Avukat Özcan Kılıç, 22 yıldır basın ve ifade özgürlüğü davalarıyla ilgileniyor. Bugüne kadar pek çok ünlü ismi savunmuş. Takım elbise giymiyor, kartviziti, sekreteri, bürosu yok.
İfade özgürlüğünün önündeki engeller konusunda çok net. Toplu gözaltıların, uzun tutuklulukların siyasi olduğunu düşünüyor. Terörle Mücadele Kanunu'ndan (TMK) rahatsız. Hükümetin iyileştirmelerini yüzeysel buluyor.
Gelecekle ilgili tahminleri de distopyaları aratmıyor.
1990'lar muhalif basın açısından nasıldı?
Özgür Gündem'in çıkışı 1992'dir. O dönemde pek çok haftalık gazete ve dergi de çıktı. 1990'lar çatışmaların en şiddetli ve yoğun yaşandığı zamanlardı. Ama Abdullah Öcalan'ın kitapları da, sol-radikal görüşleri içeren kitap ve dergiler de basılabiliyordu. Bir gün sonra toplatma kararı çıksa da, insanlara ulaşıyordu.
Özgür Gündem'in tirajı 60 bine çıkmıştı. Merdan Yanardağ haber müdürüydü, Işık Ocak Yurtçu, Haluk Gerger, Yalçın Küçük 1990'larda Özgür Gündem'in yazarıydı. O yıllarda Yaşar Kemal konuk yazarlık yaptı, Orhan Pamuk gazete sattı.
1990'lardaki basın davalarından bahsedersek...
İçinde "Kürt", "Kürdistan" geçen her cümle, dava konusuydu. Öcalan'ın fotoğrafları basıldığında, yayınlar toplatılır ve dava açılırdı. Sorumlu yazı işleri müdürleri sürekli değişirdi.
Çünkü müdürler tutuklanırdı. Mesela, hidro elektrik santrallerle (HES) ilgili herkes haber yapardı da, Kürt basını yapınca altında bir şey aranır, Kürtlerin Karadeniz'e açılım yapmaya çalıştığı düşünülürdü.
Yine de o yıllar daha iyiydi. Çünkü yapılmaması gerekenler belliydi. Öcalan'ın Türkiye'ye getirildiği 15 Şubat 1999'a kadar hal böyleydi. 2004'e kadar da süreç sakindi. Yine basın davaları vardı, ama eften püftendi. 2004'te ateşkes bitince, TMK'da düzenlemeye ihtiyaç duyuldu.
2004'ten sonra neler yaşandı?
Kürtler yeni bir dil geliştirdi. Belli belirsiz kullanılan "Özgürlük Hareketi" kavramı günlük dile girdi. Dolayısıyla buna uygun yasal düzenleme yapıldı. Artık "Özgürlük Hareketi" denmesi, niyet üzerinden "terör örgütü propagandası" anlamına gelebiliyordu. Örneğin artık bir dergi kapağında göz, deniz ve ada varsa, İmralı'ya gönderme yaptığı için toplatılabiliyor. Terör kavramı çok esnedi.
Nisan ayı düzenlemeler için milat
KCK operasyonlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şey çok keskinleşti. Bunu hükümet, bence Tayyip Erdoğan tırmandırıyor. Çünkü tanıdığımız AKP'li Kürt milletvekilleri arasında bizimle aynı dili kullananlar var. Mesela bölgede hemen herkes bölgeye "Kürdistan" diyor, Kürtçe konuşuyor. Özgür Gündem'i takip ediyorlar. Sanırım Nisan'da hükümet yasal düzenlemeler yapacak ve TMK ile ilgili kartlarını açacak. Sonra tutuklananlarla ilgili adım atacaklar.
Neden Nisan milat?
Mart-Nisan ayları iklimle birlikte çatışma ve operasyonların başladığı dönemdir. 20 yıldır hükümet de, PKK de bunu bilir. Bu dönemin özelliği ve kamuoyunun hassasiyeti göz önüne alındığında, İstanbul'daki KCK tutuklamalarının iddianameleri, Nisan'a yetiştirilmeye çalışılıyor. Bazı yasal düzenlemelerle davaların seyrinde yumuşama sağlanmaya çalışılıyor. Dolayısıyla " Nisan ayı" meselesi doğrulanıyor.
Basınla ilgili yasal düzenlemeler ne vaat ediyor?
Şu ana kadar açılmış davaların üç yıl askıya alınması, örneğin "terör"e yardım edene beş yıl değil, iki yıl ceza verilmesi gibi düzenlemelerden bahsediliyor. "TMK değişsin" deniliyor. Ama sadece cezaların değişmesi söz konusu. Bunun dışında basını rahatlatacak bir düzenleme yok.
Biz TMK'nın "terör tanımı" ve "terör suçu"nu düzenleyen 1.* ve 2.** maddelerinde değişiklik istedik. Bu düzenlemeyle her şey "terör"e dâhil ediliyor. Oysa taslakta "terör tanımı"yla ilgili düzenleme öngörülmüyor. Mesela, "Örgüt üyesi olmamakla birlikte, terör cezası verilir" maddesi sayesinde üye değilse bile, yardımdan veya sempatizanlıktan ceza veriliyor.
Geçmişte Gündem'in çıkmamış nüshaları da dâhil, çok sayıda gazeteye kapatma uygulanmıştı. AİHM Ürper ve diğerleri kararı* ile Türkiye'yi sansür nedeniyle ve ifade özgürlüğünü engellediği için tazminata mahkûm etmişti.
AİHM'in Ürper ve diğerleri kararı***, şu an 3. paket olarak bilinen tasarıya yansıdı. TMK'nın 6. maddesindeki kapatma uygulamasına ilişkin maddenin kaldırılması tasarlanıyor. Ama TCK'ya veya Basın Kanunu'na madde sokuşturup, kapatmaların devamı pekâlâ mümkün. Çünkü her düzenlemeden sonra, daha ağır uygulama maddeleri gelir.
Mevcut TMK'da terör örgütüne hedef gösterme ile ilgili bir madde var. Örneğin Engin Ceber olayında Metris'in müdürü olan kişi, şu anda Kandıra Cezaevi Müdürü. Bununla ilgili haber yapıldığında, "hedef gösterme"den dava açılıyor. Gardiyanlar, müdürler, korucular korunuyor. TMK o yüzden berbat bir kanun.
Yeni düzenlemeler aspirin tedavisi gibi
Sadece hapis cezalarını azaltmak çözüm mü?
Geçici çözüm, aspirin tedavisi gibi. Beş, on Kürt gazeteciyi serbest bırakır, sorunu gündemden çıkarırsınız. 2006'da yeni TMK ile Özgür Gündem yüzlerce yıl mahkûmiyet ve kapatma cezaları aldı. TMK'nın vahameti 2010'dan sonra daha çok anlaşıldı.
Meşhur 301. madde de bir dönem sorundu.
Bir dönem devleti aşağılamakla ilgili eski TCK'de 159. madde, yeni TCK'de 301. madde, basın özgürlüğünün önündeki en büyük engel gibi görüldü. Tabii ki 301. madde kaldırılmalı. Ama 301 tartışmaları sürerken, ifade özgürlüğünün önündeki engelleri ortadan kaldırmak için TMK de tartışılmalıydı. Çünkü 301'den yüzlerce müvekkilim yargılandı. 301'den verilen cezalar ertelenebiliyordu, paraya çevrilebiliyordu. 301. maddeden cezaevine giren, tutuklanan kimseyi hatırlamıyorum.
Müvekkilleriniz arasında kimler var?
Özgür Gündem gazetesi, DİHA (Dicle Haber Ajansı) ve Demokratik Modernite dergisinin avukatıyım. Öcalan'ın 100'e yakın avukatının davasına bakıyorum; Aysel Tuğluk ve Ayla Akat Ata da dâhil. O davalar da TMK'dan örgüt propagandası sebebiyle açılıyor.
Avukatların tutuklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet, Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmesi için çaba gösteriyordu. Şimdi hükümet avukatları içeri attı. Altı aydır Öcalan'a avukat görüşü yaptırmıyorlar. Demek ki hükümet başka türlü görüşme istiyor. Avukatlar olayında hazin bir durum var; içlerinde Öcalan'la görüşmediği halde tutuklu olanlar da var.
Ragıp Zarakolu'nun da avukatısınız...
Ragıp'ın yıllardır avukatıyım. Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) Siyaset Akademisi ile ilgili tutuklandı. Ragıp farklı bir muhalif ve Kürtlerin de yanında. Yayımladığı kitaplar, azınlıkların uğradığı haksızlıklarla ilgili. Bu, devlette sıkıntı yaratıyor. Tutuklama nedeninin üstüne gidince, KCK ile ilgisi olmadığını söylediler. Soruşturma aşamasında açıkça ortaya konulmamış olsa da, devletin gizli belgelerinde, yayımladığı kitaplar ve demokrat aydın profili nedeniyle, sakıncalı olarak değerlendirildiği şeklinde bilgiler olduğunu biliyoruz.
Beşikçi tam bir devrimci düşünür
Geçmişte savunduğunuz isimler kimler?
İsmail Beşikçi'nin avukatlığını yapma onurunu yaşadım. 1970'lerde Kürtler daha "Kürt" demezken, o Kürt meselesiyle uğraşıyordu. Beşikçi, tam bir devrimci düşünür. Mahkemenin önünde hiç eğilmedi. Kitaplarıyla ilgili savunmaları da suç unsuru kabul edildi. 22 kitabı, 50'den fazla davası vardı.
Hayatımda beni en çok etkileyen insandır. Çünkü zamanında Öcalan'ı ve PKK'yi bile olumlu-olumsuz eleştirebilen, Kürt halkının dostu bir Türk aydını. Müvekkillerim arasında bir tek Beşikçi'yi politik figür olarak gördüm. Düşünce militanıydı o. Kürt olmamasına rağmen Kürtler için kendini helak etti.
Haluk Gerger'in de avukatlığını yaptım. Net çizgisi ve görüşleri olan, kaliteli bir aydın, sosyalist ve antiemperyalisttir. "Dünyada büyük güçler, bizim gibi ülkelerin insanları üzerinden bir şeyler yapar." der. ABD'ye girişi yasaklanmıştı. Hatta bu nedenle ABD ye karşı açtığı davayı kazandı.
Müvekkillerimden Yalçın Küçük, ilginç biriydi. Biraz egosantrikti. Yurtdışından dönünce, teşekkür edip "Yollarımız ayrıldı" demişti. Ne kast ettiğini anlamamıştım. Öcalan'a "Kardeşim" diyordu. Sonra başka bir misyon edindi. Kürtleri artık ABD'nin oyununa gelmiş mazlum halk olarak görüyor.
1990'lardan beri çok sayıda sol-sosyalist muhalif yayın ve gazetenin avukatlığını yaptım. Son yıllarda daha çok muhalif Kürt basını, haber ajansı ve yayınevlerinin hukuki danışmanlığını ve avukatlığını yapıyorum. İhtiyaç arttı. Çok fazla dava, kapatma, yasaklama, el koyma uygulaması var.
Hiperaktif değilim, hayatı seviyorum
Türkiye'de basın davalarıyla ilgilenen bir avukatın zamanı nasıl geçer?
Baktığım davaların hepsi, Özel Yetkili Mahkemeler'de. Oradaki herkesle diyalogum çok iyi. İşimi öğlene kadar bitirmeyi severim. Arada gazeteye uğrarım. Takım elbise giymem, hiç büro açmadım, sekreterim ve kartvizitim yok. 17 yaşında bir oğlum var. Haftada bir ona vakit ayırıyorum.
Bugüne kadar hiçbir duruşmamı kaçırmadım, hiç mesleki hatam olmadı. Çünkü bu işte insanların yaşamı size bağlı. Yayın grubu avukatlığında, ipin ucunu kaçırırsanız devamı gelir.
İnsan canına kast edenlerin, uyuşturucu satanların davalarına bakmam. Savcılar ve hâkimler bu işi emir komutayla yapmadığımı, devlet de güdülmediğimi biliyor. Adli davalarla ilgilenmiyorum. Geçenlerde tutuklu gazeteci ve avukatlara gittim. Sadece sohbet ettik, davalarını sormadılar bile. Çünkü yapılması gerekeni yapacağımı biliyorlar.
Nasıl dinleniyorsunuz?
Bu aralar çok okuyorum. Paul Auster okuyordum, Başbakan kızdı (gülüyor). Müzik dinliyorum. Belli etmem ama sıkı rock dinleyicisiyim. İyi bir arşivim var. İki bira içerim, Jimi Hendrix veya Led Zeppelin dinlerim. İki gün uykusuz çalışabilirim. Tatil kültürüm yok. Dokuz günlük bayramda, üç günlüğüne Zürih'e gittim. Sonra sıkılıp döndüm. Pazartesi günlerini çok severim. Çok uyuyamıyorum. Hiperaktif değilim ama hayatı seviyorum. Yaşamın bir yerde biteceğini biliyorum. O yüzden hep koşturuyorum.
Devrimci Karargâh'tan yargılanıyorsunuz. Dava süreci nasıldı?
Basın davalarından ötürü çok insanla ilişkiliyim. Dev-Sol'dan eski müvekkillerimden Şemdin Şimşir, birkaç yıl önce Türkiye'ye gelmek istedi. Birkaç kere beni aradı. Devrimci Cephe diye yasal bir dergi çıkarmak istediklerini anlattı. Derginin hukuki işleriyle ben ilgilendim. Şimşir kırmızı bültenle aranıyormuş.
Temmuz sonunda gazeteyle ilgili bir belgeyi emniyete götürdüğümde, hakkımda yakalama kararı olduğu ortaya çıktı. Beni önce müdür odası gibi bir yere oturttular. Odada bir anda 10 tane polis belirdi. Mevki sahibi olduğu belli, genç bir adam geldi, Terörle Mücadele Şube Müdürüymüş. "Sizi gözaltına almak durumundayım, Devrimci Karargâh üyesiymişsiniz" dedi.
24 saat, "paşaların tutulduğu odada" kimseyle görüşmeden bekledim. Sonra ev aramasına gittik. Kelepçeli değildim, ama evin etrafını polis çevirmiş, kameraları açmışlar. Aramadan sonra Devrimci Cephe dergisinin eski müdürü Okan Duman'ı nereden tanıdığımı sordular. Meğer Okan, üç aydır izleniyormuş, gözaltına alınmış. Avukatı olarak ismimi vermiş. Beni de yedi aydır izlediklerini anlattılar.
Avukatım Mihriban Kırdök ile beş dakika görüştürdüler. Normalde 30 dakika görüşülür. Dört gün emniyette tutuldum. Açlık grevi yapmadım ama o sürede yemedim. Bunu sorun yaptılar. Dördüncü gün savcılığa çıktım.
Ne karargâhçıyım, ne KCK'liyim
Hakkınızda iddialar neler?
İddianamede avukat-müvekkil ilişkisi örgütsel ilişki olarak konulmaya çalışılmış. Çünkü iddiaların dayanağı olan görüşmelerin yapıldığı kişilerin tümü, benim müvekkillerim. Bu durum, siyasi davalara giren avukatlara yönelik bir uygulama haline gelirse, politik davalara giren avukatların tümü, bu sıkıntıları yaşayacak. Ayrıca bize vekâlet veren-verecek olan kişilere de bir gözdağı. Nitekim son Devrimci Karargâh operasyonunda beş kişiye benimle olan ilişkilerinden dolayı sıkıcı sorular sorulup, suçlamalar yöneltildi.
Ben mesleki olarak sol çevreler ve Kürt meselesine yakın insanları savunduğum için öteki olarak görülüyorum. Bu tarzım sistemi rahatsız ediyor, beni bir yerle ilişkilendirmek istiyorlar. Ahmet Şık'a da bunu yaptılar. O da efendisizdir. Ne karargâhçıyım, ne KCK'liyim. Devrimci Karargâh duruşmam da 3 Nisan'da yapılacak.
Operasyonlarda ve gözaltılarda neler yaşanıyor?
Artık operasyonlar aynı saatte yapılıyor. İlginç bir elektronik takip sistemi var; o gece herkesin nerede olduğunu belirliyor. Aramalar kaydediliyor. Bilgisayarlar genellikle bulundukları yerde kopyalanıyor. Harici hard disklere bilgiler alınıyor. Kitaplar da eskisi kadar çuval, torba doldurularak, görüntüleri kaydediliyor. Görünürde geçmişteki kadar vandalca bir uygulama yapılmıyor. Ancak özel hayatınız, yaşam alanınız kayıt altına alınıyor, lime lime ediliyor.
Önce Adli Tıp'a götürülüyorsunuz. Tutulduğunuz süre boyunca da, 24 saatlik periyotlarda Adli Tıp'a gidiyorsunuz. İlk 24 saat, kimseyle görüşemiyorsunuz, sonra avukatınızla ve yakınlarınızla görüşebiliyorsunuz. Polis kimle görüşmek istediğinizi soruyor. Birinci derece yakınlarınızı, hatta resmi olmayan ilişkilerinizi bile kabul ediyorlar. Ziyaretçinizle önce sohbet ediyorlar. Durumunuzu anlatıyorlar, polise bilgi vermeniz için ikna etmeye çalışıyorlar. Sonra yakınlarınızla görüşmeniz kaydedilip, sizin ve yaşamınızla ilgili bir profil çıkarılıyor.
Gözaltında "mülakat" denilen, yasal olmayan bir uygulama var. Örneğin Adli Tıp'a gidecekken, sizi bir odaya alıyorlar. Polislerin sohbeti, işbirliği ikna sürecine evriliyor, ama tutanaklara geçmiyor. Polis o konuşmaları kanaat olarak notlara dönüştürüyor. Sonra avukatlar aranıyor. Müvekkilinizle görüşüyorsunuz, sorular başlıyor.
Gözaltında sorulan sorular Ankara'da hazırlanıyor
Sorular nasıl?
O kadar saçma sorular var ki. Ragıp Zarakolu, hayatta duymayacağı sorularla karşılaştı. Neden ABD'ye gittiği soruldu. Eşi Amerikalı, kendisinin de ABD'de oturma izni var. Uluslararası bir yayımcı. Avukatınızla görüşmeleriniz bile soru olarak karşınıza çıkabiliyor.
Örneğin evinizde Marks'ın veya Lenin'in kitabı bulunmuşsa, ne amaçla okuduğunuz soruluyor. Bazen soruları soran polisler de bu mantıksız durumu fark ediyor. Çünkü sorular burada, onlar tarafından hazırlanmıyor.
Nerede hazırlanıyor?
Örneğin KCK soruşturmalarında, Ankara'da hazırlanıyor. Terörle Mücadele Üst Kurulu'nun belirlediği MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, İstihbarat Daire Başkanlığı ve bilmediğimiz bir birimden dört kişi hazırlıyor. Selahattin Demirtaş "Operasyonlar Ankara merkezli" dediğinde karşı çıkıldı, ama öyle. Operasyonlar, kafa karıştırmaya ve yalnızlaştırmaya hizmet ediyor.
