Hükümetin iktidara geldiği günden itibaren Türkiye için ilan ettiği en önemli politika belirlemesi bu. Başbakan, 1 - 5 Mart tarihleri arasında da, Afrika gezisine çıktı. AB'ye katılma sürecinin ön planda olduğu bir dönemde "Afrika rotası" ilanı ve başbakanın Afrika gezisi, bazı çevrelerden AKP hükümetinin öncelikleri iyi değerlendiremediği eleştirisi aldı.
Hammadde kaynağı olarak Afrika
Aslında, Türkiye başbakanı Tayyip Erdoğan'ın rotayı Afrika'ya çevirme kararı sadece çok önemli değil, AB'ye katılma sürecinde bir zorunluluk da. AB ile yapılan Gümrük Birliği antlaşmasının ardından çekilen sıkıntıları aşmış olan, AB'de beyaz eşya ve elektronik pazarının önemli bir bölümünü elinde tutan ve ekonomisi hızla büyüyen bir Türkiye'nin, hammadde kaynağı Afrika'yı önemsememesi mümkün değil.
Afrika Türkiye için hem hammadde deposu hem de geniş bir pazar. Halen hazırda son derece dağınık olmasına rağmen Türkiye'nin Afrika kıtasıyla ticaret hacmi 3 milyar doları civarında. Bu yüzden Afrika, Türkiye'nin en öncelikli dış ilişkiler ve ticaret kavşağında yer alıyor.
Şüphesiz Türkiye'nin Afrika'ya yönelik sağlıklı bir rota takip etmesi, Afrika kıtası ile karşılıklı çıkarları tatmin edecek bir ilişkinin kurulmasına bağlı.
Böyle bir ilişkinin, sömürgeci Batı ülkelerinin Afrika'da geçmişte kurdukları ilişkilerden farklı olması gerekiyor. Ayrıca böyle bir ilişki Türkiye'de Dışişleri Bakanlığının Afrika'ya yönelik rota çizmesinden ötede ilgi uyandırmayı gerektiriyor.
Sömürülen Afrika
Afrika kıtası fakir; HIV-AIDS gibi salgın hastalıklarla mücadele ediyor. Doğa şartları son derece güç, nüfus yoğunluğu düşük ve dağınık bir kıta. Buna karşın mineral ve maden zengini.
Bilgisayar, cep telefonu gibi yeni teknolojilerde kullanılan bakır, laterit, koltan; bunların yanı sıra petrol, elmas ve akla gelebilecek her tür hammadde açısından zengin bir kıta. Özellikle Batı Afrika'da yeni bulunan petrol kaynakları yüzünden, ABD ve AB için Batı Afrika petrolü giderek önem kazanmış durumda. Örneğin ABD'de tüketilen toplam petrolün yüzde 10'u Orta-doğudan ithal edilirken şu an yüzde 15 olan tüketiminin önümüzdeki 10 sene içinde yüzde 25'ini Batı Afrika'dan ithal etmeyi planlıyor.
Afrika'daki ulus-devletler, Batılı sömürgecilerin tarafından, kendi aralarında paylaştıkları bölgelerin sınırlarını kendilerine göre çizerek yaratılan devletler. Bu sınırlar böl ve yönet ilkesine göre, aynı zamanda yerel kabileleri ulus devletler arasında bölerek çizilmiş. Amerikalıların Afrika'daki en önemli sömürgesi, ABD'den dönen özgürleşmiş kölelerin kurdukları ve "neighbour wrecker" (komşu yıkan) olarak bilinen Liberya.
Sınırların bu şekilde çizilmiş olması yüzünden, çok kolay kontrol edilebilecek çatışmalar Afrika'da kısa sürede yaygınlaşabiliyor. Örneğin, Kongo'da hala devam eden iç savaşta olduğu gibi 4 milyon, Ruanda'da olduğu gibi 1 milyon insanın canına mal olabiliyor.
ABD'nin, Afrika'ya yönelik artarak gelişen ilgisinin temelinde Batı Afrika'da keşfedilen petrol yatakları var. AB içindeki bazı ülkelerin de Afrika kıtasıyla ekonomik bağlantıları var. Bu bağlantı gücünü sömürgeci geçmişinden alıyor. Küreselleşme diye bilinen süreç, Afrika kıtasında bu emperyalist güçlerin birbirleriyle giriştikleri çıkar çatışması biçiminde gelişiyor.
ABD ve AB, Afrika kıtasında eskiden olduğu şimdi de hammadde kaynakları için çatışıyor. Ötesi, Afrika kıtası AB üyesi ülkelerin kendi aralarındaki çıkar çatışmasına da sahne oluyor. Avrupa birleşirken Afrika'nın parçalandığını görüyoruz. ABD, Batı Afrika'daki kazanımlarını başta Fransızların ki olmak üzere Avrupalı sömürgeciler aleyhine ele geçiriyor.
