Konferansa katılan ülkeler genel anlamda 2012 sonrasında Kyoto sözleşmesinin geleceğini mercek altına alırken, 2012 sonrasında sözleşmenin şekillendirilmesi için görüşmelerin 2006 Mayıs ayında başlatılacak yeni bir süreçle devam ettirilmesini, 2008-2012 arasındaki sözleşmenin ilk döneminde verilen taahhütlerin yerine getirilmesinin sağlanmasını ve Kyoto'da herhangi bir yükümlülük altına girmemiş olan gelişmekte olan ülkelerin de bu sürece en azından gönüllülük çatısı altında katılması olanaklarını tartıştı.
Konferansa büyük ilgi gösteren çevre örgütleri ise sonuçtan memnundu. Örneğin, Greenpeace (Yeşil Barış) örgütünün Montréal'deki Uluslararası İklim Politikaları Danışmanı Bill Hare "Kyoto Sözleşmesi bugün iki hafta öncesine göre çok daha güçlü" derken Green Alliance (Yeşil İttifak) düşünce kuruluşu sözcüsü Guy Thompson ise "Kyoto yaşıyor ve 2012 sonrasında yasal ve bağlayıcı küresel bir çatının inşa edilmesine yönelik bir momentum sağladı" diyordu.
Friends of the Earth (Dünya Dostları) örgütünden Tony Juniper ise "bu toplantı küresel kararlılığı güçlendirecek tarihsel bir anlaşma yarattı" ifadesini kullanıyordu. Ayni memnuniyet hükümet çevrelerinde de vardı. Avrupa Birliği Çevre Sekreteri Margaret Beckett konferansı "diplomatik bir zafer" olarak nitelendiriyordu.
Konferans sonunda ilk dönem içerisindeki taahhütlerini yerini getiremeyecek ülkelere karşı uygulanacak yaptırımlar da kabul edildi. Taahhütlerini yerine getiremeyen ülkelere sözleşmenin ikinci döneminde yüzde 30'luk fazladan salınım azaltım cezası verilmesi konusunda anlaşma sağlandı.
Bu yaptırımların ise ilk elde İngiltere'yi zor durumda bırakması bekleniyor. Zira İngiltere 2012 ye kadar sera gazı salınımlarında ortalama yüzde 12.5'lik bir azaltıma gideceği garantisi vermişti ama yapılan araştırmalarda tam tersine salınım oranlarını 1999'a oranla yüzde 9 artırdığı ortaya çıkmış durumda.
Konferans süresince ilk dönem için belirlenmiş salınım azaltım değerlerinin (ortalama yüzde 5.2) ne kadar gerçekçi olduğu tartışılmazken, bilim adamları 2050 yılından sonra dünya iklimini dengelemek için yüzde 60 ve 80'arası değerlere varan azaltım oranlarının belirlenmesi gerektiğini ifade ettiler.
Konferans sonunda ekonomileri hızla büyüyen ve sera gazı salınımları da aynı hızla artan Hindistan, Çin ve Brezilya gibi ülkelerin ise durumu belirsizliğini korudu. Hindistan Çevre Bakanı Raja, BBC' ye yaptığı açıklamada "bizim karbon salınımımız dünya toplamının sadece yüzde 3'ü ama nüfusumuz küresel nüfusun yüzde 17'sini oluşturuyor" derken yakın zamanda herhangi bir yükümlülük altına girmeyecekleri sinyalini veriyordu.
Kabul edilen beş yıllık adaptasyon planıyla ise az gelişmiş ülkelerin iklim değişikliklerinin etkileriyle baş edebilmesi için gerekli koşulların sağlanması kabul edildi. Zira, iklim değişikliği özellikle Afrika ülkelerindeki kuraklığı daha da artırarak besin kaynaklarını hızlı bir şekilde yok etmekte.
İklim değişiklinin en yoksul ve kesimlerdeki etkilerinin gelecek yıllarda daha artmasını önüne geçilmesi için gelişmiş ülkelerin alacakları sorumluluklar ve yapacağı yardımlar da kabul edilen sonuç bildirgesinde yerini aldı. Ama bu yardımların gelişmiş ülkelerin vicdanlarını ne kadar rahatlatacağı ve Afrika ülkelerindeki sorunlara ne kadar derman olacağı ise şu an için bilinmezliğini korumakta.
Hiç kuşkusuz konferansın en önemli sonuçlarından birisi ise Kyoto karşıtlığında ABD ve Avustralya'nın izole edilmesiydi. Kyoto sözleşmesini imzalamamasının yanı sıra toplantıyı bloke etmekteki kararlılığına rağmen ABD'nin tavrı diğer ülkeleri pek fazla etkilemedi.
İskoçya'daki G8 zirvesinde ABD Başkanı Bush'un iklim değişikliği konusunda ilerleme sağlanması ve Kyoto Sözleşmesini genel anlamda desteklenmesi sözlerine rağmen ABD heyeti toplantılarda daha geniş tartışmalara çekilmek istemediğini gösterdi.
ABD heyeti başkanı Harry Watson 9 Aralık'taki toplantıda çekip gitmesine rağmen ABD heyeti, özellikle Avrupa ülkelerinin kararlı tutumu sonunda, konferans sonuna kadar masada kalmak zorunda kaldı. Tüm bunlara karşılık Washington hükümetini by-pass edecek yeni öneriler ise toplantıya damgasını vurdu.
