ergen, Ebru Altun Ergül - Savcı: Adnan Ok.
1. duruşma
Sinem Seçer Sipahi yazılı ve sözlü olarak savunmasını mahkemeye sundu.
TIKLAYIN - Sinem Seçer Sipahi’nin Beyanı
Avukatı Meriç Eyüboğlu kovuşturmanın genişletilmesine ilişkin taleplerini dile getirdi ve “Maddi gerçeğe ulaşmak istiyorsak iddianamede bahsedilenlere karşılık dosyanın içine yeni delillerin girmesi gerekir” dedi.
Duruşma savcısı taleplerin “esasa etkili olmayacağından” reddini istedi. Mahkeme savcının gerekçesini tekrarlayarak taleplerin reddine karar verdi.
Ardından esas hakkında mütalaasını açıklayan savcı, sanığın TMK 7/2’ye göre cezalandırılmasını istedi.
Mahkeme, sanık ve müdafiine Eyüboğlu esasa karşı savunmalarını hazırlamaları için süre vererek duruşmayı 25 Mart’a bıraktı.
2. duruşma
S.A. savunmasında şunları söyledi:
"Epik bir savunma yapmayacağım… "Bu davaya dair okuduğumuz, dinlediğimiz ya da sadece dinler gibi yaptığımız savunmalarda, söylenmemiş hukuki, ahlaki ve hakiki ne kaldı bilmiyorum. İçimden bir ses kulağımda sürekli çınlayan “suçsuzum hakim bey” repliğini söyle ve bitir savunmanı diyip duruyor ama sanırım bundan fazlası var, dilimde, kalbimde ve aklımda… Belki ileride kızıma, belki şu anda beni dinleyen sevdiklerime, meslektaşı olacak kadar büyüyemediğim hocalarıma, daha sonra okuması muhtemel öğrencilerime, okusa da anlayamayacak aileme, size, diğer dinleyenlere ama en önemlisi kendime, kendi kişisel tarihime edecek birkaç kelamım var, bu davaya dair… "Hakkımdaki iddianameyi okuduktan sonra, önce suç nedir diye düşündüm uzun uzun, hangi suça ortak olmamıştım, hangi suça istinaden yargılanmaktaydım, söyleceğim sözün, yapacağım savunmamım gerçekten hukuki bir karşılığı var mıydı, yoksa hüküm çoktan verilmiş miydi? Adaleti beklemek, tıpkı barışı istemek gibi bir düş müydü sadece, belki de öyle… Ben düşlere dair sözcüklerden ve barışçıl eylemlerden başka elden ne gelir pek bilmiyorum. Bu yüzden tıpkı barış düşüne dair imzaladığım “bu suça ortak olmayacağız" metni gibi, adalet düşüne dair de bu savunma metnini dillendirmem gerektiğine inanıyorum. "Devlet suç işler mi diye soruyorum kendime, ya da hukukun o görkemli terazisi hiç yanılmamış mıydı tarih boyu bir kez bile… Auschwitz toplama kampları geliyor aklıma, sonra Dersim’de bombalanan köyler, bunun için yıllar sonra özür dileyen devlet, 17’sinde asılan Erdal Eren… Düşünüyorum ama emin olamıyorum, suç, devlet ve hukuk birlikteliğinin her zaman adalete denk geldiğinden. Nitekim bu yargılamaların niteliği, seyri ve karşı karşıya kaldığımız muamele gerçekten adaletin varlığını sorgulatan cinsten. "O yüzden sanırım burada yapabileceğim en güzel şey, benim 'bu suça ortak olmayacağız' isimli metin ile neye imza attığımdan bahsetmek biraz. Metin, yaşam hakkını savunan, barış talep eden ve bunun için doğal olarak devleti muhattap alan bir metindir. Barış düşüne atılmış bir imzadır. Toplumsal olarak bir arada yaşamanın, adalet talep etmenin hukuki bir yoludur. Hiçbir şekilde şiddet ve benzeri eylemleri desteklememektedir. Ulusal ve uluslararası hak raporlarında bahsi geçen, hak ihlallerine karşı devleti sorumluluk almaya davet etmiştir. Bu nedenle, bugün burada olmam ve devam eden akademisyen yargılamaları, bana ve diğer akademik insanlara yapılan büyük bir haksızlıktır. İddianamede bahsi geçen iddialar tamamen asılsızdır. "Muhalif olmak, barış istemek, iktidara rağmen düşümcelerimi söylemek benim en temel hakkımdır. Bugün burada yargılanmam hukuki bir içerikten ziyade siyasi iktidarın oluşturduğu baskı iklimi ile ilişkilidir. "Bu nedenle adil yargılanma hakkıma sahip çıkıyor ve derhal beraatimi talep ediyorum." |
