Çin, bayrağın biraz daha genç bir kuşağa teslim edilmesine tanık oldu. Japonya, ABD'den Almanya'nınkine paralel yavaş ve sessiz bir uzaklaşma yaşadı. Ve Kore, bölgedeki ve dünyadaki durumu dönüştürmeyi vaat eden iki olayın merkeziydi. Kuzey Kore, Başkan Bush'un (görüşmeleri durduran ve Kuzey Kore'yi "kötülük eksenin" bir parçası olarak sıralayan) sert çizgisine, ikisinin de aynı oyunu oynayabilecekleri gösterisiyle karşılık verdi.
"Kuzey Kore'de savaş olasılığı az"
Kuzey Kore hükümeti sırasıyla, kitle imha silahlarına sahip olduklarını, nükleer reaktörlerini yeniden hizmete soktuklarını ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'na ait nükleer denetleme araçlarını devre dışı bıraktıklarını duyurdu. Ve tam da o sırada, Güney Kore, Başkan Kim Dae Jung'un "günışığı siyaseti"ni sürdürmeye adamış Roh Moo Hyun'u seçti. Seçim sonucunun birbirine yakın olduğu doğrudur, ama yakın zamana kadar Roh Moo Hyun'un seçimi daha muhahafazakar ve "günışığı siyaseti"ne düşman bir adaya karşı kaybedeceği bekleniyordu. Bush karşıtı dalga kuşkusuz Roh'un kazanmasına bu yıl içinde Almanya'da Gerhard Schroeder'e ettiği gibi yardım etti.
Kısa dönemde, Amerikan siyasetinin her iki şekilde de yenilgisi Başkan Bush için bir geri adımı gösteriyor. Bir kez Irak sorununu çözdükten ve Saddam Hüseyin'i devirdikten sonra, Kore sorununu halledeceğini düşünüyor olabilir. Ama gerçekte yapabileceği çok az şey var. Kuzey Kore olayında tercihi ya görüşmek ya da savaşmak. Ve görüşmek istemese de savaş kuvvetli bir olasılık değil.
Hatırlatmak gerekirse, ilk savaş berabere bitmişti. Ve dünyanın durumu siyasi ve askeri olarak geçen elli yılda değişmiş bile olsa, ABD'nin bu kez daha iyisini yapacağı hiçbir şekilde kesin değil. Kesin olan bir savaşın hem Güney Kore nüfusunu hem de orada üstlenmiş Amerikan birliklerini ani bir yokoluşa karşı oldukça incitilebilir bulacağıdır. Ama eğer Kuzey Kore ABD'yi görüşme masasına oturmaya zorlayabilirse, bu Başkan Bush için bir aşağılama olarak görünecektir.
Başkan Bush'un güvendiği, görünüşe göre, Kuzey Kore'nin komşularının ABD'ye katılarak Kuzey Kore'nin görüşmeler öncesinde nükleer programını rafa kaldırmasını sağlamaktır. Ama komşu ülkelerin Bush'un planına destek vermek için çok çaba harcamaları, Kuzey Kore'nin nükleer programını rafa kaldırmasını görmeyi isteseler bile, pek olası değil. Ve ne olursa olsun, hiç olası olmayan ise, Kuzey Kore'nin bu tip baskılara teslim olması.
Kuzeydoğu Asya'yı düşünmek
Olabilecek olan ise ABD'nin baskısının Güney Kore, Japonya ve Çin'de güçlü iç bölünmelere neden olacağıdır. Bu durumu yalnızca şu anki sorunlar açısından tartışmak bir hata olur. Kuzey Asya'nın bu üç bölgesinin (Çin, Kore ve Japonya) uzun dönemdeki endişelerinin neler olduğu ve bu üç bölgesel endişenin birbirleriyle nasıl ilişkilendiklerini düşünmek daha yararlı olacaktır. Çin'in öncelikleri oldukça açık: ülkeyi bir arada tutmak, askeri olarak güçlenmek, dünya üretimindeki payını güçlendirmek ve Taiwan'ı yeniden kendisine dahil etmek. Ayrıca, bunları Çin hükümeti için önemlerine göre sıraladığımı da iddia edebilirim. Bu dört alanda da Çin hükümeti geçen on yılda büyük ilerleme kaydetti ve gelecek on yılda da büyük olasılıkla buna devam edecek. Ama, eğer ilk hedefte (ülkeyi bir arada tutmak) başarısız olursa, diğer üç hedef açıkça olanaksız olacak. Ve Çin hükümeti bu anlamda oldukça başarılı da olsa, içeride sürekli tehlikelerle karşılaşacağını biliyor.
