Politik istikrarsızlık, ekonomik kriz, fırsat eşitliğinin ortadan kalkması, derin yoksulluğun rutinleşmesi derken çocuk açlığı toplumun vicdanında çalması gereken bir alarma dönüşüyor. Sadece toplumun vicdanı da değil mesele. Her üç çocuktan birinin okula aç gittiği, açlıktan öğrenme krizi yaşadığı, sağlıklı beslenemediği için gelişemediği bu ortamda dönüp kendimize sormamız gereken bir soru var.
Yetişkinler olarak her fırsatta dile getirdiğimiz o klişe "yarınlarımızın beklentilerini", bugünlerini hakkıyla yaşatamadığımız çocuklara yüklemek ne kadar etik?
Çocukların bugünlerinden başlayarak bir şeyleri değiştirmek için önce buzdağının görünen/görünmeyen her yönüne bakmaya cesaret etmemiz gerekiyor.
Çocuk açlığı sorununun kaynağı nedir, karnı zil çalan çocuklar kimlerdir ve tabi bu mesele nasıl çözülecek? İletişim Yayınları’ndan çıkan “Karnım Zil Çalıyor - Bir hak olarak ücretsiz okul yemeği” kitabının yazarı Menekşe Tokyay ile konuştuk.

Türkiye’de okul yemeği sorunu: Açlıkla gelen eğitimsizlik
Mandela'nın dediği gibi...
Kitabın henüz ilk sayfalarında “Anladıkça, duydukça, öğrendikçe daha fazla acı çekiyordum” diyorsunuz. Hakikate yer açmak mıydı motivasyonunuz, bu çalışmayı yapmak ihtiyacı nasıl hasıl oldu?
On beş yılı aşkın süredir çocuk yoksulluğu, beslenme hakkı ve nitelikli kamusal eğitimin önemi üzerine yazıyorum.
Türkiye’de milyonlarca çocuk, sağlıklı beslenme hakkından mahrum. Bu tablo bana o buz gibi gerçeği hatırlattı: Çocukların boş mideyle sınıfa girmesi sadece bireysel bir sorun değil, bu ülkenin bugününü ve geleceğini doğrudan şekillendiren yapısal bir mesele. Gazeteci kimliğim bana hikâyeleri aktarma sorumluluğu verdi, çocuk hakları uzmanı kimliğim ise bu hikâyeleri yapısal bir çerçeveye oturtmamı sağladı.
Mandela’nın “eğitim, dünyayı değiştirmek için kullanılabilecek en güçlü silahtır,” demesi gibi, ücretsiz okul yemeği de eğitimin niteliğini değiştirmek için en güçlü araçtır.
"Çocuğun onurunu ve eşitlik duygusunu korumalıyız"
Peki bu meseleye çok yabancı birine derdimizi anlatıyoruz gibi düşünürsek okul yemeği neden bir hak olarak görülmeli? Tabi bir de bu hakkın kapsama alanında ne olmalı?
Çünkü açlık, bir çocuğun kendi seçimi değildir. Eğitim, nasıl ki bir haksa; o eğitime erişmek için gerekli olan beslenme de bir haktır. Çocuğun okula tok karna gitmesi ve okulda öğle yemeğinde sıcak bir öğüne ve temiz suya erişiminin olması sadece sınavda başarılı olması için değil, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürebilmesi için de gerekli. Dolayısıyla bu hakkın kapsamı, tüm çocukları kapsayacak şekilde evrensel olmalı. Yani sadece yoksulun ya da kırsalda yaşayan bireyin değil, her çocuğun eşit biçimde erişebileceği bir okul yemeği sistemi kurulmalı.
Ayrıca hak ile yardım arasında çok büyük bir fark var. Yardım dediğinizde keyfiyete, hayırseverin inisiyatifine bağlı bir şeyden bahsediyorsunuz. Ama hak dediğinizde, devletin sorumluluğunu, çocuğun da talep edebilme gücünü ortaya koyuyorsunuz. Benim için mesele, çocukların aç karnına derse girmemesi gerektiğini “insaf” üzerinden değil, “hak” üzerinden tartışmak. Bu yüzden ücretsiz okul yemeğini sosyal devletin asli bir görevi olarak görüyorum.
Hak temelli bakış, tüm çocuklara kapsayıcı bir şekilde ulaşıyor ve kimseyi ‘yardıma muhtaç’ olarak etiketlemiyor. Bu, çocukların onurunu ve eşitlik duygusunu korumak açısından çok önemli. Bu, çocukların onurunu ve eşitlik duygusunu korumak açısından çok önemli.
Peki hak temelli yaklaşımı talep ettiğimizde bu konudaki dayanaklarımız ne olacak?
