Oysa ki eşcinseller uzaydan gelmediler, hep vardılar yalnızca toplumların bu realiteyle yüzleşmesi yakın bir dönem kadar mümkün olamadı.
Bir toplumsal realiteyi tanımanın en iyi yolu onu tarihsel perspektif içinde incelemektir. Bu yazı -çok yalınkatta olsa- bunu eşcinsel hareketin geçirdiği süreci inceleyerek yapmaya çalışacaktır.
Burada anlaşılmak istenen şey eşcinselliğin ne olduğu değil bir kimlik, bir realite olarak kendini nasıl var ettiğidir. Tarihin her döneminde eşcinsel duygu ve yaşantılar varolmuştur.
Londra'da ilk eşcinsel barları
Eğer eşcinselliğin tarihi konu edilirse bu hem yazının sınırlarını aşacak, hem bir milat kabul etmek zorlaşacak, hem de kanımca böylesi bir şey çok da işlevsel olmayacaktır. Dolayısıyla bu yazıda eşcinsel hareketin tarihi konu edilecektir.
1740'larda bile Londra'da eşcinsel barları bulmak mümkündü. Ancak eşcinsellerin kimlik duygusuyla bir araya gelmeleri kapitalistleşmenin, kentleşmenin,sanayileşmenin olağan üstü ivme kazandığı 19. yüzyıla rastlar.
Kapitalist kent üretimi aileden/cemaatten koparmış, dolayısıyla da geleneksel bağlarından özgürleşmiş birey için bireysel yaşam kurma olanakları genişlemişti.
Hakikaten de 19. yüzyılda metropoller Avrupa'da ve Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD bir eşcinsel alt kültürün oluşumuna izin verecek kadar büyümüştü.
Ulrichs: devrimci bir deha
19. yüzyılda cinsel eğilim kavramını modern anlamda ilk kullanan Karls Ulrichs'i hatırlamak yerinde olur. Bu adam eşcinsel kişileri tanımlamak için yarattığı sözcüklerden eksiksiz bir sözlük oluşturmuştur. Öte yandan Ulrichs döneminin şartları göz önüne alındığında gerçek bir devrimci ve dehaydı.
Eşcinselliğin doğal ve doğuştan olduğunu iddia ederek bunu kabul ettirmek uğruna tüm Avrupa'da mücadeleye girişmişti. 1860'larda Almanya politik anlamda kendini yeniden yapılandırma süreci içine girmişti. Yeni krallığa yeni kanunlar dolayısıyla da yeni ceza yasaları gerekmekteydi.
Dönemin Almanya'sı Bavyera eyaleti dışında eşcinsel ilişkiyi suç saymaktaydı. Ulrichs Münih'te toplanan Alman Hukukçular Kongresi'ne katıldı.
Bu onun eşcinselliği cezalandıran yasalarda gerçek bir değişikliğin yapması adına ele geçirdiği önemli bir fırsattı. Ancak söz konusu cezalandırıcı yasaların değişmesi için sunduğu taslağın daha giriş bölümünü okuyamadan konuşması yuhalamalarla engellendi.
19. yüzyılın sonları 20. yüzyılın başlarında eşcinseller yavaş yavaş çeşitli örgütlerin çatısı altında bir araya gelmeye başladılar.Tarihteki ilk eşcinsel dergisi Der Eigene (Özel İnsanların Birliği) yayın hayatına başladı.
Diğer yandan 1897'de de Dr. Magnus Hirschfeld, Ulrichs'in tek başına yürüttüğü çabalara sahip çıkarak eşcinsel ayrımcılığına son vermeyi hedefleyen Bilimsel Yardımsever Komitesi'ni kurdu.
Komite 1903 yılında eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılmasını isteyen bir dilekçe için 6000 imza toplamayı başardı. İlerleyen yıllarda Hirschfeld Berlin'de 'Bilimsel Bir Zemin Temelinde Cinsel Reform Dünya Birliği'ni ve1921'de 'Seks Araştırmaları Enstitüsü'nü kurması hareketin örgütlülüğünde yeni bir noktaya gelindiğine işaret eder.
Göreli gevşek cinsel ahlak
Yine aynı yıllarda ve yine Almanya'da Hans Kahnert'in Alman Dostları Derneği'ni kurmalarından da bahsetmek gerekir. Bu organizasyon eşcinsellere 'özgürlüklerinin ancak ve ancak kendi eserleri olacağını' belirtiyor ve açıktan mücadeleye çağırıyordu.
