Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin düzenlediği Prof. Dr. Ahmet Ulvi Türkbağ'ın moderatörlüğünde gerçekleşen Kürtaj Paneli'nde kürtaj pek çok disiplin tarafından ele alındı.
Galatasaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nden Prof. Dr. Zeynep Direk, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Etik ve Hukuk Kurulu Başkanı Doç. Dr. İsmail Dölen, Galatasaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Buket Türkmen, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Mert Yaşar panelde konuştu. Hukuk Fakültesi'nden Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Dr. Güçlü Akyürek'in ve Uluslararası Hukuk Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Dr. Mehmet Karlı'nın hazırladıkları konuşmalar da katılımcılara okundu.
"Kürtajı bugüne kadar konuşmadık"
Buket Türkmen konuşmasında "Kemalizmin kadın bedeniyle olan sorunlu ilişkisi"ne değindi. Günümüzde kürtajı konuşmaktan öte aslında halen bekâreti konuştuğumuza dikkat çeken Türkmen, "Kemalist annelerimize bakire olduğumuz yalanlarını söylüyoruz, kız arkadaşlarımızda kalacağımızı söylüyoruz, ikiyüzlü bir cinsellik yaşıyoruz" dedi.
Kürtajı felsefi açıdan ele alan Zeynep Direk ise dersini verdiği Felsefe Uygulamaları (Applied Ethics) alanının aslında toplumsal cinsiyet, eşcinsellerin evlilik hakkı, kürtaj gibi konuların hepsini kapsamasına rağmen kürtaj konusunu bugüne kadar derslerinde tartışmadığını söyledi: "Konuyu ele almadım çünkü Türkiye'de olmayan bir tartışmayı açmak istemedim, hakkı sorunsal yapmayalım istedim. Ancak önümüzdeki dönem bu konuyu da derslere dahil edeceğiz."
"Kant'a göre insan olmanın koşulu rasyonel olabilmek, fakat cenin herhangi bir rasyonaliteye sahip değil; bunun potansiyeline sahip. Cenine insan denir mi? Cenin hakka sahip mi? Ceninin hakkı kadının hakkından üstün olabilir mi? Hayır. Hakka sahip olan kadındır."
"Bedenim benim" sloganında da yanlış çağrışımlar bulunduğunu söyleyen Direk, bedenin bir mülkiyet olduğu kavramını çok liberal ve atomist bir pratik olduğu için eleştirdi. Çocuk doğurmanın ciddi bir sorumluluk olduğunun altını çizen Direk böyle bir durumda kişinin hayatındaki pek çok insan için önemli bir değişikliğin söz konusu olacağını, tüm ailenin kaynaklarının paylaşılacağını bu nedenle aslında tüm ailesine karşı bir sorumluluk olduğunu söyledi, kadınların "ben bu sorumluluğun altına girebilir miyim?" diye kendilerine sorması gerektiğini söyledi.
Kadına "Eve dön, anne ol" denmek istendiğini söyleyen Direk, kadınların asıl görevinin üremek olduğunu düşüncesine vurgu yapıldığını düşünüyor. Hayatını nasıl yaşamaya karar verme hakkının çok önemli olduğunu söyleyen Direk, "Kürtaj diye bir şey olmasaydı bu üniversitede ders veremezdim, makalelerimi yazamazdım ve bu kadar öğrenci yetiştiremezdim" diye konuştu.
Günümüzde yaşanan tartışmaların bir eril restorasyon projesi olduğunu düşünen Direk, kadınların 20. yüzyılda kazandığı hakların geri alınmasının ve eve mahkum edilmesinin planlandığını söylüyor. Eve mahkum olmayan kadınların da bekarete mahkum edildiğine dikkat çeken Direk'e göre kadınlara "Yaşama cinselliğini!" deniyor. Kendisi ise, "Cinsellik hayatımızın bir parçası, neden bırakalım?" diyor.
Medyanın sorumluluğu
Yasemin İnceoğlu da kürtaj tartışmalarında medyanın sorumluluğunun büyük olduğunu hatırlatırken,medyanın gündemi yönlendirme gücünü göz önünde bulundurarak, devletin her söyleminin haberleştirilmesini öyle bir niyet olmasa bile zamanla bu söylemleri meşrulaştıran bir eyleme dönüştüğünü söyledi.
Medyada bir alternatifsizleşmeye gidildiğinin de altı çizildi. İnceoğlu, hangi kanalı açsak kalitesiz tartışma programları gördüğümüzü ve doğru haber alabilmek için anaakımın dışına çıkma ihtiyacı hissettiğimizi söyledi.
"Medya ne yaptı, ne yapmadı?" diye soran İnceoğlu'na göre medya provokatif haber yaptı, konuyu sulandırdı, dezenformasyona sebep oldu ve gereken soruları sormadı. Alternatif medya kaynaklarından kürtaj konusunda deneyim yaşamış kadınların tanıklığını okuyabildiğimizi söyleyen İnceoğlu'na göre yurttaş gazeteciliği (civic journalism) sadece akıllı telefon ile fotoğraf çekmek değil, aynı zamanda sesini çıkarmak ve tanıklık yapmak.
