Dün sadece bazı portallarda kısaca değinilen bir haberdi Kuzey Kıbrıs'ta yaşananlar. Kıbrıs seçimlerinden sonra yeni oluşturulan hükümetin geçirmek istediği ve sendikal hakları ilgilendiren yasa tasarısı; sivil toplum örgütleri ve sendikaların birlikte oluşturduğu Sendikal Platform tarafından protesto edilmek istendi.
Türkiye'de sıkça rastlanan görüntüler Kıbrıs'ta ilk defa yaşandı. 2004 yılında Annan Planı'nın oylanması sırasındaki barış havasının yerini 2009 yılına gelindiğinde karamsarlık, çaresizlik ve kargaşanın aldığının somut bir örneğiydi aslında yaşananlar. Hükümet ile Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat arasında cereyan eden gerginlikler, Derviş Eroğlu hükümetinin geçirmeye çalıştığı, demokrasi ile bağdaşmayan yasa tasarıları Kuzey Kıbrıs'taki sivil toplum tabanını patlama noktasına getirdi.
Uluslararası ilişkiler literatüründe sadece bir dış politika sorunu ya da birçok anlaşmazlık durumundan biri olarak görülen Kıbrıs sorunu, iç dinamiklerini acı bir yüzle gösterdi bu sefer. Siyasi parti programlarının ihtilaf çözümü üzerine kurgulandığı her durumda olduğu gibi Kuzey Kıbrıs'ta da dominant siyasi kültür gerektiğinde demokrasiden hiç tereddüt etmeden vazgeçebileceklerini açıkça ortaya koydu.
Yaşananlar aslında bir tepkinin dile getirilmesi olarak kalmalıydı. Her gelişmiş demokraside olduğu gibi sivil toplum ve sendikal örgütler protesto haklarını kullanmak istediler. Beklendiği üzere 'Kamu çalışanlarının aylık maaş, ücret ve diğer ödeneklerinin düzenlenmesi yasa tasarısı' sabırları taşıran son nokta oldu.
Fakat sivil toplumu bu derece rahatsız eden bu yasa tasarısını tekil olarak ele almamak gerek. Eroğlu hükümetinin göreve geldiğinden beri sürdürdüğü politikalar çeşitli gruplarda uzun zamandır rahatsızlık yaratmakta üstüne üstlük kullanılan barış ve çözüm karşıtı söylem de tepkileri iyice körüklemekteydi. 2004 yılına ait ve çoğu platformda bir toplumsal hareket olarak gözlenen barış ve çözüm isteğinin yerini çaresizliğin aldığı bir noktada göreve gelen Eroğlu hükümeti Barış Görüşmeleri'ne yaklaşımı ile hem kamuoyunda hem de siyasi çevrelerde büyük tepki çekmeye başlamıştı.
Bunlardan en önemlisi dün gerçekleşen protestolara konu olan yasa tasarısı idi. Kuzey Kıbrıs'taki kamu kesiminin örgütlenme şekli olan sendikaları hedef alır bir şekilde ortaya atılan maaş ve özlük haklarının yeniden düzenlenmesi yasa tasarısının 2004'ten beri güç kaybetmekte olan toplumsal harekete bir darbe daha vurabilmek amacıyla tasarlandığı sıkça gündeme gelmektedir.
İlk bakışta farklı düzlemlerde gerçekleşen icraatlar olarak gözüken bu yasa tasarılarının birbirlerini tamamlayarak belirli bir amaca hizmet ettiklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Annan Planı'nın kabulünde gerek bugün kolu kanadı kırılmak istenen sendikalar gerekse diğer sivil toplum örgütleri başrolü oynamıştır. Hatta birçok gözlemciye göre KKTC'de tam anlamıyla bir 'sivil toplum devrimi' yaşanmıştır.
O dönemde Ulusal Birlik Partisi Başkanı olan bugünkü Başbakan Derviş Eroğlu ise hayır cephesinin en önde gelen sözcülerindendir. Bahsedilen icraatlar derinlemesine incelendiğinde bugünkü Derviş Eroğlu başkanlığındaki UBP hükümetinin Annan planı sürecinin intikamını barış güçlerinden almak istediği sonucuna varılması kaçınılmaz olmaktadır. Söz gelimi, yasası Anayasa mahkemesi tarafından tartışmalı bir şekilde ve Kıbrıs Türk anayasa tarihinde ender görülen 3'e 2 gibi bir oyla onanan ve hiçbir demokraside kabul edilemeyecek olan bir Başbakanlık Denetleme Kurulu kurulması örneklerin başında gelmektedir.
Ayrıca hemen ardından uluslararası yardımları yerel yönetimlerin hazırlayacakları ve tamamen hükümete bağlayacak olan dış yardımlar tüzüğü hazırlanmıştır. Bunlar yetmemiş olacak ki yalnızca aynı konuda çalışan örgütlerin bir çatı altında toplanabilmesini öngören federasyonların kurulabileceğini söyleyen yeni dernekler yasa tasarısı hayata geçirilmiştir. Ve nihayet bugünkü protestolara sebep veren maaş ve özlük hakları düzenlemeleri sadece toplumu ikiye bölmeyi amaçlamaktadır. Anlaşılan odur ki, UBP hükümeti ve ulusalcı kesim, Annan Planı sürecinde bu sürecin öncüsü olarak gördükleri sendikalar, ilerici partiler ve diğer sivil toplum örgütleri tarafından oluşturulan fakat zamanla önemini yitiren bu birlikteliğin yeniden oluşmasının önüne geçmek istemektedir. Bu vesileyle hükümetin başta sendikalar olmak üzere diğer örgütlü kesimleri birbirlerine düşürmek, parçalamak, gücünü kırarak olası bir referandum sürecinde halkın referandumda ortaya çıkacak plana evet demesi yönünde mobilize edilmesini engellemek ve dolayısıyla süreci akamete uğratmak istediği söylenebilir.
Göreve geldiğinden beri ilk defa bu kadar büyük çaplı ve sert bir tepkiyle karşılaşan hükümet ise protestoları bastırmak için dün gerçekleşen protestolar sırasında polis şiddetine başvurdu. Başbakan'ın anavatan hükümetine karşı gerçekleştirilen bir eylem ve açık bir kışkırtma olarak nitelendirdiği protestoları gerçekleştirenler ayrıca bölücülük ve Türkiye'den ayrılma çabası ile de suçlandılar. Tüm bunlar bu yazının sınırları dışında ayrıca analiz gerektiren söylemler. Fakat her ne kadar Başbakan Eroğlu bu protestoları Türkiye'ye karşı yapılmış bir hareket olarak nitelendirse de kullanılan yöntemler Türkiye'yi pek aratmadı.
Barış görüşmelerinin hızla devam ettiği, çözüm için tarafların büyük çabalar gösterdiği ve en çok da AB sürecine yakınlaşmaya çalışan Kuzey Kıbrıs'ta şahit olunan polis şiddeti ve antidemokratik uygulamalar bir kez daha anlaşmazlık durumlarında sorgusuz bir şekilde sınırlanan özlük hakları sorusunu gündeme getirdi. Sadece bir tek konu üzerine yoğunlaşmış ve demokrasi temelleri sağlam olmayan bu siyasi kültüre bir tepki olarak doğan uğultu ise polis şiddeti ve baskı karşısında daha da güçlenmeye devam ediyor.(CZA-MA/EÜ)
_______________________________________________
* Ceren Zeynep Ak, Queen Mary Üniversitesi, Londra.
* Mustafa Abitoğlu, Kıbrıslı Türk İnsan Hakları Vakfı, Lefkoşa.