Özellikle ABD'den 40 milyon vatandaşı temsil eden 38 eyaletten 192 belediye başkanının toplantıya katılması ile sözleşmenin genişletilerek eyaletlerin, şehirlerin veya çok uluslu şirketlerin bağımsız olarak sözleşmeye katılmalarının sağlanması en azından Bush idaresi gidene kadar ABD'nin yerel bazda yükümlülüklerini yerine getirebilmesi kapısını da araladı.
Zira, Kyoto sözleşmesiyle yükümlülük altına giren gelişmiş ülkeler toplam küresel sera gazı salınımlarının sadece üçte birini yaratırken, tüm salınımların dörtte birini tek başına yaratan ABD'nin sözleşmeye bir şekilde taraf olmasının sağlanması şart.
Konferansın sonunda kabul edilen 40 maddelik sonuç bildirgesinde Kyoto Sözleşmesine işlerlik kazandırması için gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki salınım ticaretini olanaklı kılan Temiz Kalkınma Mekanizması'nın daha da genişleterek işleyişindeki bürokrasinin azaltılması ve desteklenen projelerin sayısının ve bütçenin artırılması da yer aldı.
Temiz Kalkınma Mekanizması sayesinde yeşil teknolojilerin finansmanını sağlayacak karbon ticaretinin desteklenerek hem gelişmekte olan ülkelerin küresel ısınmadan doğan zararlarının hem de gelişmiş ülkelerin salınım azaltım taahhütlerini yerine getirirken finansman kayıplarının en aza indirgenmesi de alınan kararlar arasındaydı.
Toplantıdaki iyimser havayı dağıtmamak için olacak bu mekanizmanın işleyişinde geçmiş dönemlerde meydana gelen sorunlar ve ilerideki işleyişin artmasıyla birlikte artacak potansiyel sorunlar ise gündeme pek gelmedi. Geçmiş dönemlerde Temiz Kalınma Mekanizması projelerinin gelişmekte olan ülkelerin ve yoksul kesimlerin yararından çok, daha zengin addedilen gelişmekte olan ülkeler üzerinde yoğunlaşması, sürdürülebilir kalkınma veya yoksulluğu azaltacak projelerde değil; daha çok kimyasal tesislerden, kömür madenlerinden veya toprak dolguları projelerinden dolayı açığa çıkan gazların azaltılması işlerine yönelmesi ile bir çeşit kirletme lisansı sağlaması gibi eleştiriler yer almadı.
Bu mekanizmanın uygulanırlığının artmasıyla birlikte karbon pazarından gelecek dolarlar öncelikli olduğundan ve gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkeleri ikna etmek ve sözleşmeyi imzalamaları konusunda cesaretlendirmek için somut kanıtlara ihtiyaç duyduğundan toplantılarda bu gibi sorunlara yer verilmedi.
Financial Times gazetesinin 9 Aralık tarihli haberinde olduğu gibi "iş çevrelerinin ve yoksul ulusların iklim değişikliğiyle savaşırken 10 milyar avrodan fazlasının ceplerine indireceği " muştulanırken iş çevrelerine ellerini oğuşturarak yeni pazarların meydana çıkmasını beklemek kaldı.
Konferans süresince pek tabii ki Kyoto karşıtı petrol şirketleri de boş durmadı ve Avrupa'da iş, politika ve medya çevrelerinde kendilerine destek aradı. Dünyanın bir numaralı petrol üreticisi Suudi Arabistan ise toplantıları sabote etmek için fırsat kaçırmazken, Kyoto anlaşması yükümlülüklerinin garanti altına alınmasının her ülkenin kendi parlamentosunda onaylanması önerisi ise süreci uzatacağı gerekçesiyle reddedildi.
ABD petrol devi Exxon Mobil'den yardım alan bir düşünce kuruluşu olan Competitive Enterprise Institute "küresel ısınma mit"ine karşı Avrupa ülkelerinde kampanya başlattı. (12) Petrol şirketlerinin ABD hükümeti nezdindeki başarısının Avrupa'da nasıl karşılık bulacağını ise ilerideki dönemler gösterecek.
Kısacası, Kyoto'da ABD'nin imzalamaması sonucu ölü doğduğu iddia edilen sözleşme, Montréal'da gerekli müdahalelerle canlandırılmakla kalmadı, güçlenmesi ve büyüyüp serpilmesi için koşullar da oluşturuldu.
Her ne kadar Montréal'den geriye bol diyalog ve ileriye dönük verilen sözler kalsa da, bu sözlerin yerine getirilip getirilmeyeceğini görmek bir başka bahara ertelendi.
Tüm bunların yanı sıra kurallarını zenginlerin veya çok uluslu şirketlerin koyduğu bir karbon ticareti mekanizmasının ne kadar adil olabileceği, karbon ticaretinin az gelişmiş ülkeler için yeni bir sömürü aracı (bir çeşit "karbon kolonyalizm"i) yaratıp yaratmayacağı, gelişmiş ülkelerin sorunu az gelişmiş ülkelerle yapacakları salınım ticaretleriyle değil, kendi ülkelerindeki sera gazı salınımlarını azaltarak çözmeye yanaşıp yanaşmayacağı gibi soruların cevaplarını ise büyük ihtimalle sonraki konferanslar verecek. (SM/KÖ)