Evet Titina, bu üçüncü röportajımız....
Evet! Bu röportajlar benim için Kıbrıslıtürklere açılan bir kapı gibidir... Bu röportajları Kıbrıslıtürklerle olumlu iletişimde bir kapı olarak görüyorum...
Son röportajımızı, geçiş noktalarının kısmi açılışından sonra yapmıştık... O röportajda Türkiye'nin Ekim ayında tazminatı ödeyeceğini söylemiştiniz... Bu öngörülen tarihten yalnızca bir ay sonra ödeme yapıldı... Hangi tarihti?
Haziran'da buluşmuştuk seninle... Veya Temmuz başı olabilir. Türkiye, Haziran ayında 6 ya da 7 Ekim'de ödeme yapacağını açıklamıştı. Bakanlar Komitesi tarafından Türkiye'ye bir "son tarih" verilmişti, bir "deadline" - Türkiye koşulsuz ödeme yapacağını duyurmuştu. Eylül ayında, 6 Ekim öncesindeki toplantıda, Türkiye ödeme yapmayacağına ilişkin işaretler vermeye başladı. Böylece Bakanlar Komitesi, Türkiye'ye ödeme yapması yönünde baskısını artırdı. 6 Ekim'den sonraki haftalarda Türkiye bir erteleme almıştı, kararın uygulanmasıyla karşı karşıya kalınca... Bildiğiniz gibi karar, doğup büyüdüğüm Girne'deki mülkümü barışçıl biçimde kullanabilmemdir. Ve Türkiye'nin Girne'deki mümkümü "kullanım kaybı" (loss of use) nedeniyle tazminat ödemesi de kararda vardır. Tartışma, bu komitenin, kararın uygulanmasından sonra açıklayacağı kararla ilgiliydi...
Hangi tarihte Türkiye ödemeyi yaptı?
2 Aralık 2003'te ödeme yaptı. Türkiye'nin Strazburg'taki Daimi Temsilcisi'nin İnsan Hakları Sekreteri Mr. İmbere'e çeki verirken çıkmış fotoğrafını belki bazı gazetelerde gördünüz.
Türkiye'nin gerçekten ödeme yaptığını nasıl duydunuz? Çünkü hatırlıyorsun, geçen hafta Türkiye'nin ödeme yaptığı yönünde haberler çıkmıştı, seni aramıştım, doğru değildi o zaman bu haber... Yani, Türkiye bu kez gerçekten ödeme yaptığında neler hissettin?
Karışık duygular diyebilirim... Hoş bir gelişmeydi bu çünkü Türkiye ilk kez pratikte Kıbrıs'ta sorumluluğunu gösteriyordu ve barışçıl biçimde mülkümüzü kullanmamıza engel olmaktan Türkiye sorumluydu... Geniş bir anlamda, bireysel haklardan söz ediyorum, insan haklarından söz ediyorum.
İlk kez görüyoruz ki Türkiye Kıbrıs'ta bu konuda sorumluluk üstlenmiştir. Yalnızca bu değil, aynı zamanda, Türkiye, tazminatı ödemekle, mülkümün barışçıl kullanım yolunu da açmıştır. Bu da çok önemlidir. Bu insan hakkını talep eden bunca yıllık mücadele sonucunda, bu hakkın kısmi olarak karşılandığını gördüm ve mülkümü geri alacağımdan da eminim...
İlginç olan şey, bundan üç-dört yıl önce Türkiye bu konuda 'Bu bir çıkmaz sokaktır' diyordu, hatta bu konuda bir de kitap yayınladılar, İnternet'e de koydular: 'Loizidu vs. Türkiye- Çıkmaz Sokak' başlığıyla... Her zaman ödemeyeceklerini söylüyorlardı.
Görünen o ki bu 'çıkmaz sokak' açılmıştır... Nisan ayı öncesinde Kıbrıs'ın her yerinde görünen 'çıkmaz sokak' açılıyor... Nisan ayından bu yana insanlar tümüyle özgür olmasa da geçiş yapıyorlar... Bu birazcık açılımın tümüyle kapanmamasını dileyelim ve yavaş yavaş tümüyle açılmasını umalım...