Ücretsiz okul yemeğini hak olarak tanımlamak aslında uluslararası sözleşmelerle de uyumlu. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 24. maddesi çocukların yeterli beslenme hakkını güvence altına alıyor. Ayrıca Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları içinde açlığın ortadan kaldırılması ve eğitimde eşitlik sağlanması hedefleri de doğrudan bu meseleyi işaret ediyor.
Ben “bir hak olarak ücretsiz okul yemeği” derken hem anayasal temele hem de toplumsal ortak vicdana sesleniyorum. Bu hak, yalnızca devletin lütfu değil, çocukların varoluşundan kaynaklanan, ertelenemez ve devredilemez bir haktır.

"Açlık sınıfsal coğrafi eşitsizliklerle kesişiyor"

7 milyon çocuk "Afrika ülkeleri düzeyinde" aç
Türkiye’de okul yemeği talebinin demografik dağılımı var mı? Karnı zil çalan çocuklar kimlerden oluşuyor?
Türkiye’de karnı zil çalan çocukların profili çok çeşitli. Mevcut ekonomik koşullara bakıldığında, açlık ve yoksulluk sınırlarına bakıldığında, yoksulluğun da demografisi oldukça geniş bir temele yayılıyor. Mevsimlik tarım işçilerinin çocukları da var; kentlerde dar gelirli ailelerin çocukları da; göçmen ve mülteci çocukları da…
Kimisinin yemek kutusu tamamen boş, kimisinin içinde bir adet simit var, kimisinde de salçalı ekmek. Kimisi aç, kimisi o an için ani bir tokluk hissediyor, ama günün sonunda 100 çocuktan 62’si açlığını makarna ve ekmekle bastırırken, 7 milyona yakın çocuk her gün et yiyemezken, karnı zil çalmayan çocuk sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Açlık, sınıfsal coğrafi eşitsizliklerle kesişiyor.
Bu çalışmayı yaparken okuduğum kadarıyla da ciddi bir kaynak taraması yapmışsınız. Dünya’nın farklı ülkelerinde bu sorun nasıl çözülüyor, bir mekanizma dahilinde mi yoksa el yordamıyla mı ilerliyor?
Finlandiya’da 1940’lardan beri tüm çocuklara ücretsiz okul yemeği veriliyor ve bu, sosyal devletin en somut göstergelerinden biri. Her sene okul yemeği içerikleri öğrenciler arasında oylanıyor ve en çok sevilen menüler belirleniyor. Bu da aktif yurttaşlığın ve çocuk katılımının çok kıymetli bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Her gün 150 bin devlet okulundaki 40 milyon çocuğa ücretsiz okul yemeği ulaştıran ve bunu da ilk başta çocuk açlığıyla mücadele etmek amacıyla başlatan Brezilya, yemeklerin önemli bir kısmını yerel çiftçilerden ve aile işletmelerinden alıyor; yüzlerce okul bostanı kurarak çocukların sebze ve meyveye erişimini yerelleştiriyor.
Hindistan’ın "Midday Meal" programı dünyanın en büyük çaplı okul yemeği programı olarak her gün 125 milyon çocuğa ulaşıyor ve onların okula devamını sağladı; sağlık göstergelerini iyileştirdi. Bu ve daha nice örnek şunu söylüyor: Farklı kültürlerde, farklı gelir düzeylerinde ama aynı sonuçla karşılaşıyoruz — okul yemeği çocukları hayata ve topluma bağlıyor. Yani, okul yemeğin sadece ‘karnı doyurmak’la sınırlı değil. Çiftçilere pazar yaratıyor, yerel tarımı destekliyor, kadınların istihdamına katkı sunuyor, toplumsal eşitsizlikleri azaltıyor ve çocukların eğitimdeki başarılarını yükseltiyor. Yani çoklu fayda yaratan bir sosyal politika aracı.
"Mesele kaynak yetersizliği değil siyasi öncelikler"
Aslında Dünya'nın en gelişmiş ülkesi olmasa da böyle bir soruna düzgün çözümler bulmuş olan bu ülkelerinden bize kalan ne?
Türkiye için çıkarılacak ders şu: Biz de bu uygulamalardan öğrenebiliriz. Çünkü mesele sadece ekonomik kaynak değil; mesele öncelik meselesi. Türkiye’nin de, çocukların açlıkla değil, eğitimle anıldığı bir gelecek için bu adımı atması mümkün. Bugün dünyada 466 milyon çocuk her gün okulda ücretsiz yemek yiyor. Yani bu artık bir ütopya değil, uygulanmış, sonuçları ölçülmüş bir politika.