Dönemin koşulları göz önüne alındığında bu ajitatif çağrılar gerçekten çok ileri bir noktayı temsil etmekteydi. Nitekim 1933'de iktidara gelen Naziler bu erken Eşcinsel hareketi sistemli kıyım ve ideolojik kontrol yoluyla yok ettiler.
Bu ilk oluşumlar niçin İngiltere, Fransa veya ABD'de değil de Almanya'da boy göstermişti? Öncelikle dönemin Almanya'sının cinsel ahlakı diğer Batı ülkelerine göre çok daha gevşekti.
Alman kültüründe vücut sağlığına dolayısıyla da cinsel sağlığa imtina gösterilmekteydi. Bu yüzden cinsellik püriten bir ahlak anlayışına sahip İngiltere veya ABD'deki gibi baskılanmıyordu. Dahası dönemin Almanya'sı bilimsel üretim bakımından diğer batı ülkelerinden çok daha ileriydi.
Lezbiyenlik yok sayıldı
Kadınlar bu dönemde erkekler kadar şanslı değillerdi. Lezbiyenlik dışlanmak bir yana yok sayılıyordu.Dönemin lezbiyenleri daha çok sosyal klüplerde, edebiyat topluluklarında bir araya geliyorlardı.
1928'de Radclyffe Hall'ın "Yalnızlık Kuyusu" isimli kadınlar arası cinsel hayatı konu alan, lezbiyen kimliği tanımlamaya çalıştığı romanı mahkemeye düşünce lezbiyenlik gündeme geldi.
Arkasına büyük bir kamuoyu desteği alan Hall ceza almadı.Bu sonuç lezbiyenleri çalışmalarına devam etme konusunda yüreklendirdi.
İkinci Dünya Savaşı pek çok eşcinsele diğerleriyle bağlantı kurma olanağı verdi. Diğer kadınlar ve dolayısıyla da lezbiyenler iş hayatında daha aktif olarak varolma olanağı buldular. Çalışmak yollarına çoğu kez tek başına devam etmek durumunda kalan lezbiyen kadınlara güç verdi...
Pek çoğu büyük kentlerin imkanlarını ve oradaki anonimliğin farklı bir yaşamı kolaylaştırdığını bildiklerinden metropollerde yaşamayı seçtiler. Zaten giderek ivme kazanan kentleşmenin de etkisiyle 1950'li yıllara gelindiğinde metropollerde alt kültürel yığışma gözle görülür hale gelmişti.
Ancak Mc Charthy ABD'sinde farklı olmak bir suçtu, bırakın açık bir eşcinsel kimlikle yaşamayı diğer eşcinsellerle bağlantı kurmak bile büyük bir riskti. Eşcinsellik her eyalette suç sayılıyor, toplanan eşcinseller işkence ve kötü muameleyle karşılaşıyorlardı.
Tıp araştırmacıları eşcinselleri tedavi etmek için elektrikli şok tedavisi gibi akıl almaz yöntemler deniyorlardı. Bu yıllarda faaliyet geçen Mattachine isimli bir gey örgütü ve Bilitis'in Kızkardeşleri isimli bir lezbiyen grup söz konusuydu.
Kendilerini Homophile yani "Eşcinsel Dostları Hareketi" olarak tanımlıyorlardı. "Özdeşlerin Aşkı" olarak da çevirebileceğimiz Homophile sözcüğü aynı cinsten olanlar arasındaki sevgiye aşka dostluğa vurgu yapıyordu. Bu elbette ki stratejik bir seçimdi; çünkü mevcut önyargılar eşcinselliği en çok cinsellik üzerinden mahkum ediyordu.
Feminizm ve eşcinsellik
1960'lar toplumsal muhalefetin yükseldiği yıllardı. İşçilerin, öğrencilerin, feministlerin ve çeşitli radikal unsurların da içinde yer aldığı sosyal mücadeleler dalgası içinde eşcinseller de yerlerini aldılar.
Bu yıllarda yükselen feminizmin toplumsal cinsiyet düzeni üzerine geliştirdiği argümanlar eşcinselleri ama özellikle de eşcinsel kadınları besledi, buna karşılık lezbiyen kadınlar da en az geyler kadar derin felsefi argümanlar geliştirdiler ve bu argümanlar da feminist hareketi besledi..
Pek çoğu bu yıllarda; hem eşcinsel hareket içinde de varolan cins hiyerarşisi nedeniyle hem de toplumsal yapıyla geylere nazaran çok daha derin çatışmalar yaşamaları nedeniyle bağımsız organizasyonlar kurma yoluna gittiler veya radikal feminizmin saflarında yer aldılar.