Kongo, Liberya, Fildişi Sahilleri, Sierra Leone, Ruanda'daki çatışmalar da bu çekişmeyle ilgiliydi. ABD, dünyada kendisine biçtiği yeni role uygun bir şekilde, Afrika'da daha aktif rol oynamaya başladı. Diğer sömürgeci güçlere, "Yeni Dünya Düzeni" Afrika'sının kaynaklarına sahip olmak konusunda bundan böyle asıl patronun artık kendisi olduğu mesajını veriyor.
Yani, bir yandan küreselleşme ve karşılıklı bağımlılıktan bahsederken diğer yandan emperyalist ülkeler arasındaki çıkar çatışmalarının şiddetle sürdüğünü Afrika örneğinden izlemenin mümkün olduğu görülüyor. Avrupa ülkeleri bir yanda bütünleşirken diğer yanda çıkar çatışmalarını eski sömürgelerinde devam ettiriyor. Avrupa'nın birleşmesi Afrika'nın parçalanmasından geçiyor.
AB-ABD çekişmesi
ABD ile AB'nin Afrika'daki çekişmesi önümüzdeki on yıl dünyanın Afrika gündemini belirleyecek gibi duruyor. ABD'nin yukarıda bahsedilen üç milyonluk Liberya ile tarihi bağları, Fransa'nın Doğu Afrika'daki yegane sömürgesi olan Cibuti'de ise büyütmeyi planladığı bir askeri üssü var.
Bu askeri üssün İncirlik'in yerini alabileceği fikri basına yansımıştı. Afrika, ABD'ye, sağlık, eğitim ve üretken sektörlere yatırım yapabilmesini engelleyen çok ağır bir borç yükü ile bağlı. Diğer sömürgeci güçler de kendi etki alanlarını korumak veya genişletmek peşindeler. Batı Afrika'da, İngiltere'nin 2000 yılında Sierra Leone'a, Fransa'nın da 2004'ün sonunda Fildişi Sahilleri'ne askeri müdahaleleri bu sömürgecilerin etki alanlarını korumak ve genişletmek ile ilgiliydi.
Örneğin, Liberya'daki iç savaş tüm bölgeyi etkileyecek özellikler gösteriyordu. ABD birliklerini Liberya'ya çıkartmamakla, krizi diğer emperyalistler aleyhine derinleştirdi. Böylece, Liberya'daki karışıklık, sadece Fildişi Sahilleri'ni, Ekvatoryal Gine'yi ve Sierra Leone'u değil ama aynı zamanda, bu ülkelerden gönderilen göçmen işçi paralarına bağımlı Mali, Nijer ve Burkina Faso'yu da dolaylı olarak etkiledi.
Böylece, Fransız sömürgelerinde Fransızlar aleyhine bir durum yaratıldı. Fransa'nın Irak savaşına karşı takındığı tutumun ardında da bu gerçeği aramak gerekiyor. Bu çıkar savaşlarının ne denli şiddetle cereyan ettiğine, "Demir Lady" olarak ün salmış olan eski İngiltere başbakanı Margaret Thatcher'ın oğlunun, Ekvatoryal Gine'deki giriştiği özelleştirilmiş askeri darbenin etrafında gelişen olaylar örnek olarak gösterilebilir.
Kaynak paylaşımı
Son olarak, Afrika'da Çin'in yeniden devreye girmesinden bahsedilmeli. Çin Halk Cumhuriyeti'nin son 25 sene içinde gerçekleştirdiği hızlı büyümeden en çok yararlanan gelişmekte olan ülkeler Afrika kıtasında. Özellikle son dönemde Çin Afrika'daki geleneksel dostları Angola, Namibya, Zambia, Zimbabwe, Mozambik gibi ülkelere imalat sanayilerini destekleyecek makine ve girdi sattığı bilinmektedir.
Afrikalı liderler, Uluslar arası Para Fonu'nun (IMF) baskısı altında uygulamaya koydukları yapısal dönüşüm ve ağır borç yükleri yüzünden iç çatışmaları önleyemez durumdalar. Afrika'nın mukayeseli üstün olduğu sektörler eşitsiz değişim koşulları yüzünden, ABD ve Avrupa karşısında rekabet avantajını yitirmiş halde.
Afrika tarımı ABD ve AB'deki tarım sektörünün aşırı korunması yüzünden son derece olumsuz etkileniyor. Örneğin AB'de bir inek için ayrılan destek, Afrikalı bir ailenin bir yıllık masraflarını karşılayacak düzeyde.
Öte yandan, 25 milyon Afrikalının canına malolan AIDS bazı ülkelerde nüfusun yüzde kırkını etkisi altına almış durumda. En önemli sorun şüphesiz bu ama ne hükümetlerde ne de sivil toplum örgütlerinde bu hastalıkla savaşmak için yeterli para var. Bu durumda AIDS'e karşı savaşta kullanmak amacıyla cebinde 15 milyar dolar gibi bugüne değin görülmemiş büyüklükte bir meblağ ile çıkıp gelen George W. Bush, Afrika'nın en önemli dostu olarak görülüyor.
