* Fotoğraf: Dersimli aşiret reisleri.
İletişim Yayınları'nın araştırma-inceleme dizisinden yeni bir kitap yayımlandı: "Aktör, Müttefik, Şakî: Kürt Aşiretleri".
EHESS-Paris Siyaset Bilimi doktora öğrencisi Tuncay Şur ve Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yalçın Çakmak'ın derledikleri kitabın önsözünü Kürdoloji uzmanı Martin van Bruinessen kaleme aldı.
Bruinessen, kitapla ilgili şöyle diyor: "Ziya Gökalp'in ilginç ancak nispeten pek bilinmeyen Kürt aşiretleri çalışmasından yaklaşık yüz yıl sonra Yalçın Çakmak ve Tuncay Şur, Kuzey ve Güney Kürdistan'ın bazı önde gelen aşiretleri üzerine yapılan çalışmaların olduğu bu etkileyici çalışmayı derlediler. Bu kitapta derlenen makalelerin açıkça gösterdiği üzere Kürt aşiretleri tek tip olmadığı gibi bu aşiretlerin iç organizasyonları ve boyutlarla doğal çevre, kent ve devletle kurdukları ilişkilerin tabiatında da büyük bir çeşitlilik mevcuttur."
"Kürt Aşiretleri" kitabı 25 Kürt aşiretini gerek kendi tarihleri, gerekse tarihsel konumlanmaları çerçevesinde kapsamlı bir şekilde ele alıyor.
Kitabın içeriğini daha iyi anlamak ve aşiretlerin tarihteki misyonuna hızlıca da olsa bakabilmek için sözü Tuncay Şur ve Yalçın Çakmak'a bırakıyoruz.
Birlikte kaleme aldığınız sunuş yazısında Kürt aşiretlerinin önceki çalışmalarda tarih dışı, ahistoric bir bakışla ele alındığını söylüyorsunuz. Buradaki tarih dışılıktan kastınız nedir?
Ahistoric'ten kastımız çok temel olarak cari manada ele alınan bir olgunun köksüzleştirilerek ele alınması, başka bir ifade ile tarihin akışı ve oluşu içinde ona hususen bir yer atfedilmemesi yani kabaca olgunun "tarihi yokmuş" gibi değerlendirilmesi. Burada iki noktaya vurgu yapmak anlamlı olabilir.
Birincisi, devletin resmi tarih tezi aşireti ve özellikle politik sebeplerden kaynaklı Kürt aşiretlerini modern toplum projesi içinde bir anomali olarak değerlendirir ve kaçınılmaz olarak ıslah edilmesi ya da ortadan kaldırılmasını gerektiğini düşünür. Bu düşünce evreni içinde aşiret "gerici", "iptidai", "gayri medeni" gibi kategoriler vasıtasıyla anlamlandırıldığı için onu tarihin dışına atmak hem sembolik hem de pratik anlamda yok edilmesi için oldukça makul bir zemin yaratmakta. Tarihin tutuklanması ya da rehin alınması ve bunun üzerinden ona istediği gibi müdahale etmesi egemen olana sınırsız bir keyfiyet kanalı açar.
Kürt aşiretlerin dönüşümü
İkinci nokta ise aşiretin tarihin akışı içinde bir yeri olsa dahi bunun modern dönemle birlikte son bulduğu ve modern toplumun ve onun birimleri içinde aşiretin zorunlu olarak varlık sürdüremeyeceği fikrine dayanır. Bu fikir aşirete tarihin akışı içinde özgün bir rol atfetmez, aşiret ancak tarihin nesnesi ve modern öncesi dönemde "gerçek" öznenin kullandığı bir aparattır, kurucu ve bir unsur asla değildir ve modern toplumla birlikte varlık manasını yitirmiştir.
Birbirine oldukça yakın bu iki yaklaşımın aksine biz aşiretin, en azından Ortadoğu ve Kürt coğrafyası için, oldukça kurucu bir unsur olduğunu ve modern dönemde kendisini yeninden yapılandırarak varlığını sürdürdüğünü düşünüyoruz. 16. asırdan itibaren Kürt aşiretlerinin dönüşümü bunu açık bir biçimde gösterir.
