Halkların Demokratik Partisi Onursal Başkanı, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Onursal üyesi Ertuğrul Kürkçü, 31 Mart 2019 Yerel Seçim sonuçlarını değerlendirirken AKP’nin meşruiyet zemininin daraldığını söylüyor.
Kürkçü’ye göre büyükşehir belediyelerinde tek tek her muhalif adayın karşısına kendisini ortaya koyan Recep Tayyip Erdoğan seçimin ilk kaybedeni. En büyük kayıp ise büyük bütçesi ve mali hacmi nedeniyle İstanbul’daki yenilgileri oldu.
“Demokrasinin kazanması için taktik amaca kanalize edilen oy” kullanan seçmenlerin belirlediği seçim sonuçları Türkiye için yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor. Kürkçü bunu “Muhalefet esasen parlamento ve yerel yönetimlerin dışından sürecek. Artık toplumsal muhalefetin sahne alacağı bir döneme giriyoruz” diye açıklıyor.
Ertuğrul Kürkçü seçim sonuçları ve önümüzdeki dönem için sorduğumuz sorulara şöyle yanıt verdi:
31 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarına genel olarak baktığınızda ilk yorumunuz ne olur? Ya da kısaca kim kaybetti? Bunu soruyorum çünkü tüm büyükşehirleri kaybetmesine karşın Erdoğan kazandığını söylüyor.
Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) yerel seçimlere yönelik taktiği büyük ölçüde tutmuş, olumlu sonuçlara hayati katkı yapmış görünüyor. “Kürdistan’da kazanmak, Batı’da kaybettirmek” taktiği Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) Kürdistan’da çok önemli kayıplar verdirdi. Gerçi HDP’nin de kayıpları var ama kısa vadede iktidar mücadelesi bağlamında belirleyici olan Batı’daki sonuçlardı. HDP’nin aday göstermediği yedi kentin tamamında AKP’nin karşısındaki ilk parti kazandı. Dolayısıyla basit bir hesapla 32 milyon kişi daha AKP’nin yerel yönetim alanından çıkmış oldu.
Bu AKP için çok önemli bir yenilgi. İki sebeple: Birincisi siyasi olarak, inşa halindeki diktatörlük rejiminin meşruiyet zemini daraldı ve AKP’nin rıza üretmekte son derece büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya olduğu ortaya çıktı ve esasen de toplumsal rızaya sahip değil. İkincisi; AKP’nin kısa vadeli siyası ihtiyaçları açısından İstanbul’un kaybı yaşamsal. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin (İBB) bütçesi 46-47 milyar lira; çekip çevirdiği rant ise trilyonlarla hesaplanıyor. İBB, AKP’nin ve AKP ile yükselmiş olan sermaye gruplarının en önemli finans ve rant regülatörüydü. Öte yandan kitle seferberliği bakımından da muazzam bir alan İstanbul. Bu nedenle ayak diriyorlar.
Gözle görünür ilk sonuç AKP’nin tüm metropollerde kaybettiği; taşraya ve küçük şehirlere sıkıştığı; Kürdistan’da ise ancak silahlı kuvvetlerle kazanabildiği. Bunların gösterdiği özgül bir başka sonuç ise Tayyip Erdoğan’ın şahsi bir yenilgi aldığı. Tüm büyük şehirlerde muhalefetin başkan adaylarının karşısına kendisini koydu. Ankara’da seçimi Mansur Yavaş mı, Mehmet Özhaseki mi diye değil, Mansur Yavaş mı Tayyip Erdoğan mı, diye kurguladı kampanya boyunca. İstanbul’da da Ekrem İmamoğlu mu, Tayyip Erdoğan mı oldu soru. Sonuçta her bir büyükşehir belediye başkanı tarafından ayrı ayrı yenilmiş oldu. Tüm yumurtalarını bir sepete doldurarak girdiği seçimde şaşaayla kurgulamaya çabaladığı “başkanlık” statüsünü de ayağa düşürdü. Erdoğan bir politikacı olarak artık düşüşün başlangıcındadır. Genel tablo budur.
AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası yaptıklarını biliyoruz. 31 Mart'ta da devlet halka karşı aynı şekilde seçime girdi. Devlet aklı bu sonucu kabul etmemek isteyecektir. Kendilerince dayanak noktası olarak gördükleri yer İstanbul. Burada bir maraza çıkartma ihtimalleri var. Ancak bu kez karşılarında daha örgütlü, kararlı ve direngen bir yerel yönetim inisiyatifi direniyor. Kaldı ki, hiç bir sağlam itiraz ve argümanları yok, başvuruları somut değil. O yüzden AKP cenahında birlik değil dağınıklık ve kararsızlık var. Bu tablonun nasıl şekilleneceği birkaç gün içinde anlaşılacak.
Muhalefetin yeni siyeseti
AKP’nin farklı isimleri adaylar ve il yöneticileri dün öğle saatlerinden itibaren basın açıklamaları yaparak oyların yeniden sayılması gerektiği, hile, kaydırma yapılığı gibi iddialar öne sürüyor. Seçimde alınan sonuçların AKP içinde etkisi sizce nasıl oldu?
Bu sonuçlar AKP içinde yeni bir gerilime neden olmuş görünüyor. “Bırakalım gidelimci”ler ile “Ne pahasına olursa olsun kalalımcılar” arasında bir gerilim olduğunu görüyoruz. Tayyip Erdoğan ikinci kanatta. Fakat sonunda hakem rolünü oynama fırsatını elinden kaçırmak istemediği için de sesini çıkartmıyor görünüyor. Ama il başkanının ve yandaş medyanın bu fantastik argümanları ondan habersiz sürdürdüklerini düşünmek akla uygun değil.
Sonuçta 7 Haziran 2015 Seçimi sonrası başlayan darbe süreci bütünü itibariyle 31 Mart 2019’da büyükşehirlerin ve Kürdistan’ın dalgakıranına çarparak tersine dönmüş görünüyor. Bundan sonrası muhalefetin bütünleşik, yeni bir siyaset çizgisi izleyip izleyemeyeceğiyle ilgili.
Genel seçimlerde HDP’nin meclise girebilmesi için oy veren seçmenler oluyordu; bu seçimde HDP’li seçmen özelikle batı illerinde AKP’nin karısındaki güçlü belediye başkanı adaylarına oy verdi. Siyaseti oylarını kaydırarak yapan bir profil oluştu yıllar içinde. Buradan bir muhalefet biçimi ya da siyaset pratiği doğabilir mi?
Önümüzdeki dönem muhalefet esasen parlamento ve yerel yönetimlerin dışından sürecek. Artık toplumsal muhalefetin sahne alacağı bir döneme giriyoruz. Eldeki takvime göre beş yıl boyunca sandık kurulmayacak. Erken seçim olup olmayacağını göreceğiz.
Seçim hayhuyu içinde üzerinde çok durulmadı ama Kılıçdaroğlu AKP’ye açık bir çek verdi: “Erken seçim istemeyeceğiz” dedi. Ancak yerel seçimler, hiçbir manada yerel değildi. İktidarın da baskısıyla bir çeşit referandum mahiyeti kazanmıştı. Siyasetin büründüğü bu boyutlardan geriye yerel ölçeğe dönülmesi bence söz konusu değil. Seçim sonuçlarına göre halk ile meşruiyet ve rıza zemini daralmış AKP arasındaki gerilim sürecek. Ancak partiler siyasetinden çok toplumsal siyaset öne çıkacak. Bu noktada esasen HDP’nin rolünün belirginleşeceğini düşünüyorum. Tabanda toplumsal bloklar arasında oluşmuş olan mutabakat ve ittifakların karşılık bulmasını bekliyorum.
"8 Mart örneği"
Ne demek istiyorum? Çok basit bir örnek: 8 Mart’a bakalım. Kadın mücadelesinin çok değişik damarlarından, sayısız katmanlarından gelen farklı dinamiklerin diktatörlük karşısında ne kadar güçlü bir toplumsal blok oluşturduğunu gördük. Bu politik alanın -yani partiler ve siyasi kurumlar- dışında oluşmuş bir bloktu. Ama politika dışı değildi. Bu toplumsal olanın politikleşmesiydi. Şimdi de politik olanın toplumsallaşmadıkça yol alamayacağı yepyeni bir dönem geliyor. Burada "oy verdim oy aldım"dan çok, yeni toplumsal direnme ve dayanışma biçimleriyle iktidarı parlamento dışından “nasıl kuşattık, nasıl dayanıştık” meselesi ön plana çıkacak. Bu manada toplumsal mücadelede ve tarzı siyasette yepyeni bir dönemin eşiğindeyiz.
Tayyip Erdoğan önümüzdeki beş yılı seçim, sandık sorununun yaşanmayacağı diktatörlük inşası dönemi olarak karşılıyordu -kazansaydı tabii! 31 Mart seçim sonuçları bizlerin önünde de ekonomik, sınıfsal, kültürel mücadelelerin yurttaş ve insan hakları mücadeleleriyle eklemlendiği karmaşık, girift, çok damarlı, çok katmanlı bir halklar bloku inşası dönemini açtı.
"Demokratik rejimin yeniden kuruluşu"
Toplumsal hareketler tamam ama bir yanda katılaşmış siyasi parti yapıları da var. CHP toplumsal blokların taleplerini karşılayabilecek bir özelliğe sahip mi?
Partiler tabii ki önemli. Ama partiler arası ilişkiler yekpare ve yeknesak olmayacak. Örneğin CHP’nin merkez unsurlarıyla tabandaki genç, enerjik özgürlükçü ve demokratik kesimler arasında bir istikamet farkı oluşacak. Bu insanlar, dönemi, Kılıçdaroğlu’nun kastettiği gibi “tamam belediyeleri aldık, dönelim yerellerimize” diye karşılamayacaklar. Son yirmi yılda yaşadıkları kayıpları telafi edecek yeni toplumsal ortaklıklar arayacaklar. HDP de burada siyasetin toplumsallaşmasına yardımcı olacak yeni yapılar inşasına girişecek. Tabii ki gün gelip bir seçim gündemi oluştuğunda tüm bunları yeniden değerlendireceğiz.
Ama şu var, tüm siyasi partiler olgunlaştı. Müşterek bir asgari hedef belirlendi: Diktatörlük inşasına son verilmesi ve siyasetin halk temsilcileri eliyle yürütüldüğü parlamenter demokratik rejimin yeniden kuruluşu. Bu hedefler doğrultusunda diğerkâmca davranışlar geliştiren siyasi partiler var: HDP ve bileşenleri örneğin. Bu açıdan seçimlerde örneğin HDP veya CHP lehine yer değiştiren oyları “yüzen, gezen oy” olarak değil, “demokrasinin kazanması için taktik amaca kanalize edilen oylar” şeklinde adlandırırım. Öyle bir pratik ki bu, her seçimde oluşan yeni denklemde üzerine düşen görevi yapmak için mührün vurulacağı yeri yeniden belirleyen, takıntılardan özgürleşmiş yepyeni bir politik kültür doğdu. Bu olgun bir ittifak pratiği ve titizlikle uygulanınca nasıl sonuçlar verdiğini hep birlikte görüyoruz.
"Ortaklaşma ruhunun değerini bilelim"
Pratikten devam edelim. Önümüze konulan pratik bir sorun olduğu için soruyorum. Seçim konuşmaları boyunca AKP sözcüleri gerekirse yeniden kayyum atanacağını söylediler. Bu sonuçlardan sonra AKP’nin böyle bir gücü kaldı mı?
Tayyip Erdoğan’ın seçimden önce yaptığı bu tür açıklamalara siyaset biliminde “voter intimidation” deniyor; seçmen ürkütme, seçmen kaçırtma diye çevirebiliriz. Böyle bir taktik bu. Ama bu, Tayyip Erdoğan’ın lafını ettiği ve hiç yapmayı düşünmediği bir şey değil. Çünkü OHAL dönemi pratiklerinin İç Güvenlik yasası ile tahkim edildiği haliyle mevzuat buna cevaz veriyor. Öte yandan yerele düzülen bütün methiyelere rağmen belediye başkanlarının hukuki statüsü mevzuat karşısında İçişleri Bakanlığının “seçilmiş memurluğu” olarak özetlenebilir. İçişleri Bakanlığı “gördüğü lüzum üzerine” belediye başkanlarını her an görevden alabilir. Arada bir yargı faslı var ama yargı artık doğrudan Saray’a bağlandığı için bu da önemsiz. Şu halde Belediye Başkanlarını pekala görevden alabilirler, buna kabiliyetleri ve hırsları var.
Peki yapabilirler mi? Soru bu. Kısa vadede şöyle işleyecek: Muhalefet belediyeleri yönetirken merkezle çatışmayı ya da uzlaşmayı seçmek durumunda kalacak. Seçim daha bitmeden İstanbul’da yaşattıklarından anlıyoruz ki, seçimi kaybetseler de İstanbul’a musallat olmaya devam edecekler. Ama hemen yarın böyle bir hamle beklemem. Tayyip Erdoğan’ın bahsettiği GBT’lerin Kürdistan’daki belediye başkanları için bile çalışacağını düşünmüyorum. Çünkü halen yürürlükte bir mevzuat var ve HDP adaylarını bu mevzuat, seçilebilir kıldı.
Tabii Tayyip Erdoğan’ın ve İçişleri Bakanlığının tüm bu mevzuatı hiçe sayarak hareket etmesi de pekala mümkün; işte o durumda seçmene rol düşecek. Seçmen seçtiği belediye başkanlarına sahip çıkacak mı ya da bunu mümkün kılacak bir taban hareketi örülmüş olacak mı sorusu önem kazanacak. Her şekilde bizleri zorlu mücadelelerin beklediği yeni bir döneme giriyoruz. Elde edilmiş olan bu yeni ortaklaşma ruhunun kıymetini bilelim. (HK)