Bunu sokakta görebiliyorum... Daha önce barikatlar vardı, kum torbaları vardı, askeri nöbet noktaları vardı... Bunlar hala orada. Ancak şu anda elektronik olarak açılıp kapanan bir engel var, politikacılara göre açılıp kapanan bir engel bu... Umarım ki sonuna kadar açılır, daha geniş açıdan bakarsak konuya... Bu çıkmaz sokakların kalkacağını umalım, şu anda birazcık aralanmış durumda...
Türkiye size ödediği tazminatı bir "zafer" olarak takdim etmeye çalıştı. Anadolu Ajansı geçtiği haberlerde iki konuda talepleri olduğunu yazdı. Birincisi bunun emsal teşkil etmemesi ki bunun doğru olmadığını biliyoruz, ikincisi de sizin mülkünüzü kullanmanız konusunun tartışılmasının 2005'e dek ertelenmesi konusuydu. Türk medyasına dağıtılan haberler bunlardı. Siz bize tam olarak kararların ne olduğunu anlatabilir misiniz?
Öncelikle ben bir politikacı değilim, hukukçu da değilim. Türkiye'nin benim mülkümü barışçıl biçimde kullanmamı tartışıyor olduğu gerçeği - tarihlerden söz etmiyorum - yalnızca bu konuyu tartışması dahi, Türkiye'nin benim mülkümü kullanmakta engellediği yönündeki sorumluluğunu kabul ettiğini gösteriyor. Tüm tarafların siyasi mülahazalarını bir yana koyuyorum çünkü siyasi görüşler çeşitlidir ve farklı olabilir. Yalnızca şunu söyleyeceğim: bir karar vardır, bu karar kısmi olarak yerine getirilmiştir, bir yönü daha vardır ve bu daha da önemlidir ve uygulanmayı bekliyor. Türkiye'nin sorumluluğu üstlendiğini görüyorum ve gelişmeleri görmek için sabırlıyım...
Ancak bu 2005 tarihi, kararda "Türkiye bunu öneriyor" şeklinde not edilmişti, değil mi?
Evet, Bakanlar Komitesi'nin Türkiye'nin bu konunun 2005 yılından sonra görüşülmesi yönündeki isteğinin not edildiği belirtiliyor.
Yani sadece konu not ediliyor, bir karar değil bu...
Evet...
Yani Bakanlar Komitesi dilediği anda bunu yeniden gündeme getirebilir çünkü yalnızca Türkiye'nin bu isteğini not etmiş, bu konuda karar almamış...
Evet, böyle...
Tazminat olarak aldığınız miktar 1 milyon 120 bin EURO'ydu değil mi?
Kıbrıs Lirası'dır ödeme. 600 bin küsür Kıbrıs Lirasıdır... Bildiğin gibi mahkeme kararında ödemenin Kıbrıs Lirası olarak yapılması gerektiği belirtilmişti ve ödeme Kıbrıs Lirası olarak yapıldı.
Pek çok kişi bu parayla ne yapacağınızı merak ediyor. Örneğin bugün barikatı geçerken, sizinle röportaja geldiğimi öğrenen insanların ilk sorusu "Ona sor bakalım ne yapacak bu parayı?" oldu...
Burada da soruyorlar bana... Bu para bana Türkiye tarafından, mülkümü kullanım kaybım nedeniyle verildi. Bu para Girne'deki evimi ve mülkümü tamir ve yeniden inşa etmek için kullanılmak amacıyla açtığım bir hesaba konmuştur. Türkiye'nin bu parayı bana verme nedenine uygun olarak kullanacağım bu parayı, yani Girne'deki mülkümü barışçıl biçimde kullanmak amacıyla...
Biliyorsun yalnızca ev değil söz konusu, arazim de var Girne'de. Gene geniş anlamda konuşuyorum Sevgül, benim için mülkümün yeniden inşası, Kıbrıslıtürklerle yeniden biraraya gelmektir - mecazi anlamda konuşuyorum. Yeniden inşa demek, Kıbrıslıtürklerle Kıbrıslırumların barışçıl biçimde biraraya gelmesidir.
