bir de sen kaybedersen kendinde
kendinde boğarsan bir geleceği
yaşadığın an dahi kabul etmeyecek seni,
hiçbir kalem keskinleştirmeyecek çizgilerini."
allah'ın yurdu/êlih - Özlem Yaşar (Lis Yayınları)
Ağustos ayının 40 dereceleri aştığı kavurucu Diyarbakır sıcağında Sur içinde yürüyorum. Eski ve halden, dilden anlayan bir dostla karşılaşıp, yarenlik ettim.
Hizmet sektöründe çalışan işadamı kimlikli dosta sordum. "Nasıl gidiyor, turizm işleri. Turlarda sanki bir gevşeme var gibi (mi)!" "Aynen üzerine bastığın gibi," dedi.
Ve ekledi: "Turlar son bir iki aydır Diyarbakır dışına kaydı. Hatta turizm açısından görülecek çok fazla bir yerleri olmamakla birlikte Trakya turlarını bile tercih edenler var."
Nedenini de kendi kavlince ekledi. Son yaşanan ve medyaya da yansıyan "milliyetçi paranoyalar" ister istemez zıddını doğurmuş! İki nedenle Diyarbakır ve ağırlıklı olarak da bölgeye turistik gelişlerin önü tıkanır olmuş.
İlki korku! Acaba bölgede de olası ve patlayacak olan bomba turistik gezi amacıyla bölgeyi tercih edeni de vurur mu!
Bir de "oralara" gidildiğinde nasıl olsa maddi olarak "Kürtler kazanacak". O halde gitmeyelim de kazanmasınlar mantığı!
Aslında bu sohbeti yaptıktan sonra, bu konu ile ilgili yazıp yazmamayı epeyce düşündüm. Ne de olsa her şeye karşın bölgeye seyahat yapmayı düşünenlerin olduğunu düşünerek tabii ki!
Sonra aydın sorumluluğu gereği ihmal edilecek bir konu olmadığı kanaatine vardım.
Yazılmalı, konuşulmalı ve tartışılmalı. İhmale gelir tarafı yok bu işlerin deyiverdim kendimce.
On yıldan fazla bir zaman önceydi. Faili meçhul cinayetlerin kol gezdiği, ayda bir iki kez Diyarbakır'da protesto amaçlı olarak kepenklerin neredeyse tümüyle gün boyu kapatıldığı günlerdi.
Bir dostun işyerinde Şırnak'ta polis olduğunu söyleyen sivil birinin alışverişini yaptıktan sonra bir çay içimlik arada "İşler nasıl?" sorusundan sonrasına takılmıştım.
Eski tat, tuzun kalmadığı yanıtını alınca, yanıtı gecikmemişti. "Olacağı budur kardeşim. Örgüt size kepenk kapat der, siz de kapatırsanız.
Devlet de aç dediğinde açmazsanız. Devletin memuru da sizden alışveriş yapmaz".
Sonrasında yıllarca bu konuyu düşünmüştüm. Düşünmekle kalmamış iz sürerek peşini de kovalamıştım. Memur bölgede şube mantığı ile çalışan ve sattığı bütün ürünleri
İstanbul merkezli olarak satın alan büyük mağazaları ya da kendi tüketim kooperatiflerini tercih eder.
Turist gelmez. Bölgedeki GAP turizmini kapsamına bir türlü arzulanan büyük mağazaları ya da kendi tüketim kooperatiflerini tercih eder.
Turist gelmez. Diyarbakır bölgedeki GAP turizmi kapsamına bir türlü arzulanan düzeyde dahil edilmez. Peki sonrası!
Nerde kaldı son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan karar gereği "Bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak kalkınmasına önem vermek".
Doğrusu bunlar toplumda derin kırılma, yarılma noktalarıdır. Medya, özellikle de görsel medya; Maçka olaylarını da, Beşiri ve sonrası Batman olaylarını da halka yansıtırken milliyetçi ve paranoyak göstergelerden, tırmalayıcılıklardan kaçınmak zorundadır.
Maçkalıların da Beşirililerin de elbette kendine has hassasiyetleri vardır. Kabul edilebilir hassasiyetlerdir bunlar. Ama bunların kamuoyuna yansıtılış biçimi yeni kırılma noktalarına sebebiyet verecekse işte asıl bunlardan kaçınmak da medyanın görevi değil midir?
İşte tam da bu noktada sivil toplum kuruluşlarının ve basının etkili kalemlerinin rolü devletin politikalarını etkilemede önem arz edebiliyor. Toplumda daha belirleyici bir misyona bürünebiliyor. Elbette önyargıları kırmak adına... (ŞD/BA)