Fransız film yapımcısı Philippe Diaz, New York'ta gösterilme giren aydınlatıcı belgeseliyle bizi küreselleşmenin Amerika kıtasının İspanyol ve Portekiz işgalleriyle 500 yıl once başlayan tarihine taşıyor. Diaz sömürgeci Kuzey Amerika'nın kendi sanayi temelini inşa etmekk için Güney'in kaynaklarını nasıl kullandığını ve kaynaklar, küresel ticaret ve borçlanma kuralları üzerindeki denetiminin kalkınmakta olan ülkelerin yoksulluğa so vermesini nasıl önlediğini gösteriyor.
Diaz belgeselciliğe başlamadan önce "Kötü Kan" (Bad Blood) ve "İçerideki İnsan" (The Man Inside) gibi dramatik filmler yapmıştı. Sierra Leone üzerine yaptığı "Afrika'daki İmparatorluk"u (The Empire in Africa) izleyen son yapıtı "Yoksulluğun Sonu mu ?" (The End of Poverty?) Diaz'ın bugüne değin çektiği en çarpıcı filmi. Diz'ın belgeseli 2008 Cannes Film Festivali'nde eleştirmenler özel ödülünü almıştı.
Filmde görüşlerine başvurulanlar arasında Nobel ekonomi ödülü sahipleri Amartya Sen ve Joseph Stiglitz; yazarlar Susan George , Eric Toussaint, John Perkins, Chalmers Johnson, William Easterly ve Bolivya başkan yardımcısı Alvaro Garcia Linera ile Bolivya, Brezilya, Venezüella, Kenya, ve Tanzanya'dan toplumsal muhalefet liderleri var. Filmi ABD'li oyuncu Martin Sheen seslendiyor.
Herşey 1500'de başladı
Filmin adının iktisatçı Jeffrey Sachs'ın -aynı adlı ama soru işareti olmayan- kitabına bir gönderme olduğunu söylüyor Diaz. "Sachs Bono ile dünyayı dolaşıp eğer sivrisinekler karşı cibinlik ve gübre kullanırsak bize yoksulluğun son bulacağını anlatıyor."
Diaz Sachs'ın kitabının Bolivya'nın ekonomik sıkıntılarını ülkenin denizden aşırı yüksek oluşuna bağlamasıyla alay ediyor. 30 yıl önce Sachs'ın Bolivya hükümetine her şeyi özelleştirmeleri tavsiyesinde bulunduğunu anımsatıyor, bugün ise ülke esas olarak yabancı şirketlerin elinde.
Bolivya su bakanı Abel Mamani, filmde "Demiryollarına gelince, özelleştirilir özelleştirilmez ortadan kayboldular," diyor. "Ülkenin doğusunda artık tren yok. Tümüyle sökülüp atıldı."
Sinemacı Diaz "her şey 1500'de başladı," diyor. "Avrupa kendi dışına taşarak, Latin Amerika, Afrika ve Asya'dan alabileceği her şeyi, toprağı ve bütün kaynakları almaya başladığı zaman. Toprağı ellerinden alırsanız insanlara yaşamak için emeklerini gıda karşılığında satmak dışında bir yol kalmaz. Kaynakları ellerinden aldığınızda kölelik ve yoksulluk yaratırsınız."
Film yaygın olarak ileri sürüldüğünün aksine Avrupa sanayisinin gelişmesinin nasıl Protestan ahlakına değil, sömürgecilik yoluyla el konulan zenginliklere dayandığını sergiliyor.
"Belçika gibi hiçbir kaynağı olmayan küçücük ülkelerin nasıl imparatorluklar kurabildiğini sanıyorsunuz? Onlarınkinden çok daha iyi durumdaki sanayiler tahrip edilirken sömürgeler efendilerinin ürettiği mal ve donananımı satın almaya mecbur edildi."
Üçüncü Dünya'nın Belçika'ya Borçlarının Tasfiyesi Komitesi'nden Eric Toussaint, da filmde "Hollandalıların Endonezya dokumacılığını yerle bir ederek Hollanda tekstil endüstrisi nasıl kurduklarını" anlatıyor. "Aynı şey seramikte de oldu. Bize Hollanda eseri diye anlatılan tekstil ve seramik aslında Hollandalıların Endonezya ve özellikle Java'dan getirdikleri tekniklerle imal edildi ve zengin bir sanayi doğurdu."
Toussaint "18. yüzyılda Hint tekstili Britanyalılarınkinden çok daha kaliteliydi," diyor. "Britanyalılar Hindistan tekstil sanayisini yerle bir ederken İmparatorluk tüccarlarına sömürgelerden elyaf ve başkaca mamul maddeler ithal etmeyi yasakladılar," diye ekliyor.
Artık tüfek değil IMF var
Diaz'ın filmi bizi Bolivya madenlerinin içine sokuyor: " İlk zamanlar madenciler altı ay hiç dışarı çıkmadan çalışırlar ve çoğu ölürdü."
