Kuyu tipi hapishanelere karşı açlık grevi başlatan 15 mahpus arasında olan Serkan Onur Yılmaz 355, Fikret Akar ise 214 gündür grevde. Her ikisinin sağlık durumu da artık kritik aşamada.
Sağlık durumları
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu dün (28 Ekim) yaptığı açıklamada mahpusların son durumuna ilişkin şu paylaşımı yaptı:
Serkan Onur Yılmaz’ın;
- Ellerde ve ayaklarda sinir hasarından kaynaklı uyuşmalar artmıştır.
- Nefes darlığı problemi her geçen gün artmaktadır.
- Gelinen aşama itibarıyla Serkan Onur Yılmaz yürüyememekte olup, avukat görüş yerine tekerlekli sandalye ile çıkabilmektedir.
- Sık sık kalbinde saplanmış bir bıçak gibi ağrı hissetmektedir.
- El ve Ayaklarında bulunan yaralar iyileşmemekte ve her geçen gün artmakta ve uykusuzluğa neden olmaktadır.
Fikret Akar’ın;
- Ellerde ve ayaklarda uyuşmalar başlamış ve her geçen gün artmaktadır.
- Özellikle eyleminin 190. gününden sonra sıvı tüketimi ve şeker tüketimi önemli miktarda düşmüştür.
- Kulak çınlaması ve kulak tıkanması sorunu yaşamaya başlamıştır.
- Halsizlik, uyku bozukluğu, ayaklarda kasılma gibi pek çok sağlık sorunu gözlemlenmiştir.

ÇHD'den 'açlık grevleri' açıklaması: Sağlık durumları kritik; sorumluluk bakanlıkta
Yılmaz ve Akar ile açlık grevinde olan diğer mahpusların geldiği kritik aşamayı kuyu tipinden yakın zamanda tahliye olan Vedat Doğan, bianet’e anlattı.
"Hala seslerini duyan yok"
Serkan Onur Yılmaz’ın bütün organlarının iflas etme noktasına geldiğini belirten Doğan, "Kuyu tiplerindeki insanlık dışı koşulların açlık grevleri eylemleriyle gündeme geldi biraz. 15 kişi bugün insanlık dışı koşullara karşı direniyor. Talepleri net, başka hapishanelere sevk edilmek istiyorlar. Bu zaten tutuklu, ağır müebbet koşullarında tutamazlar. Birçok direniş yöntemi denendi ama sonuç vermedi. En son çare açlık grevine girildi. Ancak ölüm sınırına gelmiş olmalarına rağmen hala seslerini duyan yok" sözleriyle tepkisini dile getirdi.
"Mesele insanı yaşatmak değil, işkence"
İktidarın açlık grevlerinin duyulmasını istemediğini belirten Doğan, grevdekilere uygulanan işkenceyi ise şöyle aktardı:
"Kuyu tiplerinde direnenler, çok basit karşılanabilir haklı talepleri için açlık grevindeler. Bu eziyet hala devam ediyor. Serkan Onur Yılmaz öldü ölecek. Test yapıyorlar hastaneye kaçırıp zorla kan tahlili yaptılar. Zorla beslemeye, tedavi etmeye çalışıyorlar. Fikret Akar mesela zorla hastaneye kaçırdılar. Yatağa bağlıyorlar, kelepçeliyorlar. Elinizi ayağınıza tutuyorlar ve damarınıza zorla serum takıyorlar. Siz çıkartınca yine takıyorlar. Bunu sürekli bir eziyet olarak yapıyorlar. Sizi zorla besliyorlar. Tekrar hapishaneye gönderiyorlar. Yine kötü olduğunuzda sizi kaçırıp yine damarlarınızı patlatana kadar delik deşik ediyorlar. Mesele insanı yaşatmak değil, işkence. Çünkü insanı yaşatmak gibi dertleri olsa insan gibi yaşatabilecekleri bir ortam hazırlarlar."
"Bakanlık bile savunamıyor"
Doğan, kuyu tiplerinin ilk yapıldığı zaman 'Dubleks daireler gibi' diyerek reklamının yapılmasına karşın artık açlık grevleri ve intiharlarla anılan yerlere dönüştüğünü, bu nedenle bakanlığın bile savunamadığını söyledi. Kendisinin Marmara Cezaevinden kuyu tipi olan Kırşehir YGC’ne sevk sürecini ise şöyle anlattı:
"Sevk edildiğimizde cezaevi müdürleri buranın Türkiye'nin en iyi hapishanesi olduğunu ve buradaki imkanları hiçbir yerde bulamayacağımızı söyledi. Ama sonrasında yaşayarak gördük ki kuyu tipleri Türkiye'nin en kötü hapishaneleri. En ağır tecridin uygulandığı ve yine kuyu tipleri arasında en kötü koşullara sahip olan hapishane ise Kırşehir Yüksek Güvenlikli Hapishanesi olduğunu gördük."
Kuyu tipi distopyası
Kuyu tipinde geçirdiği günleri "Sanki ayrı bir ülkede bir distopyanın içine düşmüş gibi oluyorsunuz" sözleriyle özetleyen Doğan şöyle devam etti:
"Burada tekli hücrelerde ayrı bloklarda tutulduk ve birçok hakkımızın yok sayıldı. Silivri'de üç kişi bir arada kalıp çevremizdeki insanlarla sohbet etme imkânımız, kitap hakkımız, havalandırma hakkımız vardı yok sayıldı. Sohbet hakkının uygulanmadığı bir yer. Hücreler tek kişilik, günde bir saat havalandırma hakkı var. Sizi istedikleri saatte alıp detaylı bir aramadan geçiriyorlar. Yanınıza hiçbir şey alamadan güneşi bile zor gördüğünüz bir yerde sadece volta atabiliyorsunuz. Gökyüzünü zaten bulundurduğunuz hücrede göremiyorsunuz. Gardiyanları bile zor görüyorsunuz. Kapıları otomatik ve bas konuş butonu var. Bir sorunuz olunca gardiyan çağıramıyorsunuz.