Başkan: Ben mahkeme başkanıyım
Mahkeme başkanı savunmanın ardından sanığa “PKK hakkında ne düşünüyorsunuz” diye sordu. Sanık avukatı Meriç Eyüboğlu itirazda bulunarak “Anayasa 25/2’ye göre yasaklı soruyorsunuz. Müvekkilimin düşüncelerini açıklamasına yönelik bir soru bu” diye konuştu. Başkan, “Yargılamayla alakası olduğu için soruyorum avukat hanım. Mahkeme başkanıyım ben, soru sorma hakkım var” dedi.
Eyüboğlu ise sorunun yargılama konusuyla ilgili olmadığını belirterek, “Mahkeme başkanı olmanız size yorumlu soru sorma hakkı vermez” dedi. Mahkeme başkanının yanıt vermesini istediği akademisyen, “Anayasaya aykırı olduğu” gerekçesiyle soruya yanıt vermeyi reddetti.
Ardından Eyüboğlu bir önceki duruşmada sunduğu kovuşturmanın genişletilmesi yönündeki taleplerini tekrar etti. Mahkeme taleplerin reddine karar verdi.
"BM'nin de kararı var"
Başkan, kararın ardından sanığa sorduğu soruya ilişkin “PKK’yı terör örgütü olarak gören BM’nin de kararı var. Onun için sordum” diye bir açıklama yaptı.
Sonrasında duruşma savcısı, ceza istediği esas hakkında mütalaasını yineledi.
Mahkeme, sanık ve müdafiine esasa karşı savunmalarını hazırlamak için süre verdi. Bir sonraki duruşma 25 Mart’ta görülecek.
3. duruşma
M.S. savunmasında şu ifadelere yer verdi:
Sayın Başkan, Kurul Üyesi Sayın Yargıçlar, Kurulunuzca bilindiği gibi 08 Mayıs 2018 tarihli ve 2018/19233 Esas sayılı iddianame tarafıma 30 Ocak 2019 günü elden verildi. Neyle suçlandığımı bu yazılı belgeden okudum. Sayın iddianame savcısı beni 11 Ocak 2016 tarihinde yayımlanan bildiride “Terör Örgütü Propagandası” yapmakla suçluyor. Sevk maddesi olarak da 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 7/2. Maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 53. Maddesi dayanak gösterilmiş. TMK 7/2 “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapma” suçunu, TCK 53. Maddesi ise “belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma”yı düzenlemektedir. TMK 7. Maddesi 2. bendinde ifade edilen suçu işlemedim. İddianamede tarafıma yüklenen suçu reddediyorum ve mahkemenizce hakkımda aklanma kararı verilmesini istiyorum. 38 yıldan beri hekimim ve 33 yıldan beri ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanıyım. Uzmanlık alanım itibariyle, uzmanlık öğrencisi olduğum yıllardan beri, yani 35 yılı aşkın süredir, adli psikiyatri alanında da çalışmakta ve rapor yazmaktayım. Bundan ayrı olarak 14 yıl doğrudan bir Adli Psikiyatri Eğitim ve Araştırma Birimi’nde çalıştım, rapor yazdım, Tıpta Uzmanlık Öğrencilerine Adli Psikiyatri eğitimi verdim ve hala de bu eğitimi vermeyi sürdürüyorum. Hukukçu değilim ama konumla ilgili yeterince hukuk metni okudum, sayamayacağım kadar çok sayıda ceza davası dosyası gördüm ve iddianame okudum. Demek istediğim, “suç” konusuna aşinayım. Bilindiği gibi temel hukuk metinlerinde bir eylemin suç olması için gerekli üç koşul tanımlanır. Eylemin hukuka aykırı olması yani hukukça yasaklanmış olması şarttır ama yetmez, suç olan eylemin kanıtlanması ve suçlanan kişinin bu sonucun bu “suç”un ortaya çıkmasına kast etmiş olması gerekir. Şunu söylemeliyim ki İstanbul Cumhuriyet Savcılığı antetli 08 Mayıs 2018 tarihli ve 2018/19233 Esas sayılı iddianamede, tarafıma yüklenen hukuka uygun tanımlanmış herhangi bir suç bulunmamaktadır. 