Bazı şeylerin değiştiğini biliyorum... Çünkü insanlar 1974'te kaldığımı sanabilir, değilim, bazı şeylerin değiştiğini biliyorum. Biliyorum ki pek çok Kıbrıslıtürk, özgür bölgelere yaşamaya gelmek istemeyebilir veya bazı Kıbrıslırumların geri dönemeyeceğini biliyorum ama dönüş hakları vardır. Bu hakları olmalıdır, mülkleriyle ne yapmak istediklerine ilişkin karar verme hakları olmalıdır, nerede kalmak istediklerine ilişkin karar verme hakları olmalıdır.
Benim için bu para aynı zamanda geri dönüşün, yeniden inşanın ve Kıbrıslıtürklerle birlikte yaşamanın simgesidir. Tehditkar biçimde konuşmuyorum, bir tehdit olarak söylemiyorum bunları... Bunu Kıbrıslıtürklere iyice anlatmak istiyorum - ben onlar için bir tehdit değilim...
Şimdi ne olacak?
Bildiğin gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının uygulayıcısı Bakanlar Komitesi'dir. Ben bu komitede yalnızca Kıbrıs hükümeti tarafından temsil ediliyorum. Bu kanal aracılığıyla sesimi Bakanlar Komitesi'nde duyurmaya çalışacağım, kararın uygulanması için. Çok sabırlı oldum şimdiye kadar ve yine sabırlı olacağım. Kararın uygulanması tümümüze devam etmek için güç katmıştır. Komite kararın uygulanması ve sistemin güvence altına alınması için elinden geleni yapmıştır. Bir süre dinleneceğiz... Eminim ki tümünün dinlenmeye ihtiyacı vardır. Sonra devam edeceğiz...
Türkiye'nin tazminatı ödemekle Kıbrıs'ta sorumluluğunu üstlenmesinden başka, kişisel duygularınız nelerdi? Mutluluk muydu? Bir tür zafer duygusu muydu? Bir tür tatmin duygusu muydu? Neler hissetmiştin tazminat ödendiğinde?
Bir tatmin duygusuydu... Çok zorlu bir süreç olduğu halde, buna değdiğini hissettim. Bir bireyin, nerede olursa olsun hakları olduğunu hissettim - bireyi koruyan kuralları harekete geçirmesi ve haklarını talep etmesi gerektiğini hissettim. Bireyin çok gücü olduğunu hissettim.
Bunu saldırgan biçimde söylemiyorum. İnanıyorum ki mahkeme kararı ve bu kararın uygulanmasına ilişkin tartışmalarda, Türkiye bir şöyle diyordu, bir böyle diyordu -- demokrasiyle yüzleşme, sorumluluk üstlenme ve Kıbrıs'a yönelik tavrını değiştirme konularında sistem bir üyesini olgunlaşması için zorladı...
Bu zorlamanın bir birey tarafından gerçekleştirildiğini hissettim - bunun ille de ben olmam gerekmezdi, herhangi bir birey olabilirdi - ve tümüyle buna değdiğini hissettim.
Bildiğiniz gibi dava 1989'da başladı ve çok zorlu bir süreçten geçti. Karşılaştığımız ilk engel Türkiye'nin coğrafi bir faktör ileri sürmesiydi - 25nci maddeyi imzalayan Türkiye tarafından baskıya uğrayan bireylerin başvuru yapmasını engelleyen coğrafi bir faktördü bu. Benim için bu sisteme bir meydan okumaydı bir birey tarafından ve bu coğrafi faktör geçersiz kılındı.
Okurlarımız için bu coğrafi faktörü biraz izah edebilir misin?
Sistem şuydu: Avrupa Konseyi'nin bir üyesi olduğun zaman, yavaş yavaş çeşitli anlaşmaları imzalıyorsun. 25nci madde bireyin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuru hakkını içeriyor. Türkiye bunu 1987'de imzaladığında şöyle demişti: evet İnsan Hakları Konvansiyonu'nun 25inci maddesini imzalıyorum ancak buna bir madde ekliyorum ve diyorum ki bana karşı bireysel başvuruları ancak benim coğrafik bölgemden gelenlerden kabul ederim...