Yeni tahliye olan Grup Yorum gitaristi anlatıyor: "Kuyu tipi cehennemi"
"Gasp edilmiş haklarınızı talep ettiğinizde iyi hal durumunuz bozuluyor. İyi hal durumunuz bozulması aslında size kısıtlı olarak sunulan birkaç hakkınızın da gasp edilmesine neden oluyor. Havalandırma için direniş gösteriyorsanız diyelim var olan haklarınız da elinizden alınıyor. Bunlar mektup hakkı, iletişim hakkı, telefonla görüş hakkı, aileyle görüş hakkı gibi haklar. Çok ağır bir tecrit ve insansızlaştırma ile mahpusu psikolojik olarak çökertmek, çıldırtmak için, delirtmek için uğraşıyorlar. Bunun somut örneklerine tanık olduk. Camdan çığlık atıp ‘bizi öldürün’ diye bağırdıklarına şahit olduk. Antidepresan kullanmadan yatabilen çok az insan var. Yani herkes ilaç bağımlısı olmuş durumda. Aslında sizi diri diri betona gömüyorlar. Bununla baş edemediğinizde size antidepresan veriyorlar. Bir direniş gösterdiğinizde haklarınızı gasp ediyorlar. Burayı daha da yaşanmaz hale getiriyorlar."
"Kuyu tipinde isminiz de yok"
Kuyu tiplerindeki insanlık dışı koşulları anlatan Doğan, cezaevinde kendilerine isimleriyle değil "1,2,3…" gibi hücre numaralarıyla seslenildiğini aktarıyor:
"Talimatla bu tecrici yaşıyoruz. İnsanın dışarıda algısı açıktır. Günde binlerce uyarı alır beynine o şekilde beyni dinamik kalır ama böyle kapalı bir hücrede bu uyarıların hepsi kesilince aslında insanın beyni yalıtılmış oluyor. Bu insanı körelten, umudunu yok etmeye çalışan, düşüncelerinden vazgeçirmek için yapılmış bir sistem. İnce ince üzerine çalışılmış. Bunun için de projede dahil olan mimarından, inşaat mühendisine, psikoloğuna kadar hepsi her şeyi ince ince hesaplanmış. Aslında bir tecrit sistemi kurmuşlar. Bunu yaşayarak gördük."
Son çare açlık grevleri
Doğan, yaşadıkları tecride karşı bir çok yere dilekçe yazdıklarını, suç durumlarında bulunduklarını ancak bir sonuç alamadıklarını söyledi:
"Son çare olarak açlık grevlerini başlattık. Çünkü hakkımızı aramak için yaptığımız birçok eylem oldu, sonuç alamadık. Ailemiz, mahkememiz İstanbul'da biz Kırşehir'deyiz. Hastaneye gidemiyorsunuz çünkü insanlık dışı bir aramadan geçiyorsunuz. Kabul etmeyince hastaneye de götürülemiyorsunuz. Açlık grevinde almamız gereken B1 vitamini çok hayati bir ilaç. B1 vitamini alamayan bir kişi açlık grevinde 60 en fazla 70'li günlerde hayatını kaybeder. Bize bunu hep yarım verdiler bilinçli olarak. Çünkü açlık grevinden vazgeçirmeye çalışıyorlar. 130'lu günlere kadar biz bu ilacı eksik aldığımız için hafıza sorunları yaşadık. 130'lu günlerden sonra tam almaya başladık. Hastaneye kaçırılmakla, zorla müdahale, zorla beslemeyle tehdit edildik.
"Şantaj aracı olarak kullanıyorlar"
"Direnişi kırmak için her türlü psikolojik, teknolojik ve fiziksel baskıyı oluşturdular. Talebimiz çok basit biz başka bir hastane insanca kalabileceğimiz arkadaşlarımızın da bulunduğu başka hapishaneye gitmek istedik. Çünkü yaşadığımız yer gerçekten insanlık suçu diyebileceğimiz toplama kampı gibi bir yerdi. Burada yaşamayı kabullenmek bile çok zor ilk adımımı attığımda bile hissettim. Kuyu tiplerini bir şantaj aracı olarak kullanıyorlar. Dayanamaz bir şekilde gelir benimle uzlaşır, ifade verir. Bunu kullandılar, denediler, sonuçta aldıkları yerler de oldu. Bir insanın yüzünü görmenizi de istemiyorlar ve bunu bilinçli uyguluyorlar.
"Direnmeseydik biz de çökerdik"
"En geç 6 ay içinde sürekli bir yer değişikliği yapıyorlar hapishane içinde. Sürekli bir döngü, sirkülasyon var. Kimse birine alışmasın, samimi bir sohbet ortamı oluşmasın. Herkes sürekli yeniden başlasın, yabancılaşsın yani bir dostluk oluşmasın. Kuyu tipi hastanelerde aslında yıllardır süren bir açlık grevi denenişi var. Sıra dışı insanlar olduğumuz için değil, gerçekten insanlık dışı koşullar olduğu için direnmek zorundaydık. Burada kalan her insanın psikolojisinin çöktüğünü gördük. Direnmeseydik biz de çökerdik, akıl sağlığımızı koruyamazdık."
(AB)








