Fransa'daki 68 kuşağının, Mao-Spont tabir edilen ve Mao-Stal (Stalinci) olmayan kesiminin, yani 'La Gauche Proletarienne' (GP) grubunun (sol Proloterya), ünlü 'La Cause du Peuple' (Halkın Davası) adlı militan gazetesinde staj gördükten sonra, 1972'de Jean-Paul Sartre önderliğinde kurulan Libération, eski düzeni yıkmaya çalışan 68 Mayıs devriminin eğitimden sonra başarılı olduğu medya ortamındaki güzide örneği idi.
Libe, gazete, gazetecilik, haber, muhabir, röportaj, söyleşi, yazı, fotoğraf, grafik, sayfa düzeni, okur, toplum gibi temel kavramları biraz teorik ama daha çok pratik düzeyde yeniden tanımladı ve uyguladı.
Bir gazetenin kolektif iç işleyişinde de önemli tabuları yıkmıştı bu efsane gazete: Genel Yayın Yönetmeni de dizgici de aynı maaşı (asgari ücret) aldı uzun süre. Gazetenin gerçekten bağımsız olabilmesi için uzun süre tek santim ilan-reklam almadı.
Mülksüzlerin gökkuşağıydı
Libe, meşruluğunu egemen basından ya da yerleşik düzenden değil, okurdan, yurttaştan aldı ilk yıllarda. Solcuydu, muhalifti, özgürdü, bağımsızdı, dik başlıydı ama gırgırdı, sevimliydi, kendine has yazı biçemi, kelime oyunlarına dayanan başlıklarıyla sempatikti, kısaca fırlama bir gazeteydi.
Okurlarının gece yarısı fantezilerine 3-4 tam sayfa ayırdığı günler olurdu. Le Monde'a, Le Figaro'ya hatta France-Soir'a haber olamayan cezaevindekiler, uyuşturucu müptelaları, fahişeler, üçüncü ve dördüncü cinsin mensupları, işsizler ve bu arada sendika ağalarına ayaklanan işçiler, grevciler, ev kirasını ödeyemeyip sokağa atılanlar, gök kuşağının 77 çeşit Anarşisti, Troçkisti, Lambertçisi kendilerini Libe'de buluyordu.
Öteki Fransa'nın aynasıydı bu gazete. Vietnam'ı destekliyordu, Che'yi seviyordu, dünyanın dört bir yanındaki ulusal kurtuluşçuların serbest kürsüsü ve mikrofonu oldu.
GP, Paris'in küçük ve orta burjuva ailelerinin devrimci çocuklarının örgütüydü. Ama onlar, 68 Mayıs'ında kendilerini üniversite amfilerine hapsetmediler, yükselmekte olan devrimci hareketi fabrikalara ve kırlara yaymak amacıyla, köylere gittiler, fabrikalarda işçi olarak çalışıp, halkla birleşmeye çalıştılar.
Kendi sınıflarının imtiyazlarını ret edip, kaderlerini yoksul insanlarınkiyle birleştirdiler. Libe'nin kurucularından Serge July ile Marc Kravetz daha 60'larda Cezayir Savaşına karşı muhalefet hareketinde tanışmışlardı.
Libe'nin çekirdek kadrosunun siyasi duyarlığı ve gerçek solculuğu sayesinde, dönemin sözüm ona ana muhalefet partisi olan Komünist partiden (FKP) uzak durmasını bildi, hatta FKP'yi sorgulamaktan, eleştirmekten de çekinmedi.
İnrockuptibles dergisinin son sayısında konu kapaktan güzel işlenmiş: Olmazsa olmaz gazete çöküyor: Libe'siz Bir Günlük Yaşam Mümkün mü?
Soru ilginç. Çünkü bizzat yaşayıp çok kez tanık olduğum bir hadise:
70'li yıllarda, Fransa'da öğrenci iken, sabah kalktığımızda, kahvaltıyı ertelemek, hatta hiç yapmamak mümkündü de, bayiden Libe almamak söz konusu olamazdı:
Donne nous notre nourriture quotidienne! İncil'den mülhem: "Bize günlük (Gazete) besinimizi bağışla yarabbim!"
Bir kitap nelere kadir?