Bu da şu demekti: Türkiye Anayasası'nın geçerli olduğu coğrafi bölgeden gelmeyenlerin başvuru yapamayacağı anlamına gelirdi bu. İşte bu nedenle benim davam o kadar uzun sürdü çünkü...
Türkiye'nin bu coğrafyadan sorumlu olduğunu kanıtlamak zorunda kaldınız...
Evet... Bu çok çok önemliydi...
Bu tarihseldi...
Evet, tarihseldi ama yalnızca bizim için değil. İnsan hakları sistemi için tarihseldi... Bu da bana göre insan hakları kurumu içinde, insan haklarını güçlendirdi. Çünkü siyasi bölüm bu coğrafi faktörü kabul etmişti ancak mahkeme gelip "Bu geçersizdir, kabul etmiyoruz" dedi.
Hukuk, siyasilerin söylediklerinin üstündeydi... Bu, bir birey tarafından gerçekleştirildi. Türkiye, tüm bu öykü boyunca bir birey tarafından zorlandı - Türkiye başlangıçta bireyin gücünü kavrayamadı sanırım ve şimdi Türkiye mülkün barışçıl biçimde kullanımı için zorlanıyor. Türkiye'nin tazminatı ödemesini çok iyi bir işaret, olumlu bir adım olarak görüyorum ve Türkiye'nin mülkün barışçıl kullanımı konusundaki zorlamayı nasıl karşılayacağını da merakla bekliyorum.
İlk röportajımızda bazı Kıbrıslırumların, davanıza birazcık kuşkuyla yaklaştıklarını anlatmıştınız çünkü kazanıp kazanamayacağınızdan emin değillerdi, Türkiye'nin tazminatı ödeyip ödemeyeceğinden kuşkuları vardı. Türkiye'nin parayı ödediğini haberlerde duyunca tepkileri ne oldu?
Çok mutlu oldular... Çok olumlu tepki gösterdiler. Yalnızca dostlarımdan, akrabalarımdan değil, hiç tanımadığım insanlardan da mesajlar alıyorum... Herkesin hissettiği bir kapı açılıyor... Elektronik engel kalkıyor, yarı yarıya kalkmıştır ama tümüyle kalkacaktır...
Medyanın ilgisi nasıl oldu? Türkiye medyasının, Kıbrıs medyasının, Yunan medyasının...
Sanırım Türkiye medyası bunun ne kadar iyi bir şey olduğunu söyledi. Bu durumlarda elbette politikacılar her zaman durumu kendilerine göre takdim etmeye çalışırlar. Türkiye'nin kendi içinde büyük bir savaş yaşandı bu davayla yüzleşme konusunda. Bu durumu olumlu bir durum olarak takdim ettiler. Olumlu bir adımdır bu o nedenle nasıl görmek isterlerse görebilirler...
Ama içten bakmak ilginçtir. Ben içeriden bakıyorum ve tüm süreci görüyorum, yavaş yavaş gelişimini görüyorum... Tüm bu dava boyunca Türkiye'nin değişen tepkilerini görüyorum. Daha önce fazlaca medyada yer almamıştı dava - 1996'da karar çıktığında Türkiye basınında pek fazla yazılmamıştı sanırım. Basının ilgisi Türkiye ödeyeceğim bu tazminatı dediği zaman arttı. Çünkü inanıyorum ki Türkiye zor durumdaydı ve bunun öne çıkmasını istemiyordu...
Benim sormadığım ama sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı Kıbrıslıtürk okurlar için?
Sabırlı olmalıyız demek istiyorum, tümümüz çok travmatik deneyimlerden geçtik, daha olumlu biçimde biraraya gelmeye, yalnızca kendi evlerimizin değil, Kıbrıs'ın tümünün barışçıl biçimde tadını çıkarmaya bakmalıyız... (SU/NM)
(*) Sevgül Uludağ'ın söyleşisi 8 Aralık 2003 tarihli YENİDÜZEN gazetesinde yayımlandı, sonra da Hamamböcüleri'nde...