Av. Alataş "Dünyada kalıcı bir barışın önündeki en büyük engelin bu adaletsizlik olduğunu düşünüyorum" diyor ve ekliyor:
"Önümüzdeki dönem açısından Türkiye'de kalıcı bir toplumsal barışın sağlanması son derece önemlidir. Ayrıca yine Türkiye açısından ekonomik ve sosyal haklar alanında sorunlar, başta yoksulluk olmak üzere bizce önümüzdeki döneme damgasını vuracaktır."
Hem evrensel ilkeler hem Türkiye'nin koşulları kıstastır
17 Temmuz 1986'da 98 insan hakları savunucusunun kurduğu İHD, Türkiye'de hak arama bilincinin gelişmesine katkıda bulunan en önemli insan hakları örgütlerinden biri.
İnsan Hakları Haftası'nda Türkiye'de ve dünya genelinde insan hakları sorunlarına ilişkin bianet'e bir değerlendirme yapan İHD Genel Başkanı Av. Yusuf Alataş, "Türkiye'de insan haklarının günümüzdeki durumunu iki ayrı noktadan değerlendirmek mümkün" diyor.
* Bunlardan birisi, Türkiye'nin durumunu evrensel ilkeler açısından, üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği'nin (AB) ortalama değerlerine göre değerlendirmek.
* Bir diğeri de, Türkiye'nin kendi geçmişine göre bir değerlendirme yapmak. Hangi başlangıç noktasından hareket ettiğimiz, varacağımız sonucu da etkileyecektir.
* Türkiye'nin geçmişiyle kıyaslayarak şu andaki durumu ifade etmek istersek Türkiye'nin çok daha iyi bir noktada olduğunu ifade etmemiz lazım.
* Evrensel ilkeleri ve AB'nin kabul ettiği kıstas ve değerleri esas alırsak, hiç de iyi bir noktada olmadığımızı söylememiz lazım.
* Bu yüzden her iki değerlendirmeyi de birarada kullanmamız lazım. Bir yandan 1980'li - 90'lı yıllara oranla Türkiye'de son derece olumlu ve büyük değişikliklerin gerçekleştiğini ifade etmemiz gerekir.
Türkiye'deki gelişme
Av. Alataş birkaç başlıkla Türkiye'de insan hakları alanında kaydedilen ilerlemeleri şöyle anlatıyor:
* Olağanüstü Hal tümüyle kaldırıldı.
* İdam cezası, hem savaşta hem barışta tümüyle kaldırıldı.
* İşkence konusunda önemli değişiklikler ve düzenlemeler yapıldı.
* Anayasada önemli değişiklikler yapıldı. Mesela DGM'ler kaldırıldı.
* Yargı alanında gözaltı süreleri kısaltıldı.
* Bütün davalarda avukatla görüşme olanağı getirildi.
* Düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü alanında önemli iyileştirmeler yapıldı.
* Kültürel haklar konusunda sembolik, ama bazı tabuları delen birtakım düzenlemeler yapıldı. Örneğin başta Kürtçe olmak üzere Arapça, Çerkesçe, Boşnakça gibi bazı dillerde haftada yarım saat de olsa devletin televizyonunda yayın yapılmaya başlandı.
* Yine Kürtçe ve diğer dillerin özel kurslar yoluyla öğretilmesinin önü açıldı.
Madalyonun öteki yüzü
Av. Alataş Türkiye'de olumlu gelişmeleri kaydettikten sonra "Ama işte bu madalyonun bir yüzü" diyor.
Öteki yüzü, şu andaki duruma evrensel ve olması gereken ilkelere göre, somut olarak da Avrupa'nın genel olarak kabul ettiği değerlere göre bakmak" diyen Av. Alataş, "İnsan haklarının neresindeyiz diye baktığımızda çok önemli sorunlarımızın olduğunu görmekteyiz" diyor.
Av. Alataş bu görüşünü bazı örneklerle sergiliyor:
* İşkence halen Türkiye'de son derece yaygın bir olgu olarak devam ediyor,"işkenceye 0 tolerans" denmesine rağmen.
* Son dönemlerde yargısız infaz şeklindeki uygulamaların giderek yoğunlaştığını görüyoruz.
* Bir taraftan idam kaldırıldı, ama bir taraftan insanlar yargı önüne çıkarılmadan öldürülüyor.
* Kızıltepe olayı, Şemdinli olayı, daha önce Gümüşhane'de iki kişinin infaz edildiğine dair iddialar.