"Şu anda dünyada 60 ile 80 milyon arasında insan plantasyon ya da madenlerde kölelilik koşullarında çalışıyor," diyor Diaz. "Sistem aynı sistem sadece araçları değiştirdik. Köleciliği sürdürmek için tüfek kullanmıyoruz artık, IMF ve Dünya Bankası programlarımız, adaletsiz ticaret sistemimiz var."
Diaz eski sömürgeci devletlerin bağımsızlığını kazanan devletlerin güçsüz olmasını sağladıklarını ve onları borç yükü altına sokarak Kuzey'in istemlerimi dayattıklarını söylüyor. Sömürgeler bağımsızlıklarını kazandıklarında, sömürgecilerin bu ülkeleri sömürmek için aldıkları borçlar, bu borçlarla ilgileri ya da sağladıkları bir çıkar olmasa da, yeni hükümetlere devredildi. Bunlar IMF Dünya Bankası aracılığıyla Kuzey tarafından gerçekleştirildi.
Toussaint Dünya Bankasının yardım adı altına borçları kabarttığını söylüyor: "Zenginliklerinizi ihraç etmek istiyorsanız büyük altyapı inşaatları için borçlanın," güçsüz ülkeler sömürgeci ticaret sisteminin dışına çıkamadılar.
Kenya kahvesini alın" diyor Diaz. "Tarım bakanı, Kipruto Arap Kirwa, filmde Kenya'nın kahvesini kavurma hakkı olmadığını söylüyor. Kahvelerini artırmak ve ambalajlamak üzere Kuzey'e satnaya mecbur ediliyorlar. Bu da eski sömürgeci devletle yapılan anlaşmadan kalan bir hüküm. Günümüzde Almanya dünyanın en büyük kahve ihracatçısı ama bu ülkede bir dal bile kahve yetişmez."
Ata toprağında ömür boyu kölelik
Diaz "Haklar asla toprak ve kaynaklarını geri alamadılar" diyor. " Kenya'daki Mau Mau ayaklanmasının komutanlarından biriyle konuştuk. Bize 'çok saftık, torağımızı geri alabileceğimizi sandık. Britanyalılar çok daha örgütlüydüler. Toprağı beyaz azınlıktan siyah azınlığa devrettiler', dedi" diye anlatıyor.
Kenyalı köylüler, ABD'deyi sebze ihraç eden merkezi ABD'deki Dominion Şirketler Grubu'nun geçim koşullarını ve sağlıklarını nasıl tahrip ettiğini anlatıyorlar.
Şirket taşkına yol açan ve evleriyle çiftliklerini su basmasına neden olan bir baraj inşa etmişti. Bir kadın barajla birlikte sivrisineklerin, sıtma ve tifonun nasıl arttığını anlatıyor. Şirket insanlar tarlalarda çalışırlarken havadan ilaçlama yapıyormuş. Bir erkek "yakındaki sağlık merkezlerine giderseniz ne kadar çok çocuğa ölüm raporu verildiğini görürsünüz" diyor. "Şimdi atalarımızın toprağında ömür boyu köleliğe mahkûm edildik."
Çok geç olmadan yaşam tarzını değiştirmek gerek
Film Bolivya'nın Cochabamba kentinde çok uluslu Bechtel şirketinin suyu özelleştirerek nasıl fiyatını iki katına çıkardığını ve halkın ayaklanmasına yol açtığını gösteriyor. Protestocu bir çiftçi özelleştirme yalnızca su kooperatiflerini ve kuyuları değil, yağmur sularını bile kapsıyordu" diye anlatıyor.
Neo-liberalizmden kaçınabilen ülkeler daha iyi dayandılar. Filmin yapımcılarından yazar ve tarihçi Clifford Cobb, Doğu Asya ülkelerinin, yüksek gümrük duvarlarıyla korunarak kalkındığını anlatıyor. Şimdiyse Kuzey Güney'in böylesi yüksek gümrükler koymasını önlerken kendisi Üçüncü Dünya ülkelerinin imalat sanayisi ürünlerinin girişlrtini önlmek için gümrük koyuyor.
Film bu ekonomik modelin dünya nüfusunun yüzde 25'inin dünyanın kaynaklarının yüzde 80'ine el koymasına yol açan küresel koşullar yarattığını söylüyor.
Diaz , "Biz Kuzey'de yaşayanların mevcut yaşam tarzımızı sürdürmemiz için Güney'de çok daha fazla insanı yoksulluk sınırının altında yaşamaya itmemiz gerek" diyor. Ama Güney'in yer altı kaynakları ve tarım ürünlerinin fiyatlarını yükseltecek kartelleri olsa Kuzey ekonomisi çoktan göçmüş olurdu.
Diaz, tarım reformu, vergi sistemi değişiklikleri ve doğal kaynaklar üzerindeki tekellere son verilmesinin de ötesinde büyümeme çağrısında bulunuyor. Bu sırf daha az yiyelim daha az arabaya binelim denek değil, yoksullar üzerlerindeki baskıya isyan ettiklerinde patlak verecek olan kaynak savaşını önlemek için başka bir yaşam tarzı yaratmak demek. (LK/EK)