Eşcinsellik giderek şok ediciliğini kaybediyor ve her geçen gün daha fazla kabul görüyordu. 1965'der ilk defa, 'Eşcinsel Dostları' Beyaz Saray önünde eşcinsel hakları için bir gösteri yaptılar. Sayı çok az da olsa bu bir ilkti.
Ancak tüm bu gelişmelere karşın özellikle ABD'de polisin eşcinsellere yönelik baskıları artarak devam ediyordu. 1969'un 27 Haziran gecesi polisler New York, Cristopher Street'teki eşcinsellerin eğlendiği bir bara baskın düzenleyince eşcinseller bu olaya kitlesel halde reaksiyon gösterdiler.İki bini aşkın eşcinsel iki gün boyunca polisle çatıştı. Sonuç gerçek bir başarıydı. Eşcinseller ciddi bir zarar görmeden zafere ulaştılar.
Homoseksüellikten geyliğe
Stonewall Direnişi pek çok eşcinselin gözünde de eşcinsel kimlik mücadelesinde bir dönüm noktasıdır. Altını çizmek gerekir. 1969'u homoseksüellikten geyliğe geçişin miladı olarak kabul edebiliriz. Tıbbi bir sözcük olan 'homosexual' sözcüğü bir hastalığı,bir bozukluğu çağrıştırmaktaydı.
Eşcinseller ikinci sınıf vatandaş olmayı reddedip, heteoseksüellerle eşit bir statü talep ettiklerinde 'gey' haline geldiler. Ayrıca haziran son haftası bu tarihten itibaren eşcinsel onur haftası (gey pride) olarak kutlanmaya başlamıştır.
Nitekim hastalıklı, sakat, günahkar gibi tanımları reddeden bu irade 1973'te Amerikan Psikiyatri Cemiyeti'ne yaptığı baskı sayesinde eşcinselliği ruhsal bir patoloji olmaktan çıkarmayı başardı.
Feminizmin argümanlarıyla eşcinsel hareketi beslediğini biliyoruz. Öte yandan ataerkilliğe ve cinsiyet anlayışına karşı benzer tepkileri dillendirmeleri bu iki hareket arasında somut anlamda da bir dayanışma sağlıyordu.
Eşcinsel kimlik savaşımına katkı veren teorisyenler eşcinsel kimliği toplumsal cinsiyet rollerine karşı yapılan bir nevi protesto olarak görüyorlardı. Ancak 1980'lerle beraber 'eşcinsel maçoluk' hareketi yaygınlaşınca bu pek çok feministi geyleri dışlamaya yalnızca lezbiyenlerle dayanışmaya itti.
Eşcinsel hareket sonuç olarak üç çizgide devam etti. İlki barış yanlısı, kadın hareketlerinden etkilenen, yeşil bir çizgiydi. İkincisi eşcinsel kimliğin de iktidar tarafından biçimlendirildiğini düşünen, bu kimliğin yapıbozumunu öneren Foucault'cu çizgiydi. Üçüncüsü ise eşcinsel hareketi yalnızca diğer cemaatlerle dayanışmaktan ibaret gören bir anlayıştı.
80'lere gelindiğinde 68'le beraber gelen özgürlükçü dalga kesilmişti. ABD'de Ronald Reagan, Britanya'da Demir Leydi (Margaret Thatcher) başta olmak üzere tüm dünyada yükselen yeni muhafazakar dalga 1968'lerin özgürlük çığlıklarını boğdu ve kadınlardan eşcinsellere pek çok kesimin kazanılmış haklarını gasp etti.
AIDS'le birlikte
Bu yenilgilerin üzerine bir 'eşcinsel vebası' olarak görülen AIDS'in de bu dönemde yayılmaya başlaması eşcinseller üzerindeki nefreti arttırarak eşcinsel hareketi sokaklardan sohbet toplantılarına, cinsel sağlık hizmetlerine çekiverdi.
Cinsel özgürlük fikri eski gücünü kaybederek tek eşliliğin ve dolayısıyla da aileciliğin yeniden kutsanması söz konusu oldu. Sadece eşcinseller değil, yalnız yaşayan kadınlar, tek ebeveynli aileler gibi aileciliğe 'tehdit' oluşturan tüm kesimler bu dönemde ayrımcılık ve dışlamayla karşılaştı.
Ancak AİDS cinsel sağlık uzmanlarını -sorunu kontrol altına almak amacıyla da olsa- eşcinsellerle uzlaşmaya ,en azından onları dikkate almaya itti.