1 - Tarafıma yöneltilmiş olan suçlamanın hukuksal temeli yoktur: Bildiri metni yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olunan uluslararası sözleşmelere, uluslararası teamül hukukuna uyma çağrısıdır. Yasadışı uygulamaların fail ve sorumlularının saptanmasını ve cezalandırılmasını, vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların saptanmasını ve tazmin edilmesini, kalıcı barış için çözüm yollarının oluşturulmasını, muhalefetin bastırılmasından vazgeçilmesini talep ve beyan etmektedir. Metinde yer alan bu talep ve beyanların hukuka ve yasalara aykırı bir yanı bulunmamaktadır. Bildiride, TMK 7/2’de yer verildiği anlamda herhangi bir örgütten söz edilmediği gibi, bir örgütün propagandası anlamına gelecek herhangi bir söz de bulunmamaktadır. 2 - İddianamede suçun maddi öğeleri bulunmamaktadır: Bildirinin; “adı sadece iddianamede geçen bir terör örgütünün 10 Ağustos 2015’den itibaren ilan ettiği ‘özyönetimler’ ve bir örgüt yöneticisinin ‘özyönetimlerin desteklenmesi’ yönünde yaptığı açıklama doğrultusunda yayımlandığı” iddia edilmektedir. Bu iddia doğrultusunda imzacılara ve tarafıma örgüt propagandası suçlaması yapılmaktadır. Oysa bildiride örgüt adı geçmemekte, özyönetim sözcüğü ve savunusu ile ilgili hiçbir sözcük hatta ima dahi bulunmamaktadır. Bilindiği gibi hukuken ‘müddei iddiasını ispatla mükelleftir’. Oysa iddianame savcısı örgüt propagandası iddiasını hiçbir kanıta dayandırmamış, hiçbir somut delil ile ilişkilendirmemiş yani ‘iddiasını ispatlamamış’tır. Özetle bu suçlamanın kanıtı yani maddi öğesi bulunmamaktadır. Bildirinin yayımlandığı 11 Ocak 2016 tarihinden sonraki bir takım açıklamalar bildirinin bir örgütün çağrısıyla hazırlandığının kanıtı olarak iddianamede yer almaktadır. Bildiriyi imzaladığım tarihten sonra olanların iddianamede yer almasının hukuki mantığını anlamak mümkün olmamıştır. 3 - İddianamede suçun manevi öğeleri saptanmış ve gösterilmiş değildir: 13 Mayıs 2016’da verdiğim ifadede, tarafıma yöneltilmiş “PKK/KCK’nın bence bir terör örgütü olup olmadığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bence bir katliam mı yaptığı, hak ihlallerinin kimler tarafından yapıldığı” sorularına verdiğim “…metni ülkemizde barış içinde bir yaşama hakkının tesis edilmesi için imzaladım. Söz konusu metin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır ve suç oluşturmamaktadır. Tarafıma sorulan diğer sorular ise Anayasa’nın 25/2 maddesinde düzenlenen kimsenin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanmayacağı yönündeki hükme açıkça aykırıdır. İsnat edilen suçlamayı kabul etmiyorum” şeklindeki yanıtım üzerine iddianamede herhangi bir özel değerlendirme yer almamaktadır. Sayın savcı iddianamede ülkemizde 30 yılı aşkın bir zamandır sürmekte olan bir sorunla ilgili siyasal değerlendirmelerini sıraladıktan sonra, herhangi bir kanıt sunmadan bildiriyi kendi siyasal değerlendirmesinin bir parçası olarak, kendince bir yerlere yerleştirmektedir. Böylece bildiride ve bir imzacı olarak şahsımda olmayan bir kasıt vehmetmektedir. Vehmedilmiş bir kasıtla tarafıma bir