İki imparatorluk arasında (Osmanlı ve Safevi) müttefik ve şaki olan Kürt aşiretleri aynı zamanda doğrudan aktör de olabilmekte. Öte yandan 18.ya da 19. asrın aşiretleri 20. asırda modern Kürt milliyetçi hareketinin taşıyıcılığını yapabilmekte, Kürt siyasal ve entelektüel dünyasının öncüsü olabilmekte.
Hayli detaylı bir çalışma olduğu için, yayıma hazırlama sürecinin de bir o kadar meşakkatli olduğunu düşünüyorum. Neydi sizi bu kadar dolu; ama bir o kadar da güç bir çalışma alanına çeken?
Bu çalışmalar esasında yıllar öncesine dayanan bir takım tartışmaların ürünü. Bu vesile ile ilk çalışmamız olan Kürt Tarihi ve Siyasetinden Portreler kitabımız ile Kürt tarihi ve siyasetine kişisel biyografiler vasıtasıyla bakmaya çalıştık.
Kürt tarihi açısından özellikle entelektüel biyografi çalışmalarının neredeyse yok denecek kadar az olması ve bireysel biyografilerinin tarih okumasında oldukça önemli bir yere sahip olması bizi bu çalışmayı yapmaya sevk etmişti.
Aktör, Müttefik, Şakî: Kürt Aşiretleri başlıklı bu çalışmayla da meseleyi bireysel biyografilerden çıkararak daha geniş bir toplumsal olgu olan aşirete yaydık. Zira aşiret Kürt siyasal ve içtimai yaşamında oldukça baskın bir rol üstlenmektedir. Bu bakımından bir önceki çalışma ile bu yeni çalışmanın birbirlerini belirli ölçüde tamamladıkları, en azından besledikleri, iddiasında bulunabiliriz.
Arşiv taraması
Bahsettiğiniz gibi bu tür çalışmaları hazırlamak oldukça meşakkatli, çünkü öncelikle gerek biyografik çalışmalarda gerekse onlarca aşiretin tekil olarak arkeolojisini yapmaya çalışmak sabır isteyen bir iş. Özellikle aşiret söz konusu olduğu zaman çoğunlukla arşive girmeden derli toplu bir malumat sahibi olmak mümkün değil. Bu kitaba katkı sunan değerli yazarların her biri oldukça zengin arşiv malzemesi kullanarak (Osmanlı, İran, Rus, Fransa, İngiltere arşivleri gibi) vücuda getirdikleri makaleler bunu açık bir şekilde göstermektedir.
Öte yandan arşivin kendisi de her şeyin başladığı ve bittiği yer değildir, vesikanın sorgulanması, daha açık bir ifade ile ona sosyal tarih perspektifinden bakılarak yorumlanması zorunlu olarak bir disiplinlerarasılığı da beraberinde getirmekte. Bu da her şeyden evvel bu alanda uzman kişilerle çalışmayı gerektiriyor. Öte yandan kolektif çalışmalarda her bir bölüm yahut makalenin birbirlerine karşı sorumlu olduğunu düşünüyoruz, bu sorumluluk kaçınılmaz olarak kitabın muhtevasına da yansıyor. Dolayısıyla müşterek çalışma yürütmek aslında bireysel sorumluluğu da aşan, her bir yazara, her bir metne karşı sorumlu olmayı beraberinde getiriyor.
Literatürdeki boşluk
Bizi bu alanlarda çalışmaya iten temel motivasyon kuşkusuz literatürde bir boşluğun olması, aynı zamanda da bu mülakat içinde de vurguladığımız gibi halihazırdaki az sayıda kıymetli çalışmalar dışında var olan yazının ne yazık ki tatmin edici olmaması. Hem Kürt coğrafyasında hem de Ortadoğu'da oldukça kuvvetli bir etkiye sahip aşiretler. Öyle ki her iki coğrafyada devrimler, sosyal hareketler ve hatta milliyetçi hareketler aşiret olgusundan bağımsız değerlendirilemez. Bu çalışma ile meslektaşlarımızın ve araştırmacıların ilgisini bu alana az da olsa celp etmeyi başarabildiysek ne mutlu bize.
Kitabın önsözünü kaleme alan Kürdoloji uzmanı Martin van Bruinessen, Ziya Gökalp'in "Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler" kitabından bahsediyor. Söz konusu kitap ve çalışmanız arasında ne tür farklılıklar var?
Gökalp'in profiline ve dönemin politik atmosferi içinde nasıl bir misyon üstlendiğine dikkat etmek gerekiyor. Gökalp, sadece İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin teorisyenlerinden biri değil, aynı zamanda modern cumhuriyetinde teorisyenlerinden biri.
Dolayısıyla kendisi de Kürt olan Gökalp'in Kürt aşiretleri üzerine oldukça erken bir tarihte yazdığı risale onu bu coğrafyanın ilk Kürdologlarından biri olarak değerlendirmemizi mümkün kılıyor. Öte yandan Gökalp'ın çalışması İttihat ve Terakki'nin aslıda 1915'ten sonra başladığı Kürdistan'ı tanımak için bilgi ve veri toplama misyonun Kemalist dönemle birlikte daha disiplinli ve ilmi sayılabilecek bir tür Kürdoloji'ye dönüşmesinin ilk emarelerinden biri.
Sayısız rapor
Erken cumhuriyet döneminde sıkça görüleceği üzere, Kürtlere ve Kürdistan'a dair bilgi edinme çabası sayısız raporun hazırlanmasını beraberinde getirmişti. Gökalp'in çalışmasının da aslında Rıza Nur tarafından kendisine verilen bir görev kapsamında hazırlandığını düşünürsek Gökalp'in çalışmasının bir misyon dahilinde yapıldığı açıkça görülür. Nitekim Gökalp çalışmasında Kürt aşiretlerinin çok boyutlu bir tasnifini yaparak bu aşiretlerin "bilimsel" metotlar vasıtasıyla nasıl Türklüğe temsil (asimile) edilmesinin yanıtlarını arar.
"Anti Kürdoloji"
Aşireti gayrı medeni ve terakki karşısında bir mani olarak gören Gökalp, bu "geri" toplumsal birimin modern bir toplum içinde nasıl ortadan kaldırılabileceğinin formülünü bulmaya çalışır. Şunu belirtmek gerekir ki burada devlet eliyle bir misyon dahilinde yapılan Kürdoloji, resmi Kürdoloji ya da M. Malmisanij'in tabiri ile "Anti Kürdoloji" zemininde vuku bulmakta. Çünkü modern cumhuriyet bir etnisite olarak Kürtlüğü kabul etmemekte ancak bunu bilimsel bir zeminde ortaya koyabilmek için zorunlu olarak bir tür Kürdoloji çalışması yapmak zorunda idi.
"Modern - anti modern zıtlığı üzerinden değerlendirmiyoruz"
Hülasa etmek gerekirse, ilk sorunuzla bağlantılı olarak Gökalp'in aşiretlere dönük görüşü onların tarihin bir aktörleri, hususiyeti olan birimler, kendi içinde katmanlı ilişkileri olan sosyal organizasyonlar olmaktan ziyade, modern toplum için bir tehlike, yara ya da hastalık olarak ve kaçınılmaz olarak modern toplumun organizmasından temizlenmesi gereken bir maraz olarak değerlendirir. Bizim çalışmamız ise tüm bunların anti tezi üzerine kurulu. Öncelikle biz aşireti modern - anti modern zıtlığı üzerinden ya da ona bir öz atfeden bir bakış açısından değerlendirmiyoruz. Aşiret, belirli bir siyasal, toplumsal ve iktisadi yapının bir ürünü olarak aktör, müttefik ya da şaki diye özetlediğimiz çok geniş bir varlık ve oluş yelpazesi içinde oluşan ve sürekli değişen bir olgu.
Kürt aşiretlerin devletle olan ilişkisinden ve bir ana eksenden bahsediyorsunuz. Nedir söz konusu ana eksen? Ve bunun tersine döndüğü örnekler var mı?
Elbette tersi örnekler var. Zaten Kürtler açısından gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet ile olan ilişkinin aktör, müttefik ve yine resmi söylemde şakî olarak kodlandığını ifade edebiliriz. Esasında kitabın baskısına yetiştiremediğimiz yakında çıkacak olan Margins of Allegiance and Revolt: Relations between Kurdish Tribes and the State from the Late Ottoman Period to the Early Modern Republic başlıklı ortak makalemizde de bunu genel hatlarıyla ele aldık. Kısaca bahsetmek gerekirse, Kürt aşiretlerinin hakimiyeti altında bulundukları devletlerle olan ilişkilerinin ana eksenini patronaj oluşturmaktadır.
Değişken akslar
Bilhassa Osmanlı ve Safevi imparatorlukları ile Kürt aşiretleri arasındaki ilişki önemli ölçüde bu temelde şekillendi, bu ilişki bazı devamlılıklar ve kırılmalar dahilinde cumhuriyet dönemine de aks etti. Kürt aşiretleri bir yanıyla kendi otonomileri içinde devletlerle mekânsal, tarihi, dini, politik ve iktisadi boyutlar taşıyan ve oldukça değişken akslara sahip bir ilişki kurdular. Başka bir ifade ile bir ana eksenden bahsetmek mümkün olsa da bu sabit ve kuralları olan bir ilişki olmadı hiçbir zaman, çünkü aşiretin yüzyıllar içindeki formu da değişti. Örneğin 17. asırda etnopolitik ya da teritoryal talepleri olmayan aşiretin, 20. asrın başında aynı zamanda politik bir organizasyona dönüşüp bahsi geçen taleplerle devletlerle ilişki kurduğunu görebiliyoruz.
Sizlerin ele aldığı aşiretlerden bahsedelim: "Şeyh/Şıh Hasan" ve "Bucaklar". Bucaklar, özellikle koruculuk sistemine katkıları ile biliniyor, Şeyh Hasanlılar ise otorite karşıtı tutumlarıyla. Bu iki zıt aşireti seçmenizin bir nedeni var mıydı?
Bilindiği üzere Bucak aşireti "ününü" Susurluk skandalı ile ortaya çıkan kirli ilişkiler silsilesine borçlu. Aşiretin devletle olan ilişkisi neredeyse mutlak bir sadakat ve bunun karşılığında mükâfat ilişkisine dayalı. İlginç olan bir nokta, Hamidiye Süvari Alaylarına dâhil olmak için çok çaba sarf etmelerine rağmen Alaylara alınmayan aşiret (aşiretin Alaylara dâhil olduğuna dair literatürde sürekli tekrarlanan bir yanlış bir bilgi dolaşmakta) koruculuk sistemine çık hızlı entegre olup neredeyse sistemin taşıyıcılığını yürüterek bir tür tarihsel rövanş alır. Hamidiye Alayları gibi paramiliter bir organizasyon olan Koruculuk sistemi de beraberinde çok katmanlı hukuk dışı bir rejim inşa etmekte.
Bucaklar'ın rolü
Bucaklar da bu rejimin özellikle 90'lı yıllarda en önemli aktörlerinden biri. Ancak şunu da belirtmek gerek ki aşiret de kendi içinde mutlak bir ahenge sahip bir organizasyon olmayıp tarihsel serüvende kendi içinde fragmante olabilmekte ve farklı politik ilişkiler içine girebilmekte. Bucaklarda da bunu görmek mümkün. Bucaklar imparatorluktan modern cumhuriyete devletle sadakat ve mükâfat ilişkisi içinde olmalarına rağmen aşiretin bir kolu da Kürt milliyetçi hareketi ile ilişkili.
Kendine has bir görünüm
Şeyh Hasan Aşireti ise Osmanlı egemenliğine giriş ile beraber adından sürekli şekavet ve otorite tanımaz davranışlarıyla bahsettiren bugünkü Dersim'in Batı yakasına düşen aşiretlerin üst, çatı yapısı. Zaman içerisinde bu yapı bağımsız birçok aşirete bölünür. Bu aşiretlerin Osmanlı ile ilişkileri sahip oldukları Kızılbaş inançlarından tutun da meskûn oldukları Dersim'in coğrafi yapısından kaynaklanan bir dizi faktörün etkisiyle kendine has bir görünüm arz etmekte. Fakat bilhassa Tanzimat ve sonrasında bu ilişkinin daha komplike ve yer yer devletle diyaloğa varan boyutları da içine alan bir merhaleye evrildiği görülüyor. Ama her ne kadar böyle olsa da diğer Dersim aşiretleri kadar Şeyh Hasanlılar da Osmanlı'nın olumsuz algı ve müdahalelerinden sıyrılamayacaktır ki bunun da zaten yine onların da daha çok otorite tanımaz davranışlarıyla yakın bir ilişkisi söz konusu.
Tesadüf değil
Benzer durum, henüz Cumhuriyet kurulmadan evvel Millî Mücadele denilen arafta da Şeyh Hasanlıların etkisini göstermekte ki mesela 1920'deki 1. Mecliste Dersim'i temsil eden 6 mebustan 4'ü Şeyh Hasanlı aşiretlerine mensup iken (Diyap Ağa, Binbaşı Hasan Hayri Bey, Yüzbaşı Ahmet Ramiz ve Mıço ağa) sonrasında ve günümüze değin gelen süre zarfında neredeyse yüz senedir hiçbir Şeyh Hasanlının Dersim mebusu olarak meclise giremediğini görüyoruz. Bu bizce üzerine düşünülecek ve tesadüf olarak da görülemeyecek bir durum.
Kürt aşiretlerin Osmanlı idaresine bir tür primus inter pares statüsüyle dâhil olduklarını söylüyorsunuz. Nedir bu statü?
Esasında bu statü ile kastımız Osmanlının neredeyse yıkılışına değin "Kürdistan" olarak nitelendirdiği ve 19. yüzyılın ikinci yarısına değin "yurtluk-ocaklık" ve "hükûmet" sistemi ile yönettiği bölgenin farklı bir idari "yönetimsellik" pratiğine ışık tutmaktır. Yoksa elbette ki Osmanlı sultanı Kürt Bey ve Mirlerinin üzerindeydi. Yani Avrupa feodalitesindeki klasik kral ve Vassal ilişkisinden bahsetmiyoruz. Başka bir ifade ile esasında Osmanlı idari yapılanmasında Kürt beylerinin diğer bölgelerdeki idarecilere nazaran özerk bir yapıda olması yani klasik Tımar sistemi üzerinden sağlanan merkezi idari taksimatın dışında bir farklı idari statüye sahip olmaları. Bu da esasında merkezden uzak bazı eyaletler için söz konusu olan bir durum. Bundandır ki Bedirhan Bey isyanı ve sonrasında "Kürdistan'ın yeniden fethi ve teshirinden" bahsedilir.
Yeni bir çalışmanız söz konusu mu?
Evet. Bu serinin üçüncü halkası olarak Kürt tarihinde siyasal düşünceler ve ideolojilere odaklanan bir çalışma hazırlıyoruz. Yeni çalışma bir düşünce tarihi çalışması olacak. Çok teşekkür ederiz.
Kitaba katkı sunan isimler: Suavi Aydın, Ali Haydar Bektaş, Burak Bektaş, Hasan Biçim, Hamit Bozarslan, Serhat Bozkurt, Safiye Ateş Burç, Yalçın Çakmak, Ercan Çağlayan, Gökhan Çetinsaya, Erdal Çiftçi, Berhan Aren Çoban, Fasih Dinç, Mehmet Rêzan Ekinci, Kamil Fırat, Mehmet Fiğan, Suphi İzol, Hakan Kaya, Yener Koç, İsmet Konak, Orhan Örs, Tuncay Şur, Gültekin Uçar, Sedat Ulugana, Martin van Bruinessen, Hiroki Wakamatsu ve Lale Yalçın-Heckmann. |
Kürt Aşiretleri / Aktör, Müttefik, Şakî
Derleyenler: Tuncay Şur, Yalçın Çakmak
Editör: Kıvanç Koçak
Kapak: Suat Aysu
İletişim Yayınları
2022
Tuncay Şur Ecole des Hautes Etudes en Sciences Social (EHESS-Paris) Siyaset Bilimi Bölümü'nde doktora öğrencisi. Türkiye'de Legal Kurdî Siyaset, Dahil Olma Arayışı ve Sistematik İnkar (Ütopya Yayınları, 2016) kitabının yazarı, Kürt Tarihi ve Siyasetinden Portreler (İletişim Yayınları, 2018) kitabının (Yalçın Çakmak ile birlikte) derleyeni. 19. ve 20. yüzyıl Osmanlı-Türkiye tarihi, Türkiye'de ve Ortadoğu'da Kürt meselesi gibi konular çalışma alanları arasında. Yalçın Çakmak Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. 2013-2018 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü, 2019 yılından itibaren de Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. 2019 yılında Tarih Vakfı Mütevelli Kurulu üyeliğine seçildi. Kızılbaş/Alevilik, Bektaşilik, Türkiye'de dinî ve etnik gruplar başta olmak üzere dinler tarihi, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi dinî, toplumsal ve siyasal yaşam çalışma alanları arasında. |
(TY)