Mesele, bizim de bu konuda siyasi önceliklerimizi yeniden tanımlayıp cesur bir adım atmamızda. Dolayısıyla mesele kaynak yetersizliği değil, siyasi önceliklerin ne şekilde belirlendiği. Biz de çocuklarımızın geleceğini gerçekten öncelemek istiyorsak, bu alanda cesur ve kararlı bir adım atmak zorundayız.
"En önemlisi sadece beslenme değil sosyal adalet duygusu"

"Çocuk adalet sistemi topyekün değişmeli"
Biz çocuk açlığını ortadan kaldırmak için bazı çözümler konuşuyoruz peki çocuklardaki karşılığı ne bunun? Bizim sistemsel bir sorun olarak işaret ettiğimiz durum onların hayatında nereye dokunuyor?
Çocuğun tabağına konan bir adet zeytin, bir şişe kefir veya bir porsiyon köfte, aslında “senin varlığın kıymetli” mesajıydı. Bence mesele tam da burada yatıyor. Mesele tam da çocuklara “siz bizim geleceğimizsiniz, yarınımızsın” diyerek kolaya kaçmamakta, onların “bugününü” güzelleştirip zenginleştirmekte yatıyor.
Tok karnına okula giden çocuk daha dikkatli oluyor, devamsızlık eğilimi azalıyor, akademik başarısı artıyor. Okul yemekleri, çocukların büyüme ve öğrenme sürecinde ihtiyaç duydukları protein, karbonhidrat, vitamin ve mineralleri, yani temel mikro-besinleri sağlıyor. Son araştırmalar, ücretsiz okul yemeğinden faydalanan çocukların okuma becerileri ve matematik performanslarının, bu haktan faydalanmayan akranlarına göre çok daha yüksek olduğunu gösterdi.
Özellikle yoksulluğun yaygın olduğu bölgelerde aileler için okulda yemek garantisi, çocuklarını okula göndermede güçlü bir motivasyon kaynağı...Bu da devamsızlığı ve okul terk oranlarını düşürür, çocuk işçiliği ve erken yaşta çocuk evliliğine yönelimleri azaltır.
Ama en önemlisi: Ücretsiz okul yemeğinden faydalanan çocuk kendini akranlarıyla eşit hissediyor. Bu, sadece beslenme değil, sosyal adalet duygusu da yaratıyor.
Bu konuda hatrı sayılır derecede veri bulunuyor. Oranlar da -keşke olmasaydı- bir hayli yüksek. Buradaki verileri ve değişkenleri incelerken dikkatinizi çeken ne oldu?
Örneğin Batı Afrika ülkesi Gambia’da okul yemeği almaya başladıktan sonra çocuklarda depresyon oranı yüzde 13 oranında azalmış. Bu etki en çok da kız çocuklarda gözlemlenmiş.
Örneğin Pakistan’da 1998-2004 yılları arasında yürütülen bir projede eğitime her ay 20 gün devam eden kız çocuklara her ay sonunda 4 litre yağ verilince okula devam oranları yüzde 135 oranında artırılmış. Gördüğünüz gibi, tüm bu örneklerde okul öğrenciler için cazip bir öğrenme ve refah alanına dönüştürülmüş.
İhtiyacımız olan ortak irade ve kalıcı bir uzlaşı
Ücretsiz okul yemeği hakkının sürdürülebilir bir politika haline gelmesi için kimlerin hangi kurumların elini taşın altına koyması gerekiyor?
Burada devletin sorumluluğu tartışmasız. Dünyadaki tüm iyi uygulama örneklerinde devlet bunu yasal ve anayasal bir hak olarak tanımlıyor; yıllık bütçelerine bunu dahil ediyor; ilgili bakanlıklar arası koordinasyon sağlayarak sürecin kalıcılığını güvence altına alıyor; Uluslararası Okul Yemekleri Koalisyonu’na katılarak bu alanda diğer ülkelerle teknik işbirliği ve iyi uygulama paylaşımına gitmek gibi bir taahhüt altına giriyor. Ama dünyanın birçok noktasında yerel yönetimler de bu süreçte sorumluluk üstleniyor, yerel vergilerden belirli bir yüzdeyi okul yemeği tedarikine ayırıyor. Belediyeler, sivil toplum, öğretmenler, hatta özel sektör de bu zincirin halkaları.
Yerelde çiftçiden alınan ürünlerle yapılan yemekler hem ekonomiyi canlandırıyor hem sistemi kalıcı kılıyor. Ünlü isimlerin ve kanaat önderlerinin de bu konuyu sürekli gündemde tutması da gerekiyor. Yani bu iş, ortak bir irade, partilerüstü ve kalıcı bir uzlaşı gerektiriyor.
(NÖ)