suç yüklenmektedir. Bildiri imzalarken kastımın ne olduğunu mahkemenize kendim açıklamak isterim. Bilindiği gibi hekim olmak ancak tıp fakültesinde öğrenim görüp bitirmekle olanaklıdır. Tıp fakültesine rastlantı sonucu kaydolmak olanaksız denecek ölçüde zordur. Benim birinci kastım (yani amaçlı davranışım) tıp fakültesi öğrencisi olmayı seçmemle başladı. Tıp fakültesini bitirip mesleğe başlayan her hekim, “yaşamını insanlık hizmetine adayacağına, insan yaşamına en üst düzeyde saygı göstereceğine, meslek uygulamasında inanç, etnik köken, cinsiyet, milliyet, politik düşünce, ırk, cinsel yönelim, toplumsal konum farkına göre davranmayacağına, tehdit ediliyor olsa bile, tıbbi bilgisini, insan haklarını ve bireysel özgürlükleri çiğnemek için kullanmayacağına, kararlılıkla, özgürce ve onuru üzerine…” ant içer. Ben de bu andı içtim ve her zaman kasıtlı olarak bu andın her cümlesine uymaya çabaladım. Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olarak mesleki uygulamam ve öğretmenliğim sürecinde insan hakları ve meslek etiği alanlarında yoğun olarak çalıştım. Doğal afetlerde, insan eliyle oluşturulmuş afetlerde bedensel ve ruhsal olarak yaralanmış yurttaşlarımın ruhsal sorunlarının ve travmalarının tedavisiyle uğraştım. Bu insanlarımızın tedaviye ulaşmalarını, tedavinin bu insanlarıma ulaştırılmasının hizmet düzenlemelerinde fiilen bulundum. Meslek andım doğrultusunda bütün bu eylemlerimi “kasıtlı” olarak yaptım. Kuşkusuz tıbbi hizmetlerin verilmesinden daha önemlisi, yaralanmanın önlenmesi anlamındaki koruyucu hekimlik tedbirleridir. Bozulmayı önlemek, bozulmuş olanı yapmaktan daha kolay, daha ucuz ve daha insanidir. Bildiri metni ile yapılmak istenenin koruyucu hekimliğe benzer bir önlem olduğunu, insanların yaşamasını, bedenen ve ruhen zedelenmelerini ve yaralanmalarını önlemek amacı güttüğünü görüp anladığım için, bu “kasıtla” imzaladım. 32 yıl devlet memuriyetinde bulunmuş bir yurttaş olarak “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına (…) sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; insan haklarına ve anayasanın temel ilkelerine dayanan millî, demokratik, lâik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine” yemin ettim. Her Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşı gibi bir “toplum sözleşmesi” olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasalarının insan haklarını ve birey haklarını koruduğuna inandım. Bu inancım doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerini Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmeler ve kurallara uygun davranmaya davet eden bu bildiriyi imzaladım. Sayın yargıçlar, Mahkemenize iddianame olarak sunulan metnin hukuki bir akıl yürütmeden daha çok siyasal bir akıl yürütmeye dayandığını, barış bildirisini imzalamaktan dolayı tarafıma suç olarak yüklenen nitelemenin temel hukukun suç tanımına uygun olmadığını görmenizi talep ederim. İddianamede yasa ve hukukun tanımladığı bir suç bulunmamaktadır. Bu nedenle ta başlangıçta bu iddianamenin kabul edilmemesi uygun olacaktı. Cumhuriyet savcısının tarafıma yönelttiği suçlamayı üstlenmiyorum. Hakkımda aklanma kararı verilmesini talep ediyorum.zz |
Savunmanın ardından Meriç Eyüboğlu kovuşturmanın genişletilmesi taleplerini, mahkeme ret kararını, savcı ise ceza istediği esas hakkında mütalaasını yineledi.