Bourdieu'nün kurduğu "Raison d'Agir" (Eylem Gerekçesi) yayınevinden çıkan sosyolog-gazeteci Pierre Rimbert'in "Libération: De Sartre a Rothschild" başlıklı kitabı, tüm bu parlak geçmişi ve Libération'un 1972-2004 dönemindeki değişimini, bozulmasını, yozlaşmasını; Fransız siyasi-medyatik ortamının gidişatı çerçevesinde, özellikle de iktidarla ilişkiler bağlamında çok somut olarak tahlil ediyor.
"La Face Cachee du Monde-Le Monde'un, Dünya'nın, Gizli Yüzü" başlıklı bir araştırma kitabı da, bundan birkaç yıl önce, Edwy Plenel'in yönetimindeki Le Monde'un kirli çamaşırlarını somut olarak sergilemiş, kitap Le Monde yönetimi ile kitabın yazarlarını mahkemeye düşürmüştü.
Sonuç olarak Plenel'in kitabı (Bir Fransız Özkök'ü) Le Monde'dan dışlanmasına neden olmuştu. Anlaşılan Rimbert'in kitabı da, July'nin Libération'dan ayrılmasını hızlandırdı.
Kaderin ya da kederin cilvesine bakın ki, July'den sonra gazetenin geleceği, hatta yayına devam edip edemeyeceği bile tartışılırken, medya dedikodularında, Edwy Plenel'in Libération'un başına geçeceği yazıldı. Böyle bir durum gerçekleşirse, "La Face Cachee de Libération" diye bir kitap daha gerekecek...
30 yılı aşkın bir süredir Libération okuru, üstelik bu gazetenin yaklaşık 15 yıllık Türkiye muhabiri olarak nesnel davranmamı (Neymiş ki o?) herhalde kimse bekleyemez. İlginçtir, gazetedeki önemli editoryal ve idari değişiklikler konusunda muhabirler düzenli olarak bilgilendirilirken, July'nin gazeteden ayrıldığını ben Le Monde'dan öğrendim. Babanın ölümünü, çocukları üzülmesin diye gizlemeye mi kalktılar yoksa...
Ece Ayhan sağ olsaydı, kızardı!
Gelişme var geriye doğru
Kısaca July'nin zeki, akıllı, dünyayı, dönemini yakından izleyen, müdahale yollarını araştıran, blucinli, alternatif gazete yöneticiliğinden; şimdilerde şişman, gözlüklü, takım elbiseli, purolu medya yöneticiliğine evrilmesi kaçınılmaz mıydı?
Doğal çevresinde, 90'lardan bu yana işçiler, işsizler, travestiler, mahkumlar, solcular, yoksullar yok. July için, "Medyatik sözcüğü yaratılmamış olsaydı, onun için yaratılırdı" denir.
Çünkü, radyo ve televizyonda düzenli olarak programlar yapan, siyasi, edebi ya da medyaya ilişkin her tartışma programının vazgeçilmez konuğu, Paris'teki süslü-püslü havalı, büyük burjuva hatta aristokratik akşam yemeği davetlerinin bir numaralı siması July, Libération'un simgesi haline gelmişti.
Ne var ki bu gösterişli yaşam tarzı ile gazetenin içerik ve çeşitli konulardaki yaklaşımı aslında pek de birbirine uymuyordu. July, büyük sanayici ve aristokrat arkadaşlarına, bu birlikteliklerinde, 70 yıllardaki ajitasyon -propaganda çalışmalarını malul savaş gazisi edasıyla belki anlatıyordu ama, esas olarak Libération'a fon, hissedar, destek yani para bulmak için bu dünyaya girdiğini kabul ediyordu.
Kiminle dans ettiğinin farkında mıydı acaba? July mi burjuvaziyi etkilemişti yoksa tersi mi?
Bugün kimin galebe çaldığı açık seçik bir şekilde ortaya çıktı. Kuşkusuz Libe'nin değişimini sadece July'nin kişisel ya da mesleki hatta politik tercihleriyle açıklamak doğru olmaz. Libe, her şeye rağmen ilk dönem gençliğini ilelebet taze tutamadı. Kültür-sanat sayfaları hala Fransa'nın en genç, en dinamik, en farklı sayfaları olmasına rağmen, kamu oyu araştırmalarına göre, 18-25 yaş grubunda Le Monde, Libération'dan daha fazla satıyor!
Rüzgara ve akıntıya karşı!
Toplum-medya ilişkilerinde neredeyse bir altın kural var:
Karşılıklı etkileşimde, toplumsal eğilimleri ıskalamayacaksın, ama kendine özgü bir yayın politikan yoksa da, toplumdaki egemen değerlere teslim olup kaybolur gidersin...
Libération doğumundaki temel değerleri (Solculuk, muhaliflik, yurttaş yanlılığı, kamu çıkarı, gırgır, anarşi...vs...) tutarlı bir şekilde savunamadı. Değişen toplumun gidişatına göre (ince) ayar yapamadı. Esen yelin etkisine kapıldı.
Üstelik ve maalesef bu değişim-dönüşüm sıkı mücadelelere rağmen adım adım gerçekleşti. Düşünebiliyor musunuz, kapitalizme karşı olan bir gazete, bir süre sonra borsa sayfaları yayınlamaya başlıyor?
Maddi imkansızlık nedeniyle (Resmi gerekçe) ve ne idüğü belirsiz bir profesyonelleşme adına reklam almaya başlıyor, bu yetmiyor, en çok okunan okur ilanları sayfaları (Alo Libe bobo!) reklam verenlerin hoşlanmadığı gerekçesiyle kaldırılıyor.
Foucault - ki o da sıkı bir Libe destekçisi; hatta yazarıydı- yine haklı çıktı. Hayatı esas olarak iktidarla ilişki tayin eder! Libe, hayata muhalif olarak başladı, büyük sermayenin sola da açık bir günlük gazetesi haline geldi. Canard Enchaine'nin bu haftaki sayısındaki karikatür durumu galiba çok iyi anlatıyor.
Efendim denge denge!
İşin bir de klasik mesleki-teknik gevezeliği var:
Efendim her gazete hem bir üstyapı kurumudur ama aynı zamanda da bir ticari kuruluştur. Dolayısıyla gazete işletmeciliği kaçınılmaz olarak piyasa mekanizmalarına, değerlerine göre çalışır.
Öyle olunca da, mesela reklam aldığın zaman, reklam aldığın holdingi eleştiremeyeceksin, dolayısıyla da yayın bağımsızlığın güme gidecek, gazete de sadece bir ticari kuruluş haline gelecek ve sadece piyasanın değerlerine uygun haber, inceleme-araştırma, fotoğraf, yazı üretip satan bir bakkal olacak!
Bu görüşü savunan tüccar ideologlar, o zaman Libe'nin en parlak dönemini nasıl açıklayabilecek? Ya da 1915'den bu yana hem yayın bağımsızlığına kıskanç bir şekilde sarılan hem de başarılı bir ticari hayatı olan Canard Enchaine'yi?
Burada, paranın, işletmeciliğin önemini kavrayarak, şu temel soruya yanıt vermek gerek: Gazeteci misin yoksa tüccar mı?
Yani senin esas görevin, okura, yurttaşa doğru, çok boyutlu, inanılır, güvenilir, kamu çıkarı yanlısı, hızlı haber ve fikir mi vereceksin, yoksa çok satıp çok para kazanmak mı tayin edici?
İşin ticari yanı ile editoryal bağımsızlık arasında rasyonel (Kesköseksa?!) bir denge kurulmasını vaaz edenler, haberin doğru olmasını değil, para (ya da reklam) getirip getirmemesini kıstas alanlardır.
Sıkıştıkça önce film-sinema işletmecisi Seydoux'ya hisse sat, - gerçi o zaman hisselerin çoğunluğu çalışanlardaydı- para bitince de Rothschild bankasına (Sadece şarap üretmiyor, silah-külah işlerinde de parmağı olduğu yazıldı) sığın.
Allah'ın kapitalisti sana, düzen karşıtı, solcu, muhalif, eleştirel gazetecilik yapasın diye para verir mi? 20 milyon Avro zarardan söz ediyor Rothschild. Hayırseverlik kanunlarına bile aykırı bu kasıtlı mali destek!
İdeolojiler bitti, tarih bitti, yaşasın küreselleşme çığlıklarına kapılıp gidersen, sebebi hikmetini unutup herkes gibi olmaya çalışırsan, sonu bu olur. Yazık oldu July Efendiye! (RD/AD)