* Düşünce özgürlüğü en çok düzeltilmeye çalışılan bir alan olmasına rağmen hala hükümetin bizzat kendisinde çok önemli sorunlar var.
Hükümetin içselleştiremediği düşünce özgürlüğü
* Düşünce özgürlüğü konusunda hükümetin kendisinde mevcut sorunlara örnek verirsek, bir tanesi hükümetin yine kendisine bağlı İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun açıkladığı "Azınlıklar ve Kültürel Haklar" raporuna karşı kişileri hedef alan reaksiyonunu gösterebiliriz. Bu reaksiyon henüz hükümetin düşünce özgürlüğünü kendi içinde kabullenemediğini ve içselleştiremediğini gösteriyor.
* İkinci örnek, hükümetin "işkence sistematiktir" diyen insan hakları örgütlerinde yönelik tavrı. Başbakanın bizzat kendisinin Avrupa Konseyi'nde ve Türkiye televizyonlarında ve Avrupa Parlamentosu temsilcisi ile görüşmesinde terörist örgütlerle bağlantı içerisinde olduklarını iddia etmesi, bu iddianın kaynağı olarak da istihbarat raporlarını göstermesi. Bu da hükümetin tahammülsüzlüğünü ve ifade özgürlüğü konusundaki politikasını gösteriyor.
* Aynı şey kültürel haklar ve azınlıklar meselesinde de karşımıza çıkıyor.
* Türkiye'de yaşayan milyonlarca Kürt nüfusun, sadece yarım saat yayın hakkına sahip olması, aynı şekilde özel kurslar açılması, kültürel hakların verildiği ve dillerin serbestçe öğretildiği anlamına gelmiyor.
Hükümetin Kürt sorununa çözümsüz yaklaşımı
Av. Alataş en başta gelen sorunun Kürt sorunu olduğunu vurguluyor.
* Siyasi olmanın yanında insan hakları ve demokrasi sorunu olduğu da açık bir sorun olan Kürt sorununun halen sadece bir terör sorunu olarak kabul ediliyor olması sorundur.
* Bizzat Başbakan dahil olmak üzere hükümetin her ortamda böyle bir sorunun varlığını reddedip, terörle mücadeleye kesintisiz devam edeceklerini söylediğini görüyoruz.
* Bunun anlamı şudur; devlet ya da hükümet Kürt sorunun çözümünü en az 5 - 6 bin Kürt'ün öldürülmesinde görüyor.
* Oysa bir devlet hiçbir sorunu sadece, kendi yurttaşlarını öldürmekle çözmeyi hedefleyemez.
* Devletin ya da hükümetin mutlaka bir B planı olmak zorundadır sorunların çözülmesi için.
* Ama ne hükümetin, ne de devlet birimlerinin B planı olduğuna dair hiçbir ipucu yok. Bu da bizi ürkütüyor.
* 15 yıllık çatışma döneminin yaraları henüz sarılmadan, halen bunun mağdurları bir şekilde tazmin edilmeden çatışma zeminin yaratılması, ya da devam etmesine yol açacak politikalar insan hakları ve demokrasi kavramlarını kabullenmiş bir hükümet için kabul edilemez.
* Son dönemlerde çatışma ortamı tırmanıyor. Biz insan hakları savunucuları, altını çizerek söylüyorum, her türlü savaşa ve şiddete karşıyız ve tümüyle reddediyoruz. Ama sorunları demokratik çözme konusunda birinci görev hükümetindir.
Temel güç demokrasi mücadelesi verenlerdir
AB'nin Türkiye'de insan haklarının gelişimi sürecine katkıda bulunup bulunmadığı sorusunu yanıtlarken Av. Alataş, 18 yıllık insan hakları mücadelesinde 14 yöneticisinin ve üyesinin öldürüldüğü bir örgütün başkanı olarak görüşlerini şöyle ifade ediyor:
* Şimdi şunu kabul etmek lazım. Türkiye'deki insan hakları ve demokrasi mücadelesi, neredeyse cumhuriyetin kuruluşundan itibaren devam ediyor.
* Özellikle de 1980 askeri darbesinden sonra her türlü baskı ve şiddete rağmen sivil toplum örgütleri, insan haklar örgütleri, aydınlar ve toplumun değişik kesimleri kesintisiz olarak insan hakları ve demokrasi mücadelesini devam ettirmişlerdir."
* O yüzden de bize göre bugünkü gelinen noktada en büyük pay Türkiye'nin kendi iç dinamiklerindedir. Yani Türkiye içinde verilen mücadeleye aittir. Ancak AB'nin 1999'dan itibaren bu süreci kolaylaştırdığı ve desteklediğini kabul etmek gerekir.
