"Hayal meyal de olsa hatırlıyorum. 5 yaşındaydım. Lice’nin Licok (Çavundur) köyünde yaşıyorduk. Babamın köyde olmadığı bir gündü. Köyü askerler basmıştı. Dışarıda bağrışmalar, havaya açılan silah sesleri. Birden toprak damlı, iki odalı evimizden içeri üniformalı adamlar girdi. Çok bağırıyorlardı. Ben korkmuş, annemin arkasına saklanmıştım. Evi boşaltmamızı istiyorlardı annemden.
"Annem ve diğer kardeşlerim karşı çıkıyordu. Bunu neden istediklerini anlayamıyor, niye korktuğumu da bilmiyor sadece izliyordum. Babamın da şehirde olmasının sırası mıydı şimdi? O burada olsa korurdu bizi. Birden askerlerden biri beni kaptığı gibi evin bir köşesinde sıralanan yatak, yorgan ve yastıkların üzerine fırlatıverdi. Oyun oynadığımızı sanarak neşelenmiştim. Ama sonra, ‘Eğer evi terk etmezseniz, bu çocukla birlikte yakarız’ dediler. Nasıl yani? Bu yetişkinlerin oyunları da ne tuhaftı. Annemin yüzü kederle karardı. Yapacak bir şey yoktu. Beni kucağına alıp diğer kardeşlerimle birlikte evden çıkarttı. Sonrası annemin çığlıkları ve göz gözü görmeyen alev topu.”
Sabahattin Ozan Aslan 1992’deki bu olaydan sonra göç ettikleri Diyarbakır’dan üç yıl sonra köye döndüklerinde korkarak köye girmeyip ağladığını ve 2015 yılına kadar köye gidemediğini anlatıyor. Yaşadığı bu travma ve anlatılan benzer hikayelerle büyüyen Aslan, bu hikayeleri Zazaca yazarak, kendini bir nebze de olsa sağaltmaya çalışmış.
Daha sonra Beykent Üniversitesi’nde oyunculuk eğitimi yaparken bu hikayeleri oyunlaştırmaya karar veriyor. “Bu yıl artık bu hikayelerin bende kalmamasını ve bir oyuncu olarak üretmem gerektiğini hissettim” diyen Aslan, daha çok kişiye ulaşması için Türkçeye çevirdiği hikayeleri tiyatro yazarı arkadaşı Erengül Atlı’ya teslim ediyor.
Atlı, “Adana’da doğup büyüyen bir Kürt kızıyım. Şakirpaşa Mahallesi’nde oturuyoruz. Burası köyü yakıldıktan sonra göç edenlerin yerleştiği bir yer. Hepsinin anlattıkları can yakıcı durumlara tanıklık ettim. Bu hikayelere yabancı değildim aslında ama Ozan birebir yaşadığı için daha fazla ektisindeydi. Bir süre yapamayacağımdan korkarak kaçtım. Ancak Ozan ‘sen olsan da olmasan da oynamaya kararlıyım’ deyince cesaretimi toplayıp, bir gecede yazdım. Daha sonra Ozan’ın teklifiyle yönetmenliğini yapmaya karar verdim”
İmece usulü
Ardından Diyarbakır’a gelip oyuna ilişkin arkadaşlarıyla tartışmaya başlıyorlar. Aslında mekan tiyatrosu olarak sahnelemek istiyorlar. Sıfır prodüksiyonla ışık, dekor, afiş ve kostüm tasarımını Diyarbakır’daki arkadaşlarının yardımıyla yapan Aslan, tek kişilik bu oyunu Firuze Kafe’de oynuyor.
“Kuyunun Dibindekiler” adını verdikleri oyuna ilgi büyük oluyor. “Çünkü herkesin yaşadığı ama susmak zorunda kaldığı olayları anlatıyorduk. O nedenle sahip çıktılar oyuna. Belki biraz ses, biraz nefes, belki de bir ağıt olduk” diyor Erengül Atlı.
22 Eylül’de İstanbul’da Tiyatro Küp Sahnesinde oynayan Ozan Aslan, bir çocuğun gözünden Türkiye’de toplumsal trajedilerin yaşandığı tarihleri anımsatarak, dramatize etmeden, metaforlarla hikayelerini anlatıyor.
Sanatçı “Kuyunun Dibindekiler” oyununda; kimi zaman babasını arayan bir çocuk, kimi zaman işkenceye uğrayan bir genç, kimi zaman askerlere kılavuzluk etmeye zorlanan 61 yaşındaki Dersimli bir adam, kimi zamansa sorguya çektiği kişiyi kuyuya atan bir işkenceciyi canlandırıyor. Bazen annesine duyurmak istediği telefondaki sesini bazen de kuyunun dibinden sessiz çığlığını duyurmaya çalışan Ozan Aslan, “‘Ne de olsa çocuktur, büyüyünce unutur’ derler ama öyle olmuyor. Ne yazık ki bilinçaltına yerleşiyor” diyor.
Dekor tasarımı Fırat İnal, ışık tasarımı Servet Demirtaş ve Rohat Teğin, afiş tasarımı Deniz İlgin ve Aytaç Bölek, kostüm tasarımını Dilan Zor’un yaptığı oyunun müzikleri ise Şiyar Aslan’a ait.
Oyun; 29 Eylül’de (bugün), saat 20.00’de İstanbul’da Tiyatro Küp’te, Diyarbakır Temaşa Kafe’de ise 9 Ekim’de izleyiciyle buluşacak. (BD/HK)