Duyarlı kimi dostlar, uzaklardan ses edip sükûnet dileklerini aktarırken, 1977'deki "kanlı 1 Mayıs"a benzer bir vakanın tekrarlanması ihtimalini akılda tutmak gerektiğini salık veriyordu. Diyarbakır'ın üzerindeki kara bulutlar, insanı daha bir tedirgin ederken, "belirsizlik halinin son bulacağı gün" hızla yaklaşıyordu. Newroz'un gelişi hiç bu kadar ürkütmemişti insanları.
Evvelden Koşuyolu Parkı'na bomba bırakıp çocukların canına kastedenler, ya bahar bayramını kışa çevirmeye niyetlenmişse? Ya Newroz'u kutlamak için üç tekerlekli motosikletlere, traktörlere, kamyonlara, otobüslere, vasıta bulamayıp yollara düşen yüzbinlerce Diyarbakırlıya Newroz'u yas günü etmeye yeltenen fütursuz caniler gözlerini karartıp canlara kastederse; ne olacaktı Türkiye'nin hali?
20 Mart: Sessiz ve tedirgin!
Geçen sene, 28 Mart olaylarını fitilleyen Kulp'taki 14 PKK'linin, ifadeye göre zehirli gazla öldürülmesine çok benzer bir olayın bu yılki Newroz öncesinde yine Kulp'ta yaşanması, bir muhbir militanın yedi arkadaşını öldürerek teslim olması tesadüften ibaret sayılabilir miydi? Tüm bu sorular, Newroz yaklaştıkça, aziz Hrant Dink'in "ruh halimin güvercin tedirginliği" cümlesini daha fazla anımsatıyordu insana.
Newroz'dan bir gün evvel, Diyarbakır'ın sokaklarını yıkamakla meşgul olan sağanak yağmurun altında dolaşırken, şair ve yayıncı dostumuz Lal Laleş soruyordu; "Diyarbakır'ı hiç bu kadar ıssız ve tedirgin görmüş müydünüz?"
Çok yerinde bir soruydu bu. Düşündüren, ürperten, karamsarlığa iten bir soru... İnternet cafe işletmecisi kara sakallı genç çocuk da benzer bir cümle sarf etmişti; "Sadece olay olacağı zamanlar bu kadar fazla gazeteci geliyor kahvemize. Yarın meydanda olay yaşanırsa, bu kadar öfkeli halk, bir daha yerinde durur mu hocam?"
Tarihin kara sayfalarına yazılma ihtimali olan mühim gün yaklaştıkça, "Newroz'lar kavgasız, gürültüsüz, gerçek bayram heyecanıyla kültürün, sanatın, müziğin ve coşkunun egemen olduğu bayramlar olsun. Bir tek insanın dahi burnunun kanama riski varsa, kutlanmasındı Newroz'lar. Kutlanmayan her bayram da politik dilin en ağır mesajı olur dünya âleme" deyiveriyoruz sohbetlerimizde.
Yüzbinlerce renk
Hoş, Newroz arifesinde Genelkurmayın web sitesinde görünen kutlama mesajı karşısında insan ferahlasın mıydı, kuşkulansın mı, kestiremiyordu ya; aklın tutulup hıncın tedavülde olduğu bu çağda, baharı kışa çevirme niyetlilerinin ne yapacağının garantisi yoktu. Zira herkesin barış ve sükûnet telkin ettiği dönemler, kanın en çok döküldüğü dönemler de olabiliyordu. Ne de olsa meşru şiddet tekeli sadece görünen devletin elinde de değil artık...
Bilhassa son birkaç yıldır Newroz'u yüzbinlerle kutlamak, Diyarbakır'ın geleneği haline geldi. Bu yılki kutlama, o geleneğin taçlandırıldığını gösterecekti her ihtimalde. Ruh halimizin güvercin tedirginliğiyle, sabahın erken saatlerinde, önce DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve pek çok eşraftan şahsiyetin bir araya gelip alana hareket etmek üzere otobüse bindiği Dağkapı'daki Miroğlu Oteli'ne gidiyoruz.
Türk ve Baydemir hem keyifli hem tedirgin. Bir saat sonra neler olup biteceği herkes için muamma. Akşamki yağmurun yıkadığı parlak asfalttan ağır ağır ilerlerken otobüsümüz, uzaklardan "Newroz piroz be!" anonslarıyla sokakları dolaşarak insanlara sükûnet telkin eden görevlileri ardımızda bırakıp Fuar Alanı'na yaklaşıyoruz. Tahminde yanılmamışız: Yüzbinlerce Diyarbakırlı, yüzbinlerce renkten oluşan devasa meydan, karşımızda fantastik bir fotoğraf karesi gibi duruyor. Otobüs şoförü davudi sesiyle, "maşallah size, maşallah!" deyiveriyor. Yardımcısı, "bu yıl sanki bayanlar daha çok" deyince, yan koltuktaki DTP'li kadın uyarıyor, "Bayan değil kadın denir, artık öğrenin!" Sonra da ısrarla şoför muavinine cümlesini tekrarlatıyor; "Bu yıl sanki kadın bayanlar daha çok" diye inat ediyor muavin. Ardından da kahkahayı patlatıveriyor.