Kore (Güney ve Kuzey) için ise ana konu yeniden birleşmedir ve öyle de kalacaktır. Ama hangi koşullarda ve ne pahasına bir birleşme? Her iki hükümet de basit siyasi imtiyazlarda bulunmamaya kararlılar ve biraz değişiklik olmadan da birleşme olanaksız. Ekonomik olarak, Kuzey Kore çaresiz bir yeniden yapılanmanın içinde görülüyor. Güney Kore ise dünya ekonomisi içindeki (dünyadaki ekonomik düşüş ve yeniden birleşme niyetinin getireceği inanılmaz masraf ile tehdit edilen) görece iyi konumunu koruma konusunda kaygılı. Alman deneyimi Güney Korelilerin toplu bilinçlerine oldukça egemen bir durumda. Güney Korelilerin "günışığı siyaseti"ne kendilerini adamış olmalarının bir Kuzey Koreli Gorbaçov umudundan kaynaklandığını sanıyorum. Ama böyle birisi ortaya çıktığında ne olacağı çok belirsiz.
Japonya için ise, şu andaki ana siyasi hava neyin yapılması gerektiği üzerine tam bir belirsizlikten ve (eğer nereye doğru gidileceğinden emin olunamıyorsa da) en iyi şeyin hiçbir şey yapmamak ya da çok az şey yapmak olmasından ibaret İki tane temel kuşku var ortada: Japonya'nın 1970 ve 80'lerde gösterdiği dünya ekonomisindeki dinamizme nasıl yeniden kavuşacağı ve normal bir askeri güç ve böylece de dünya sahnesinde yarı bağımsız bir aktör olup olamayacağı.
Japonya'nın kefaret borcu
Gerçek olan ise Kuzeydoğu Asya'daki bu üç alanın karşılaştığı açmazların kendi başlarına çözülemez olduklarıdır. Bu açmazlar birbirlerine kenetlenmiş durumdalar çünkü Kuzeydoğu Asya'nın dünya sahnesindeki sürecek etkisi ekonomik açıdan bir bölge olarak bir araya gelme yeteneklerine ve böylece siyasi ve askeri alanlarda bir ortaklık üçgeni oluşturma yeteneklerine dayanıyor. Bu yalnızca her birinin içerideki açmazları çözmeleri değil aynı zamanda çok ciddi tarihi anlaşmazlıklarına çözüme kavuşturmaları anlamına geliyor. Ne Kore ne de Çin, Japonya'yı yirminci yüzyılın ilk yarısında izlediği saldırgan siyaset yüzünden affetmiş değiller. Japonya hala Çin'e ve hatta Kore'ye karşı olan hala bitmemiş kültürel borç duygusundan dolayı acı çekiyor.
Yakın zamandaki tüm başarıları bu açığa vurulmayan aşağılık duygusunun üstesinden tam olarak gelemedi. Ve Çin ile Kore birbirlerine karşı oldukça dikkatliler. Buna rağmen, bu üç alanın birbirlerine sunacak çok şeyleri var ve yalnızca coğrafi bir yakınlığı değil ama Batı Avrupa ülkelerinin bir tür bağ olarak kullandıkları bir çeşit ortak kültürel mirastan pek de farklı olmayan ortak bir kültürel mirası da paylaşıyorlar. Ama önde olan, durumun jeopolitik yapısıdır.
ABD'nin hegomonik düşüş döneminde Kuzeydoğu Asya gelecek yarım yüzyılda sermaye birikiminin ana merkezlerinde birisi olarak Batı Avrupa ile ABD'yle olduğundan daha fazla bir yarış halindedir. Ve dünya-sisteminin dönüşüm döneminde, Kuzeydoğu Asya eğer küresel eşitsizlik sorunu ve Güney'in niteliksel olarak farklı bir çeşit dünya-sistem isteğiyle baş etmek için çaba gösteremezse, kendi konumunu koruyamayacak. Her iki durumla da karşı karşıya geldiğinde (yani sermaye birikiminde merkez olmak ve varolan dünya-sistemindeki kutuplaşmanın üstesinden gelmek), Kuzeydoğu Asya açıkça oynamayı dilediği rolü, bir şekilde bir araya gelmeden oynayamayacak. Ve bu bir araya gelme, üç bölgenin şu andaki açmazlarını çözüme bağlama ve bir bilerine bunun için yardım etme yeteneklerine bağlıdır. (NK/BB)
* www.fbc.binghamton.edu/commentr.htm adresinde yayınlanan yazıyı sendika.org adresinin çevirisi ile aldık, vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir