Halkların Demokratik Partisi (HDP) Onursal Başkanı ve İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ile Kürt sorunu çerçevesinde gelinen son noktayı konuştuk.
Kürkçü’ye yeni anayasa, dokunulmazlıkların kaldırılması tartışmaları, Kürt kentlerinde süren çatışmaları sorduk.
Dokunulmazlık tartışmalarıyla ilgili “Her kuşun eti yenmez” diyen Kürkçü, yeni Anayasa'yla ilgili görüşlerini paylaşmak istediklerini ama Anayasa komisyonu için yanlış mevsim olduğunu ifade ediyor.
“Darbe döneminde yapılan nasıl darbe anayasası olduysa, savaş döneminde yapılan da savaş anayasası olur” diyen Kürkçü, her şeyden önce çatışmaların sona ermesi gerektiği görüşünde.
“Savaş varken savaş anayasası yapılır”
AKP, CHP ve MHP ile yeni anayasa için görüşmeleri tamamladı. Üç parti Meclis’te anayasa komisyonu kurulması konusunda mutabakata vardı. Ancak HDP ile bu çerçevede herhangi bir görüşme gerçekleşmedi. Başbakan Davutoğlu, HDP’den randevu talep ettiklerini ama sizin aynı ciddiyetle yaklaşmadığınızı söyledi.
AKP'nin anayasa görüşmesi başvurusunu ciddiye almadığımız, geri çevirdiğimiz doğru değil. Her koşul altında anayasa veya toplumu ilgilendiren bir mesele söz konusu olunca biz hiç bir şey yapmasak bile görüşlerimizi ifade etmeyi doğru buluyoruz. O nedenle biz ciddiyetle yaklaştık.
Ancak bu süreçte AKP'yi aşan bir müdahale söz konusu oldu. Özellikle Kürdistan'da sürüp giden kuşatmalar ve halka yönelik saldırılar karşısında HDP'nin kararlı bir tutum alması, Tayyip Erdoğan müdahalesine yol açtı.
Erdoğan'ın baskısıyla olmayacak şeyleri, örneğin Sırrı Süreyya Önder'in “çayımızı içerler” sözlerini bahane ettiler. Ancak hem Önder'in söylediği ondan ibaret değildi. Hem de Önder partinin yöneticisi değil ve parti genel merkezi adına konuşmuyor.
Dolayısıyla HDP'yi siyasi denklemin dışına çıkartmak için sudan bir Erdoğan müdahalesiydi. Her şeye rağmen biz anayasa süreciyle ilgilenmeye devam edeceğiz.
HDP, anayasa komisyonunda yer alacak mı? Yeni anayasa yapım aşamasında duruşunuz nasıl olacak?
Şu an Türkiye'de bir savaş cereyan ediyor. Bizim anayasaya sokulmasını istediğimiz hükümler, seçim bildirgemizde ve programımızda yer alan öz yönetim yaklaşımı şu an bir tabu halinde ve bunu ifade ettiğimiz için dokunulmazlığımızın kaldırılması, tutuklanmamız istenirken hangi koşullar altında bu anayasa müzakeresini sürdüreceğimiz belirsiz.
O nedenle her şeyden önce savaş halinin ve bunun yol açtığı gerilimlerin son bulması lazım. Nasıl darbe koşullarında darbe anayasası yapıldıysa, savaş halinde de savaş anayasası yapılır.
Şu an devletin silahlı güçleri "çöktürme" adını verdikleri bir güvenlik harekatı yürütüp, bu harekat içinde 10-15 bin insanın canını almayı planlıyor.
Çöktürme planı
Çöktürme adlı güvenlik planını biraz açar mısınız?
Güney Kürdistan'dan yayın yapan Nerinaazad sitesinden bir yazar bu planın genel hatlarından söz eden bir makale yazdı. Bu konuyu hemen bir soru önergesiyle Başbakan'a sordum, Dersim milletvekilimiz Alican Önlü de aynı doğrultuda bir soru önergesi sundu. Hükümet tarafından ne doğrulandı, ne yalanlandı.
Bu haberde kamu Güvenliği Müsteşarlığı tarafından hazırlanan ve Genelkurmay'ın harekat planlarını yaptığı, ordu ve polisin ortak harekatını kapsayan bir yoketme harekatının Eylül 2014'te uygulamaya sokulduğunu, ve Sri Lanka'daki Tamil Kurtuluş Cephesi'ni bastırma harekatından esinlenen bu plan kapsamında 300 bin insanın yerinden edileceği, 15 bin insanın öldürüleceği, 7-8 bin kişinin hapsedileceği iddiası yer alıyor.
Eğer bu plan doğruysa nasıl olacak da toplumsal uzlaşmayla anayasa yapılacak?
“Asıl Erdoğan her gün anayasal suç işliyor”
Bazı HDP'lilerin anayasal suç işlediği iddia ediliyor ve dokunulmazlıkların kaldırılması gündemde. Erdoğan da anayasal suç işlendiğini söyledi. Sırrı Süreyya Önder ise T24'te Hazal Özvarış’a verdiği söyleşide dokunulmazlıklar kalkacak cezaevine gireceğiz diyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hiç kimse mücadele etmeden hayatını ve özgürlüğünü katillere ve zindancılara teslim etmez. Elbette hakkımız olan her şey için mücadele edeceğiz.
Tayyip Erdoğan ise ne dediğini bilmeyen bir şaşkın. Ama onun laflarını hiç tartışmadan sütunlarına, manşetlerine, yorumlarına taşıyanlar ondan daha şaşkınlar. Anayasa suçunu herhangi bir yurttaş ya da parlamenter işleyemez. Anayasa suçu ancak anayasayı icra yetki ve gücünü elinde bulunduranlarca işlenebilir.
Anayasa suçunu Tayyip Erdoğan her gün işliyor. Mevcut anayasa cumhurbaşkanını partisiz, dolayısıyla siyaseten sorumsuz kılıyor ve devlet adına bütün partilere eşit mesafede yetkilendiriyor. Erdoğan ise cumhurbaşkanlığının sağladığı koruma içerisinde siyasi sorumsuzluğu kendisine kalkan yaparak partisine ve kendisine siyasi alan açmak için her gün devlet gücünü kötüye kullanıyor, anayasayı ihlal ediyor. Bu herşeyden önce ahlaksızca birşey. Şuna benzer: Tarlayı beklesin diye bekçiliğe alınan birinin, tarla sahibini o silahla rehin alıp, evine yerleşmesi, ev sahibini de hizmetine koşması gibi birşey. Kaldı ki kendisi de açıkça ifade ediyor: "Ben Anayasaya uymuyorum siz Anayasayı bana uydurun" diye. Asıl anayasal suç budur.
Bizim yaptığımız ise programımızdaki özyönetim ve demokratik özerklik talebini ifade etmek. Buna çok yakın formüller, AKP'nin idari reform paketinde de yer alıyordu; biz de kendi programımızda, seçim bildirgemizde yer verdik. Üstelik hepsi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın denetiminden de geçti.
Peki, nereden çıktı şimdi “anayasal suç”?
Asıl mesele AKP'nin sürdürdüğü gayrinizami savaşa gerekçe uydurma arayışıdır. NATO'nun ikinci büyük ordusu, Ortadoğu'nun en büyük polis teşkilatı, 18-20 yaşındaki gençlerin direniş hareketi karşısında kilitlenip kalmışlardır.
Bu durum itibarlarını ve iktidarlarını tehdit ediyor. Bunun yol açtığı bir kriz var. Bu girişim, bizim söylemlerimizin içeriğiyle ilgili değil; bu krizi aşabilmek, direniş saflarında moral bozukluğu yaratmak, kendi saflarında bir tür yeni heyecan yaratmak amacıyla girişmiş oldukları bir tertipten ibaret. Direnenlere "seçtiğiniz vekilleri esir alacağız" diyorlar özetle.
Yoksa özyönetim deklarasyonunda olup da bizim Meclis'te söylemiş olmadığımız hiçbir söz yok. İfade özgürlüğümüz de olmayacaksa ne diye milletvekilliği dokunulmazlığına sahip olacağız ki.
Kaldı ki, baştan beri söylüyoruz: Kürsü dokunulmazlığı dışında her türlü dokunulmazlık kaldırılsın. O zaman görsün herkes AKP'nin hırsızları kim biz kimiz, kim çalmış kim özgürlüğe çağırmış. Çok memnun oluruz.
“Dokunulmazlık tehdidi ilk kez karşımıza çıkmıyor”
Dokunulmazlıkların kalkması, partinin kapanması veya vekillerin hapse girmesi gibi bir tablo ortaya çıkarsa…
Oraya çok yol var. Bu tehdit ilk defa karşımıza gelmiyor. Biz bunu 2011'de ve 2012'de de yaşadık. Her seferinde de olmayacağı görüldü.
Dokunulmazlıklarla ilgili hiç bir parti grup kararı alamaz. Hangi irade bu kararı alacak da Meclis'te Meclis Başkanlığı dışında böyle bir işlem başlatacak?
Teamül bellidir. Dosyalar gelir, dönem sonuna kalır, dönem sonunda milletvekillikleri sona erdiğinde insanlar mahkeme önüne çıkarlar.
Teamüller bazen zorlanabiliyor...
Göreceğiz. Her kuşun eti yenmez. O öyle istenilir ama öyle olmaz. O nedenle bu meseleyi tartışır, görürüz. Biz, gelirsek eğer, o noktaya geldiğimizde Türkiye'de çok fazla şeyin değişmiş olduğunu göreceğiz.
Hendek siyaseti yapmakla suçlanıyorsunuz? Mesele hendekler mi, hendekler ortadan kalkarsa şiddet duracak mı?
İnsanları öldürme ve yerinden etme planı eğer gerçekse, o zaman vatandaşlar kendilerini korumak için bırakın hendeği, kentlerinin etrafına sur çevirseler yeridir diyebiliriz.
Başbakan 2013 Ekiminde 12 ilçeyi hedeflerine koyduklarını açıklamıştı. 2013 Ekiminde müzakereler yeni başlıyordu. Batıda herkes ağzı açık havaya bakarken, bunlar müzakere sürecini halka karşı bir saldırı süreci olarak değerlendirmişler ve halk da niyeti anlayınca kendince önlemler almaya çalışmış.
Sebep ve sonuç arasında doğru ilişki kuralım. Bütün bu çatışma ve tartışma hendekler açıldığı için olmuyor, hendekler devlet hiç bir zaman çözüm ve ortak yaşam hedefine yaklaşmadığı, halka karşı katliam planlarıyla yaklaştığı için savaş ortamı doğduğunda açılıyor.
Hendeklere takılarak meseleyi çözemeyiz. Hendeğe gelinceye kadar, savaş silahla yapılıyor. Elinde silah olan güçle tartışıyorsunuz. Elinde silah olan güçle müzakere yürütmeye girişenlerin şimdi ‘ama hendek var’ demesinde ne tutarlılık olabilir?
Hendekten önce silah var. Demek ki, çatışma-savaş hali olduğunu kabul ediyorsunuz ki, müzakere ediyorsunuz, barış arıyorsunuz.
Şu an yapılabilecek tek şey, çatışma dinamiklerini söndürmek ve görüşme alanını açmak.
“Hiçbir belediye direnişçilere iş makinesi vermiyor”
Çatışmalar dört beş merkezde devam ediyor. Kürt siyasi hareketinin güçlü olduğu diğer yerlerde ise bir sessizlik hakim. Bu durumu nasıl değerlendirebiliriz? Mesela bugün Star gazetesi Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık ve Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk'ü örnek göstererek "Halkçı HDP'liler" manşetini kullandı. İki belediyenin direnişçilere iş makineleri vs. vermediğini söylüyorlardı... Durum böyle mi?
En bayağı tezgah. Ne Ahmet Türk ne de Sırrı Sakık bu gaza gelir; ne de halk onları kendi gözünde değersizleştirir.
Aslında hiç bir belediye iş makinelerini direnişçilere vermiyor. Halk ayağa kalktığı yerde iş makinelerini de kendisine gerekli gördüğü başka şeyleri de alıyor.
İdil'de, Silopi'de, Cizre'de, Şırnak'ta her yerde kendi gözümle gördüm. Sağlık Bakanlığı'nın ambülanslarını da, Telekom'un nakil araçlarını da almışlardı. Şimdi Telekom veya Sağlık Bakanlığı direnişçilere araç verdi mi diyeceğiz?
Öte yandan direnişçilerin hendek açması için iş makinesine de ihtiyaçları yok. Tek bir kilit taşı söküldüğünde bütün yol hızla bir barikata dönüşebiliyor.
Başka ilçelerde böyle davranışların olmaması, hiçbir zaman olmayacağı anlamına gelmez. Her kentin, ilçenin kendi öz dinamikleri var. Bunların kaynama noktaları arasındaki farklar, oradaki yapının elverişliliği ya da elverişsizliği neyin olup neyin olmayacağını etkileyebilir.
Buna halk kendisi karar veriyor. Ama hendeklerin olmadığı yerlerde "özyönetim talepleri desteklenmiyor" diye düşünmek Kürt halkının hakikatinden hiç bir şey anlamamak demektir. (EKN)