-Saat olmuş zaten gecenin bilmem kaçı, bu saatten sonra ne yapılabilir ki?
- Kumanda nerede, bugün ne vardı televizyonda?
- Kahretsin, şu eve neden içinde bir sürü filmlerin, belgesellerin olduğu kanallardan almadım.
-Gecenin bu vakti zaten yorgunum sinirimi tepeme çıkarıyor bu şarkılı türkülü yarışmalar, bu yarışmaların sesleri pek de öyle kulağın pasını silecek standartta olmayan yarışmacıları, bol bol reyting almak adına kurgusal olduğu besbelli kavgaları, diyalogları bir de üzerine bu töre dizileri...", diye söylenmeye başladınız.
Hatta "imdaaat!" diye bağırıp televizyonunuzu pencereden dışarı atmak istiyorsunuz öyle mi?
Ve siz ve bizler ülkenin bu kritik anlara nasıl geldiğine şaşırıyoruz. "Oyumu atacak parti mi var?", "Ben boş oy atacağım" diyen apolitik gençlere hayret mi ediyoruz? Bence hiç ama hiç hayret etmeye gerek yok.
Bugün apolitikliğinden şikâyetçi olunan o gençlerin hepsi biriciğimiz, kıymetlimiz üzerine örtüler örtüp, pamuklara sarıp sarmaladığımız akrabamıza, eşimize, dostumuza yeğ tuttuğumuz ve halen ısrarla başımıza taç ettiğimiz, televizyonumuzun çocuklarıdır. Televizyonumuzun çocukları kim midir? Darbelerle kırılgan, ince, nazik, nazenin demokrasisi sürekli sekteye uğratılmış bir ülkenin çocuklarıdır. Üzerine bir de medeniyet eşiği her evde bir televizyonun olmasına indirgenerek, beyaz camdan hiyerarşik sırada verilen haberlerle enforme edilmiş, gözüne gözüne kalem sokularak ülkesinde büyük, kocaman icraatlar yapıldığı masalları anlatılarak büyümüş uyutulmuş, uyuşturulmuş çocuklardır.
İlk özel televizyon kanalıyla 1990'lardan bu yana yatmadan önce kitap okumak yerine gece jimnastiği yapan bu çocuklar her gün biraz daha fakirleşen, her gün işsizlerinin sayısı katlanan, takunya tıkırtısı ile yüzünü kıbleye döndürmüş, postalın arkadan fena sıkıştırdığı bir ülkenin çocuklarıdır. Cebinde parası olmayan, döngü uzmanlarının beyaz camı keşfinden bu yana eğlendiren haberlerle düşüncesi ve kanaatleri fırıl fırıl oradan oraya döndürülen bir ülkenin çocuklarıdır onlar.
Ülkesini daha iyi yönetmek, kendisini ve eşrafını daha iyi kalkındırabilmek için beyaz camın senyörleri ile havuç-sopa oyunları kurmuş, kazan-kazan formülleri yaratıp, medya demokrasisiyle, eğlenceyle sivilinin ocağına incir ağacı dikmiş politikacılar tarafından yönetilmiş çocuklardır.
Bugün sizce de bu çocuklar birkaç onyıllık uykularından uyanıp inisiyatifi ele alabilirler mi? Medya ajandasını oluştururken kimi haberleri öne çıkardı, kimilerini yok saydı diye, kendisini gün be gün daha kötü eğlencelere mecbur etti diye medyaya isyan edebilirler mi onlar?
Bu çocukların, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi'leri destekleyen büyük yazar Knut Hamsun'u kınamak için evlerindeki Hamsun kitaplarını yazarın evinin kapısına bırakan Norveçli okurlar misali "ince zekâ ürünü" sivil itaatsizlik eylemlerine girişerek biricikleri, kıymetlileri televizyonlarını büyük medya patronlarına iade edeceklerini bekleyebilir miyiz?
Aynı çocukların Henry David Thoreau'dan (1) feyzalıp "daha iyi bir yönetim için hükümetleri lağvedebileceklerini" ummak sizce de fazla safdillik olmayacak mı?
Bizlere yıllardır belletilenler doğrultusunda düşünecek olursak demokrasi halkın kendi kendini idaresidir değil mi? Kendi hakkını koruması, düşüncesini geliştirip kanaat oluşturabilmesi cebren ve hile ile elinden alınmış halkların, kâğıt üzerinde kalmış demokratik yönetim biçimlerinde yaşamaları bu şartlar altında sizce de farsların en büyüğü değil mi?
Yaşadığımız bilgi çağında medya demokrasileriyle yönetilen, modern köleler olarak çalışıp, senyörünü her gün biraz daha zengin edebilmek için kendini yiyip bitiren, evine gelip yorgun bedenini koltuğun üzerine bırakan ve biriciği kumandasını eline alan kim?
İşsiz ve hatta fakirlik sınırının altında yaşamaya çalışıp karnını, düşüncesini beyaz camla doyurmaya çalışanlar kim? Hepsi bizleriz.
Beyaz cam onlara yıllardır her şeyin güzel olacağını söyleyip duruyor, her şey yolunda "çalıp, söyleyip, oynayalım" mesajını vermiyor mu? Bizleri eğlencelik haberlerle bilginin boşluklarına öteleyip olayın özünden mahrum etmiyor mu?
Evet, ediyor ama siz yıllardır süren korku siyasetlerinden muzdarip oldunuz ve fırtına korkusu ile denize açılmayan bir denizci oluverdiniz. Ve üstelik içinize kaçmış farkındalığınızı, sessizliğinize sarıp sarmaladığınız o kuytu köşeden çıkarıp haykırmak için güçlü bir çığlık bekliyorsunuz değil mi? Ee, ama farkında değil misiniz, o da haykırabilmek için yıllardır sizin çığlığınızı beklemekte.
Ne o, yoksa çalıların arkasında gizlenmiş bizleri daha iyi görebilmek için gözleri daha da irileşmiş, daha iyi duyabilmek için kulakları koskocaman olmuş "Büyük Birader" daha öncekiler gibi bu farkındalığınızı da bir sonraki emre kadar imha mı etti?
Ne yapalım, "herkes layık olduğu gibi yönetilirmiş".
Zaman zaten fatalizm zamanı, siz de kaderin size bir kere daha gülüp, sizi fırtınalı denizlere açılmak isteyen bir kaptan yapması için kıyıda oturup bekleyin. Kader bu ne zaman güleceği belli olmaz. Siz orada oturup sessiz sessiz beklerken bakmışsınız son gemi de kalkıvermiş.(BS/EÜ)
(1) Henry David Thoreau (12 Temmuz 1817 Concord, Massachusetts'de doğdu - 6 Mayıs 1862 aynı yerde öldü), Amerikalı yazar, düşünür ve çevreci.