"Bireyler kendi çıkarlarının peşinde koşarlar ve sanki görünmeyen bir el tarafından yönlendiriliyorlarmış gibi aynı zamanda tüm toplumun çıkarlarına uygun işler yaparlar."
Smith'in ortaya attığı bu teori ve söz konusu bu eser günümüzde ekonominin bir bilim haline gelmesinin başlangıcı olarak kabul ediliyor. Bir başka deyişle bilimsel temellere oturtulan ekonomi artık toplumun birtakım gereksinimlerini karşılayan doğal bir kurum değil; tüm değerlerin üzerinde, kurumlar arasındaki ilişkileri hatta insanlar arasındaki ilişkileri belirleyen üst bir yapı biçimini aldı.
Doğayı yok etmenin meşruiyeti
Toplumsal köklerinden koparılan ekonomi politiğinin temel önermesine göre; "kaynaklar kıt, ihtiyaçlar sınırsız". Ortalama beş yüz yıl önce bu sihirli sözcükler üzerine inşa edilen uygarlığımız ihtiyacından fazlasını üretmeyi ve yine ihtiyacından fazlasını tüketmeyi şiar edindi. Çıkarlarının peşinden koşma ve sınırsız olan ihtiyaçlarını karşılamak saikiyle daha çok üreten insan; fabrikalar kurdu, otomobiller, uçaklar icat etti, gökdelenler inşa etti.
Üretim artıkça ekonomi büyüdü, ekonomi büyüdükçe tüketim de arttı. Barınaklarında, evrendeki diğer canlılar için de geçerli olan kurala uygun olarak yaşayan insan, artık diğer canlılardan tamamıyla arındırılmış büyük şehirlerinde, yüksek binalar arasında fabrika atıklarıyla, egzoz dumanıyla her gün doğayı biraz daha yok ederek yaşamayı tercih etti; buna inandı.
Kendi türünü evrenin asıl var olma sebebi ve diğer tüm canlıların efendisi olarak tanımlayan insan; kullandığı araçlarla, tükettiği metalarla, küreselleşen ekonomisiyle kendisinin de bir parçası olduğu doğayı yok etmeyi meşrulaştırdı.
Evet, insan diğer canlılarla birlikte paylaştığı dünyayı yok etmek için tam gaz ilerliyor ve bunun çok basit bir açıklaması var: İnsan evrenin efendisidir ve kaynaklar kıt, ihtiyaçları ise sınırsızdır.
Küresel ısınmaya karşı şarkılar
Bu paradigma üzerine inşa edilen, gittikçe küreselleşen, yayılan ve daha tahripkâr hale gelen uygarlık; takvimler 7 Temmuz 2007'yi gösterdiğinde "7"nin de uğurunu arkasına alarak; petrol şirketi yöneticisi ve siyasetçi Al Gore'un öncülüğünde, dokuz ayrı kentte 150'den fazla müzik grubu ve şarkıcının katılımıyla küreselleşme çağının namına yaraşır bir organizasyonla şarkılar ve türküler eşliğinde dünyayı yok etmeye yemin ettiğini itiraf etti.
Çağımızın uygunsuz gerçeği (An Inconvenient Truth) olarak ifade edilen küresel ısınmaya karşı insan kendince bir çözüm üretmedi ve insanları bilinçlendirmek, yetkilileri göreve çağırmak için Live Earth adı altında televizyon, radyo, İnternet, kablolu kanallar gibi küresel medya mimarisinin kullanıldığı bu dev organizasyonu icat etti.
Konserler boyunca bir taraftan kullandıkları jeneratörlerle çevreye biraz daha zarar verirken diğer taraftan yaptıkları gürültüyle kurbağaları korkutmayı başaran insanlar, kendi yöntemiyle doğadan özür diledi.
Sonuç?
Dünyayı yalnızca kendisininmiş gibi özgürce kullanmaktan vazgeçmeyen, sınırsızca üretip sınırsızca tüketen, kendini tüm canlıların varlık sebebi olarak gören ve evrenin sahibi olduğuna inanan insan; nasıl olur da tüm bu dogmalarını, kendi varlığını, inşa ettiği o mükemmel uygarlığını sorgulamadan sebep olduğu uygunsuz gerçeğe şarkılar, türküler yakarak çözüm bulacağını iddia edebilir?
Tam da bu nedenle kendini kandırdığının ve büyük tekellerin, yaratılan markaların oyuncağı olduğunun bilincinde olmayan insan; ataletinden kurtulup bir yol ayrımında ve kendi uygarlığını köklerinden sarsmak zorunda olduğunun farkında olarak kumda oynamaktan vazgeçmeli ve daha samimi-gerçekçi çözümler üretmeli.(DP/EÜ)
* Demet Parlak, Kocaeli Üniversitesi, yüksek lisans.