Ayrıca George W. Bush'un AIDS planı, Afrika'da ucuza üretilmesine Batılı büyük ilaç firmalarının karşı çıktıkları aşıların üretilmesi için lisans kolaylıklarını da içeriyor.
Zimbabwe gibi tüm bu sömürgeci tasalluta direnmeye çalışan bazı ülkeler, çözümü kendi ulus-devletlerini güçlendirmede buluyorlar. Mugabe'nin, Zimbabwe tarımının yüzde 90'nı elinde tutan 4 bin 500 çiftlik sahibi beyaza karşı yürüttüğü operasyon, Londra'da bir türlü hazmedilemiyor. Aslında bu gelişmenin ardında, bağımsızlık sonrası yurda dönen ve Batı ülkelerinde sermaye birikimi sağlamış olan otantik Afrikalı sermaye sınıfı, siyah kapitalistler var. Bunların en önemli isteği kendilerine ait olan bir ulus-devlete sahip olmak. Bir yönüyle Afrika küreselleşme tezinin anti-tezi.
Türkiye'nin işi ne?
Bu koşullarda Türkiye, Afrika'ya rotayı neden çeviriyor, Türkiye'nin Afrika ilgisi ne olabilir, kurtlar sofrasında yeri olabilir mi?
Yakın geçmişte Afrika'ya yönelik, sadece Dışişleri çevrelerinde sıkışıp kalan ve ticareti geliştirmek söyleminden öteye gidemeyen bazı başarısız girişimler olduğu biliniyor. Afrika kıtası ile Türkiye arasındaki ilişkiler ciddi bir evrim geçiriyor. Son zamanlarda Türkiye'yi AB'ye atlama basamağı olarak kullanan ve sayıları giderek artan bir Afrikalı nüfus var.
Bu göçmenlerden bir kısmı Türkiye'de yerleşiyorlar. Öte yandan, Afrika'nın dört bir yanında bir yönüyle misyonerlik yapmak için açılmış Türkiye kökenli orta-öğretim kurumları var. Afrika'nın hemen her ülkesinde faaliyet gösteren bu kurumların bir hayli başarılı olduğu konuşuluyor Afrikalılar arasında. Ayrıca, Afrika'daki sekiz kadar ülkenin silahlı kuvvetlerini Türk subaylar eğitiyor.
Ancak bu faktörlere bağlı olarak gelişen ilişkiler yumağı, Türkiye'nin rotasını Afrika'ya çevirmesine zemin hazırlayacak kadar yeterli güçte değil. En azından öyle olduğunu düşünerek rotayı Afrika'ya çevirmek gerçekçi değil. Başbakan Erdoğan'ın "rotamız Afrika" demesinin ardında tarihi, askeri ve kültürel bağlantılardan ötede, "seküler nedenleri" olmalı.
Bunların başında, AB'ye katılım süreci içinde, yukarıda da bahsettiğim imalat sanayiinin kendisine pazar açması ve genel olarak ticaret geliyor. Afrika'nın dört bir yanında Türk malları satıldığı malum. Türkiye'nin Afrika'dan yaptığı ithalat artıyor. Ancak bu ticaret ilişkileri düzenli değil. Gelişmesi ve ciddi temellere çekilmesi gerekiyor. Türkiyeli inşaat firmaları Etiyopya'da, Eritre'de faaliyet halindeler. Sudan ile ticari bağ kurma girişimleri var.
Türkiye beyaz eşya, otomobil ve son zamanlarda da elektronik eşya üretiminde bir hayli yol almış bulunuyor. Mamul maddeler ihracatın önemli bir kısmını oluşturuyor. Özellikle elektronik eşya, bilgisayar, mikrodalga cihazları vs. gibi malların üretiminde kullanılan hammaddenin kaynakları Afrika'da. AB içinde elektronik ve beyaz eşya pazarında önemli bir paya sahip olan Türkiye'nin hammaddeyi ucuza elde edebilmesi için Afrika'ya açılmasıyla mümkün. Böylece, bu yazının başında belirtilen AB'ye tam üyelik sürecinde Afrika'ya yönelmenin neden zorunlu olduğu açığa çıkıyor.
Öte yandan G-8 diye anılan gelişmiş kapitalist ülkeler İngiltere'nin önderliğinde, nefes almasını sağlamak için Afrika ülkelerinin borçlarını silmeyi gündeme getirdiler. Bu girişimin iyilikseverlik dolayısıyla yapılmadığı herkesin malumu. Buradaki iktisadi amaç; borç silen ülkelerin pazar payını genişletmekten başka bir şey değil. Türkiye'nin böyle bir borç veren ülke olma avantajı yok.
Dolayısıyla, Türkiye'nin Afrika pazarından pay kapabilmesi ve rotasını Afrika'ya çevirmesinin ancak taşeron rolü oynayarak mümkün olabileceği ortaya çıkıyor. Yani "kurtlar sofrasında" küçük de olsa bir yeri olacak. Bu yerin, bir yandan pazar bir yandan da hammadde kaynağı arayan Türk sermayesi için yeterli olup olamayacağını tarih belirleyecek.(SA/EÜ)