Kimlik sorunlarıyla boğuşan genç eşcinselleri rencide edici programlara karşı cephe alındı ve "ortaya çıkma" grupları organize edildi. 1980'lerin sonlarına doğru eşcinseller 'ortaya çıkma' konusunda o kadar ısrarcı davrandılar ki bir süre sonra toplumsal baskı neredeyse etkisiz hale geldi. Özgürlük adımları hızlanıyordu.
90'larda İnternet'in yaygınlaşmasıyla beraber pek çok eşcinsel diğerleriyle iletişim kurma,kendi yaşamı üzerine ikinci kere düşünme fırsatını elde etti. Öte yandan akademik çevrelerde geliştirilen "queer teorisi" mevcut eşcinsel kimliklerin egemen yapı bağlamında biçimlendiğini,bu yüzden sürekli değişen, akışkan yeni bir eşcinsel kimliği geliştirilmesi gerektiğini belirtiyordu.
Acayip,tanımlanamayan anlamına gelen "queer" sürekli oluşum halinde olan,yenilenen, akışkan bir kategori olarak düşünülüyordu. Heteroseksizmin yeni stratejilerine karşı bir strateji olarak tasarlanmıştı.
1990'lı yılarla beraber ABD ve pek çok batılı ülkede eşcinseller ulusal federasyonlar, birliktelikler oluşturdular. Evlenme,evlat edinme hakkı,ayrımcılık karşıtı yasalar gibi önerilerini parlamentolara ilettiler ve bu önerilerin çoğu kabul edildi.
Yasal ve hukuksal tartışmalar,öneriler bugün de devam etmekte ve her geçen gün yeni kazanımlar söz konusu olmaktadır.
Bunların dışında eşcinseller uluslararası birliktelikler, fonlar oluşturarak eşcinsel hareketin batı dışında da pek çok ülkede de yayılmasını veya güçlenmesini sağladılar. İLGA (Uluslar arası Gey- Lezbiyen Organizasyonu) buna bir örnektir. Ülkemizde de Lambda gibi çeşitli organizasyonlara destek sağlamaktadır.
Dahası eşcinseller artık kendi sorunlarının dışında pek çok sorunla da ilgilenmektedirler. Yakın dönemde dünya kamuoyunu harekete geçiren savaş karşıtı hareketin etkin bir bileşeni olarak eşcinseller dünyanın pek çok ülkesinde sokaklara dökülerek ABD'nin savaş politikaları aleyhine yapılan gösterilerde yerlerini aldılar.
Eşcinseller bugün Sosyal Forum sürecinin,küreselleşme karşıtı hareketin aktif bir parçası olarak 'başka bir dünya'nın inşasına omuz vermektedirler. Diğer yandan Dünya Sosyal Forumu sürecinde eşcinsellerin çabası ve inisiyatifi sonucunda "Cinsel Ayrımcılık" konusu her buluşmada ele alınan bir başlık haline gelmiştir.
Sonuç olarak eşcinsellik değilse de eşcinsel kimlik kapitalizmin kendine sağladığı olanaklardan güç bularak kendini var etmiştir. Kapitalist metropolün sağladığı bir nefeslik alanlarda gelişen alt kültürel yığışma; zamanla cinsel tatmin,dayanışma gibi fonksiyonların ötesine geçerek gerçek bir siyasal harekete dönüşmüştür.
Bu hareket 20. yüzyılda varolan sosyal hareketlerden de destek bularak, yer yer etkilenerek serpilmiş, felsefi argümanlarını derinleştirmiş ve kendini konjonktüre göre yenilemiştir.
Günümüzde gelinen noktada ele aldığımız bu 150 yıllık süreç zarfında eşcinseller kimlik mücadelelerinde çok önemli kazanımlar elde etmiş durumdadırlar.
İçinde bulunan dönemin koşullarına göre (dünyayı saran militarist atmosfer, muhafazakar iktidarlar vs) kısmi gerilemeler yaşansa da eldeki kazanımların tümüyle silinemeyeceği de açıktır. (ÇD/NM)
Kaynaklar:
* Selek Pınar - Maskeler Süvariler Gacılar- Aykırı Yay.
* Yılmaz Ali Kemal Erkekte Ve Kadında Eşcinsellik-Özgür Yay
* Mondiore Francis Mark -Eşcinselliğin Doğal Tarihi-Sarmal Yay
* Cornell R.W - Toplumsal Cinsiyet Ve İktidar-Ayrıntı Yay
* Kaos GL' nin çeşitli sayıları