* Bu nedenle Türkiye'deki insan hakları ve demokrasi mücadelesinde AB rolünün tümüyle görmezlikten gelinmesi doğru değil; ama temel güç Türkiye'de demokrasi mücadelesi verenlerindir.
Dünya barışını tehdit eden şey yoksulluk
Av. Alataş, insan hakları savunucularının gelecekte mücadele etmesi gereken en önemli alanları anlatırken, fazla iyimser değil:
* Şimdi önümüzdeki süreç aslında çok da iyi bir süreç değil. Çünkü dünyadaki küreselleşme süreci ve buna bağlı olarak geliştirilen yeni dünya düzeni ve yeni güvenlik anlayışı perspektifleri gelecek için bütün dünya bakımından insan hakları ve diğer hak ve özgürlükler konusunda en ciddi tehlikeyi oluşturuyor.
* 2.Dünya savaşından sonra barışı sağlamanın yolunun savaşları önlemekten geçtiği söylenirken, bugün barışı sağlamanın yolunun savaşmak olduğu söyleniyor.
* Bugün Irakta yaşananlar daha önce Afganistan'da yaşananlar ki halen de yaşanıyor, Sudan'da, daha dünyanın birçok yerinde yaşananlar bu söylediklerimizi doğruluyor.
* Küreselleşmenin ekonomik ve sosyal boyutu nedeniyle dünya halkları hızla yoksullaşıyor. Dolayısıyla dünyada mevcut olan adaletsizlik giderek daha da derinleşiyor. Ve dünya barışının önündeki, kalıcı bir barışın önündeki en büyük engelin bu adaletsizlik olduğunu düşünüyorum.
* Çünkü sadece silahlı güçle dünyada barış sağlanamaz. Yine yeni güvenlik anlayışı nedeniyle kişi özgürlükleri ve insan hakları sınırlandırılması eğilimi var dünyada. Henüz bunu Türkiye'de hissetmedik gerçi. Çünkü Türkiye esasen 40 yıldır bu anlayışla yönetiliyor; onun için dünya bize uymaya başladı. Onun için de hükümet rahatlamış görünüyor
* İnsan hakları örgütlerinin önümüzdeki dönemde dünya çapında en büyük sorunu bu olumsuz eğilimlere karşı yeni politikalar ve mücadele yöntemleri geliştirmeleridir.
Toplumsal barış sağlanmalı
Av. Alataş'ın Türkiye ve İHD açısından geleceğe yönelik mücadele alanlarını şöyle değerlendiriyor:
* Türkiye açısından bir değerlendirme yapmak gerekirse, bu genel eğilimleri bakımından Türkiye aynı tehditlerle zaten karşı karşıya, hatta iç içe yaşıyor. Buna ek olarak kendi iç toplumsal barışı yönünden ciddi problemleri var ve bu problemlerin demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmemesi halinde önemli sorunlarla karşılaşabiliriz.
Rejim sorunları, özgürlükler ve insan hakları sorunlarıyla karşılaşabiliriz.
* Önümüzdeki dönem açısından Türkiye'de kalıcı bir toplumsal barışın sağlanması son derece önemlidir. Ayrıca yine Türkiye açısından ekonomik ve sosyal haklar alanında sorunlar bizce önümüzdeki döneme damgasını vuracaktır; başta yoksulluk olmak üzere.
* Bütün bunlar başta bizim derneğimiz olmak üzere insan hakları örgütlerinin ve diğer sivil toplum örgütlerinin önümüzdeki dönemde hangi konulara yoğunlaşması gerektiğini de gösteriyor.
* Biz dernek olarak ekonomik ve sosyal haklar alanında kadın sorununda engelliler gibi özel grupların sorunlarında yine başta çevre olmak üzere kendini geliştirme dünya nimetlerinden eşit yararlanma gibi dayanışma haklarında yoğunlaşmak istiyoruz.
Av. Alataş "Ne yazık ki, Türkiye'nin insan hakları gündemini bizim derneğimiz belirlemiyor. Biz ister istemez Türkiye'de yaşananlarla, Türkiye'deki sorunlarla ilgiliyiz. Hangi alanlarda sorunlar yoğunlaşmışsa biz de o alanda yoğunlaşıyoruz. Ve ümit ediyoruz ki Türkiye'de diğer alanlarda daha fazla yoğunlaşabilmek için, önümüzdeki dönemde kişisel ve siyasal haklar kategorisinin bir insan hakları sorunu olmaktan çıksın."(YS/BB)