Uzun tutukluluk süreleri hâkimlerin inisiyatifinde değil mi?
Evet, fakat hakimlerin imalı açıklamalarından öğrendiğime göre, bu bir konsept. İktidarın politikasına uymak zorundalar. Bence uzun tutukluluklar aynı zamanda "rehin alma" politikasının bir yansıması.
Deniz Feneri savcılarının başına gelenler malum. Savcıların ve yargıçların tepelerinde Demokles'in kılıcı var. İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerinde görev yapan birçok yargıç ve savcı, başka adliyelere tayin olmayı veya sıradan mahkemelerde emekli olmayı seçerek, mesleki onurlarını kurtarmaya çalıştılar.
DGM İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'in telefonları dinlendi, dinlemeler basına verildi. Engin sessizce görevinden alınıp, olmayan bir mahkemenin, İstinaf mahkemesinin başsavcısı yapıldı.
Toplu tutuklamalar, uzun tutukluluklar, hukuki değil, siyasi. Adliye kaynaklarından bunun teyidini aldığım için, bu kadar rahat söylüyorum.
Muhalifler susturulursa, yazacak ve okuyacak kimse kalmayacak
İfade özgürlüğünün geleceği hakkında neler söylersiniz?
Türkiye'de Avrupa'daki yöntemlerle muhalefetin bitirilmesi amaçlanıyor. Avrupa'da sosyal demokrat ve Hıristiyan demokrat partilerden oluşan, stabil bir sistem var. Gerçek bir muhalefet yok. Sadece marjinal gruplar, siyasi muhalefet kabul ediliyor. Bunun dışında muhalefetin örgütlenme zemini ve şansı yok edilmiş. Burada da benzeri olsun isteniyor. Reform dedikleri 3. paket yürürlüğe girdiğinde, her şeyin süt liman olmasını bekliyorlar.
Kürt meselesi de böyle çözülmeye çalışılıyor. Bence, anayasada Kürtlerin varlığını kabul edip, belediyelere yerel özerklik ve bütçe verirsiniz, Kürtçe eğitim hukuki metinlere girer, okullarda okutulur, ifade özgürlüğü ve basın - yayın serbest bırakılırsa, bu işi çözülür.
Tabii bir de Öcalan faktörü var. Kürtler açısından bu farklı bir durum. Yıllardır tecrit altında olması, diğer tutuklu-hükümlülerin sahip olduğu haklardan mahrum edilmesi, son olarak avukatlarının tutuklanması, Kürtler açısından kabul edilebilir bir durum değil.
İnsan ilişkileri de değişiyor. Gelecekte Avrupa'daki gibi atomize olacağız, yalnızlaşacağız. İfade özgürlüğü konusunda Kürt meselesinde muhalifler susturulursa, yazacak bir şeyler ve okuyacak insan kalmayacak. Dolayısıyla düşünce özgürlüğü gündem dışına çıkacak.
Korku ütopyası gibi...
Pink Floyd'un şarkılarına, The Wall filmine bakın. 40 yıl önceden olacakların habercisi gibi. Örneğin Avrupa, sorunsuz, görece müreffeh bir toplum ama herkes dini bir inanca sahip. 20-25 yaşına kadar her şey serbest. Ama herkes 25'inden sonra sisteme uyum sağlıyor. Aslında en büyük cezaevi dışarısı. Maalesef bizde de herkes böyle olsun isteniyor, proje bu.
Böyle bir düzende yaşamak zorunda kalırsam, o dönemde de aykırı durabilirim. Kendime güvenim var. (EG/BA)
* TMK, Madde 1 (Terör tanımı): Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.
** Madde 2 (Terör suçlusu): Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.
Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır ve örgüt mensupları gibi cezalandırılırlar.
*** Ürper ve diğerleri kararı için tıklayın.