İnceoğlu, dinleyicilerle çarpıcı bir iddia da paylaştı ve kürtaj tartışması boyunca imza toplayan kurtajyasaklanamaz.com web sitesine TRT tarafından sansür uygulandığını, TRT çalışanlarının iş yerinden bu siteye giremediğini söyledi.
Kürtajın hukuki boyutu
Medeni Hukuk Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Mert Yaşar ise konuya medeni hukuk boyutunu ekledi. "Yaşam ne zaman başlar?" sorusuyla konuşmasına başlayan Yaşar, bu konunun din üzerinden tartışılmasına da karşı çıkmadığını belirtti.
Yaşar'a göre eğer din, toplumsal ahlakın bir parçasıysa dini söylemin bu konudaki görüşlerinin göz ardı edilemez. Fakat kendisi hukuki olarak bir insanın varlığının kabulünün doğumla başladığının altını çizdi. Yaşar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) de bu konudan olabildiğince uzak durmaya çalıştığını söyleyerek AİHM'in yaşamın başlangıcına dair bilimsel ve hukuki bir uzlaşmaya varamadığını belirtti.
Yaşar'ın söylediğine göre hukuken hayatın başlangı annenin rahmine düşmek değil ve medeni hukuka göre cenin canlı değil ve herhangi bir hakka sahip değil. Bu konuda iki kanun da örnek gösterildi:
- Medeni Kanun md. 28: Çocuk hak ehliyetini sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.
- Md. 643: Mirasın açıldığı tarihte mirasçı olabilecek bir cenin varsa paylaşma doğuma kadar ertelenir.
Yaşar'ın "Medeni kanuna göre kadının aileyi yürütme yükümlülüğü vardır, kocasına sorumluluğu vardır, bekâr kadın ile evli kadın aynı görülemez. Evlilikte benim bedenim diye bir şey yoktur" sözleri kadın dinleyicilerden büyük tepki gördü.
Yurtdışından örnekler de veren Yaşar, Batı'da aydınlatılmış rıza sistemi uygulandığını ve kürtajdan önce bir hekimle ya da psikologla görüşme şartı ve 24 saat ile 1 hafta arasında düşünme süresi verildiğini söyledi. Fransa'da uygulanan "anonim doğum" örneğine göre ise kadın bir hastaneye giderek çocuğunu doğurabiliyor, tüm masraflar devlet tarafından karşılanıyor ve kadın sonra hastaneden çıkıp gidiyor, çocukla hukuken herhangi bir soy bağı da kalmıyor. Yaşar, Türk Medeni Kanunu'nda böyle bir şey yapılamayacağını, anne ve çocuk arasında hukuki soy bağının mutlaka bulunacağının da altına çizdi. Yaşar'a göre anonim doğum örneğinin en büyük sorunu iki hakkın çatışması: çocuğun soyunu öğrenme hakkı ve annenin hayatını, sağlığını koruma hakkı.
Kadın da erkek de korunmalı
Panelin ardından soru sormak için söz isteyen bir dinleyici, Doç. Dr. İsmail Dölen'e ve Mert Yaşar'a tepki gösterdi. Dölen'in "her kadın korunmalıdır" sözünü yanlış bulduğunu belirterek gerçekten bu sorumluluğun sadece kadınlara mı ait olduğunu sorguladı, "Erkekler korunmadığı için kadınlar kürtaj oluyor zaten. Keşke erkeklerin korunma yöntemlerinden, örneğin vazektomiden de bahsetseydiniz," dedi. Dinleyici, Dölen'i kadınların doğurma yetisine güzelleme yaptığı için de eleştirdi.
Fiilen kürtaj yasaklanmasının ne kadar hayata geçirilebileceğini sorgulayan dinleyici, kürtajın yasak olduğu Polonya'da her yıl 150 bin kadının kürtaj turizmine yöneldiği örneğin verdi. Türkiye'de ise 10 hafta sınırının ulaşılabilir bir hak olmadığını, genelde doktorların 8 hafta sınırını benimsediğini söyledi. Bu konuyla ilgili çalışmalar yapan dinleyici tanık olduğu bir olayı da örnek gösterdi. Hapishanede tecavüzcüsünü öldürdüğü için bulunan bir hamile kadın, kürtaja başvurmuştu ancak izin gelene kadar zaten hamileliğinin yedinci ayına girmişti. Dinleyici, "Beden politikası söylemin bir kısmı. "Kadının bedeni kadının kararı" sloganı sanki erkenin sorumluluğu yokmuş gibi gösteriyor, oysa öyle değil"dedi, sözlerini "Kürtaj hakkını tartıştırmıyoruz. Devlet hegemonyası bize bugün kürtaj hakkını tartıştırıyor ve böylece toplumsal meşruiyet sağlanıyor" diye bitirdi. (EK/ÇT)