Üç önder
"Şu lafı kısa kesip 'bu yıl Newroz'da beklenen olaylar yaşanmadı' desenize", diye sabırsızlandığını görür gibiyiz okurların. Fakat dedik ya, Diyarbakır'ın Newroz öncesindeki tedirginliğini anlatmazsak, Newroz'da olay yaşanmamasının önemini nasıl aktaracağız ki!
Bu yılki kutlamalara Batman ve Urfa'dan katılım olmayacaktı. Herkes kendi ilinde bayramlaşacaktı ya, o yüzden geçen seneki şaşaa beklenmiyordu doğrusu. Diyarbakır'a misafir gelen gazeteciler ne büyük yanılgı içinde olduklarını, Fuar Alanı'nı görünce anladı: Rakam telaffuz ederken çok tutumlu davrananlar bile üç yüz bin Diyarbakırlının halaylar çekip terlerini akıtarak önceki gün yağan yağmurdan kalma su birikintilerini taşırdığını teslim etti.
Alanın en göz alan yerini, hani şu, çocukların her yıl çıkıp Abdullah Öcalan posterini açtıkları binanın tepesini, "Barış Konferansı" sırasında Yaşar Kemal'in sarf ettiği "ya gerçek demokrasi ya da hiç" sözünün yazılı olduğu pankart süslüyordu bu yıl. Hemen bitişiğinde de "gerçeğin, adaletin ve sevgi arayıcılarının Newroz Bayramı kutlu olsun" yazılı pankart. Berisinde de manidar bir pankart daha "Türkiye'nin Birliği, Kürtlerin Birliğinden geçer." Leyla Zana bu pankartın manasını konuşması sırasında tercüme etti aslında: "Kürtlerin üç önderi vardır. Mam Celal, Kak Mesut ve Rêber Apo " diyordu. "Amca Celal" ve "kardeş Mesut", "Önder Apo" kadar alkış almasa da, Diyarbakır Newroz'undan esas mesaj çıkmış bulunuyordu.
Polisin tavrı
Kontrol noktalarını geçen hemen herkesin "zulalarını patlatıp" rengârenk yasaklı renklerini çıkarıp sallamaya başlaması, polis için pek de albenili olmadı. Polis alana girilmeden epey önce barikatlar ve arama noktaları ile önlemini almıştı. Kolluk güçlerinin tavrı, önceki yıllara göre pek de sempatik sayılmazdı. Bir gün önceki, "polis kışkırtmaz, olay çıkması hükümetin işine gelmez" mantık yürütme biçimini tersine çeviren bir tavırdı polisinki.
Nitekim sahneye çıktığında bütün Diyarbakırlılardan derin bir "huuuu" alan, dakikalarca alkışlanan belediye başkanı Osman Baydemir'in konuşmasını yarıda kesmesine neden olan çatışmada da polisin tavrı etkili olmuştu. Gözleri nedense evlerimize kapıyı çalarak giren hırsızları görmeyen polis, Newroz alanında bir hırsızı yakalamış da gözaltına almaya çalışmış(mış)! Kargaları güldürme niyetiyle hırsızı gözaltına almaya çalışan polis dayak yiyince, taşlı-sopalı çatışma çıktı.
Olay evvela gazetecilerin bulunduğu ve devrilmek için ufak bir bahane arayan platforma, oradan çırpınan sesleriyle görevliler sayesinde sahneye ve bir dakika sonra da üç-dört yüz bin insana yansıyınca, tehlike çanlarının çaldığını ve bayramın yasa dönüşeceği korkusuna kapıldık. Neyse ki sahnede Osman Baydemir vardı ve Diyarbakırlılara "sakin olmanızı istiyorum" demesiyle kısa sürede lokal çatışma yatıştı, büyük bir tehlike ucuz atlatıldı.
Fuar Alanı'nda Mikail Aslan'ın sesi yükselirken biz de bir yolunu bulup alandan sıvışırken 'halkın nabzını' fistanlı bir kadının değerlendirmesiyle tutuyoruz: "Bugün Kürtler barışa 'he' dedi, görsün artık bu devlet!"(İA/ŞD/EÜ)