Duruşma 25 Mart'ta devam edecek.
Akademisyen yargılamaları hakkında10 Ocak 2016'da "Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi"nin (BAK) "Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisi 1128 akademisyenin imzası ile yayınladı. Sonraki katılımlarla imza sayısı 2212 oldu. Akademisyenler hakkında Savcı İsmet Bozkurt’un hazırladığı iddianame ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) “örgüt propogandası” fiilini düzenleyen 7/2 maddesinden dava açıldı. 19 Şubat 2019 itibariyle 5 Aralık 2017'den bu yana mahkemeye çıkan akademisyen sayısı 479 oldu. 93 akademisyen 1’er yıl 3’er ay; 4 akademisyen 1'er yıl 6'şar ay; 1 akademisyen 2 yıl 3 ay; 2 akademisyen 2 yıl 6 ay; 1 akademisyen 2 yıl 1 ay; 1 akademisyen 3 yıl olmak üzere davası sonuçlanan toplam 102 akademisyenin tamamı hapis cezasına mahkum oldu. HAGBBugüne kadar 11 akademisyen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını (HAGB) kabul etmedi. İçlerinden 7'sine 1 yıl 3 ay, 1'ine 1 yıl 6 ay, 1'ine 2 yıl 6 ay, 1'ine 3 yıl hapis cezası verildi. 1 kişinin kararı henüz açıklanmadı. 36. ACM, HAGB istemeyenlerin cezasında indirim yaptı ve 2 yıl denetimle cezayı erteledi. 32. ACM cezada indirim yaptı ancak erteleme vermedi. 37. ACM ise hem indirim hem erteleme uygulamadı. 3 akademisyene ise HAGB'ye ilişkin beyanları sorulmadı. HAGB sorulmayanlardan birine 1 yıl 6 ay, birine 1 yıl 3 ay, birine 2 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Cezası 2 yıldan fazla olanların ertelenmeyen mahkumiyet kararları istinaf mahkemesine gidecek. İstinaf kararı onaylayacak ya da bozacak. TIKLAYIN - Akademisyen yargılamalarında cezalar Barış akademisyenleri 10 Mart 2016’da “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi nedeniyle yaşadıklarını basın toplantısında paylaştılar. Toplantıda açıklamaları yapan Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya ve Doç. Dr. Kıvanç Ersoy (15 Mart 2016) ile Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı (31 Mart 2016) TMK 7/2'de düzenlenen “örgüt propagandası” suçlamasıyla tutuklandılar, 22 Nisan 2016’da serbest bırakıldılar. Savcının talebi üzerine Adalet Bakanlığı “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama"yı düzenleyen TCK 301. maddeden yargılanma izni verdi. Dava TMK 7/2'den sürüyor. Akademisyen yargılamaları haberlerinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz. Barış Akademisyenleri’nin beyanlarının tam metinlerine buradan ulaşabilirsiniz. |
(TP)