Çok fazla eskiye dayanmıyor. Genç denebilecek Cumhuriyetle yaşıt. Daha Cumhuriyet sonrasıdır konuşulan her Kürtçe kelime başına bilmem kaç kuruş kesilen ceza.
Sonrası benim belleğimde 1960'lı yılların sonudur. Askerlik kararı ile ilgili yoklama için şubeye çağrıldığımda tavandan sarkıtılan bir ipe bağlı ifade koca şubenin içinde dikkatimi çekmişti: "Türkçe Konuş!"
Dikkatle bakıp hafif tebessüm edince; görevli astsubay; "Ne oldu, beğenmedin mi?" diye sormuştu. O gün bu gündür bu mevzu beni hep düşündürür.
Elbette Kürtçe konuşmak ve yazmak ile ilgili en ağır baskıyı da 12 Eylül 1980'li günlerde Diyarbakır 5 nolu Cezaevi'nin tutsakları yaşadı.
Belki de 2005 Nobel Edebiyat Ödülünü alan Harold Pinter'e "Dağ Dili" adlı tiyatro oyununun metnini yazdıran adı geçen cezaevinde Kürtçe'ye konan yasak ve kendisine de anlatılan yaşlı ve Türkçe bilmeyen bir Kürt anasının kendisine öğretildiği tek cümleyi döne döne görüş günü oğluna tekrarlamasıydı: "Kamber Ateş nasılsın!"
Başka söze gerek var mı?
Daha sonrası belki de çok yakındır. Yıl 1991'dir. Bölgeden 14 şahsiyet Sosyal Demokrat Halkçı Parti listelerinden milletvekili olarak seçilip parlamentoya girmiştir.
Yemin töreni sırasında Kürtçe yemin etmişleridir. Sözleri masumanedir. Ez cümle ettikleri yeminin Türkçe'si şudur: "Ben bu yemini Türk ve Kürt halkalarının kardeşliği için ediyorum!"
Bu kadarı yetmiştir önce meclise seçilip gelen diğer bir kısım milletvekillerinin hışmına, sonra da sonraki günlerde yaşanan neredeyse linçe!
Ve perde epeyce sonra açılmak üzere Halkın Emek Partisi'ne (HEP) katılmış milletvekillerinin 1994 yılında yaka paça boyunlarından tutularak meclisten cezaevine atılması ile son bulur.
On yıl süren bir yeminden arta kalan hükümlülük, 2004'te biter.
Şimdi yeniden bir paranoya ile karşı karşıya toplum. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir 2006 yeni yıl mesajında Türkçe ve İngilizce'nin yanında Kürtçe olarak da " Sersala We Pîroz Be" (Yeni Yılınız Kutlu Olsun) dedi.
Dedi de ne oldu? 20'ye yakın milletvekili kutlama kartını iade etmiş. Yetmemiş bir de niye Kürtçe olarak yeni yılı kutladın diye soruşturma açılmış.
Oysa bunlar yeni değil ki, iki dillilik son birkaç yıldır hep kullanılıyor. Festivallerde, edebiyat günlerinde Kürtçe hatırı sayılır düzeyde kullanılıyor.
Kullanılması da doğal. Çünkü bölgede ağırlıklı olarak konuşulan dil Kürtçe.
İnsan düşünmeden edemiyor. Yasak da ölçü nedir?
Mesela yakın zamandan yine bir örnek var. Başbakan Yardımcısı yine Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanına hitaben "Ez te pir hez dikim, başkan" (Ben seni çok seviyorum başkan) diyor. Alkışlanıyor...
Bir başka siyasal lider Avrupa'ya giderken yanında Türkiye'de yayınlanan Kürtçe CD'leri götürüyor. Ve "Bakın Türkiye'de bir yasak yok. Kürtçe serbest, işte kanıtı" diyebiliyor.
Anlaşıldığı ve göründüğü kadarıyla ciddi bir çifte standart var.
Bir tarafta bir özel televizyon kanalında Yıldız Tilbe'nin programına konuk olan bir Kürt sanatçı dikkate alınarak Kürtçe şarkı söylemelerinden sonra telefonla uyarılıyorlar.
Tilbe'nin canlı yayındaki tepkisinden bir hafta sonra başka bir gerekçeyle program yayından kaldırılıyor.
Ama bir başka kanalda Kürtçe şarkı söylenmesine ses çıkarılmıyor. Elbette bu çifte standartların aşılması gerekiyor.
Toplum olarak yaralar sarılacaksa, barışılacaksa önce dilin değişmesi gerek. Dildeki sivriliklerin, kırılganlıkların yaralayıcılıkların değişmesi gerek. Dile, dillere uygulanan baskılardan vazgeçilmesi gerek.
Bir şarkı sözüdür çok severim, der ki;
"Sana dil verdim ise yık da harap et mi dedim.
Nar-ı hiçrin(le) çiğerim yak da kebap et mi dedim.
Gez de zevk eyle afifane dedimse ben,
Rakibin bezmine git, nuşî şerab et mi dedim." (Urfalı Nezif)
Bırakın diller kendi doğallıklarında, istendiği gibi boy versin, serpilsin, gelişsin. İnanın buna bunca eza ve cefadan sonra en çok Kürtçe'nin ihtiyacı var.
Kim bilir belki de dilersiniz. İnanın çok zor değil bir dilden kendisine yapılan haksızlıklara karşı özür dilemek.
"Me li te pir neheqî kir. Me efû bike." (Biz sana çok haksızlık ettik. Bizi affet.) (ŞD/BA)