Liberal ekonomist Adam Smith için kullanım değeri yaratan her türden faaliyet çalışmadır. Günümüz ekonomistleri çalışmayı ekonomik değişimin bir parçası olarak ve değişim değeri temelinde tanımlamak gerektiğini belirtirler. Çalışma böyle tanımlandığında kadınların gerek hane içi, gerekse ev dışı çalışmalarının bir çoğu iktisadi kavramlar içine oturmayan özellikler taşır. Bu işler, kadın olmanın gereğidir.
Öncelikle bu yaklaşımı değiştirmemiz gerekiyor. Kadının çalışması insanlığın doğumuyla başlamış ve hayatın yeniden üretilmesinde her alanda devam etmiştir.
Kadınların üretim hayatı içinde yer almaları insanlık tarihi kadar eski bir olgu olmasına karşın ücret karşılığı çalışmaya başlaması 19. yüzyılda sanayi devrimi ile birlikte yeni ve ucuz işgücüne ihtiyaç duyulmasıyla başlamıştır.
Kadınların çalışma hayatına girişleri üzerindeki önemli etkenlerden biri de savaşlardır. Hemen tüm ülkelerde, o tarihe dek asli görevi ev işi olan kadınlar cepheye giden erkeklerin yerine işgücüne girmişlerdir. 1914-18 yılları arasında sadece İngiltere'de 1 milyon 345 bin kadın çalışma yaşamına katılmıştır (Tekeli 1982).
Bugün gelişmiş ülkelerde kadının çalışma yaşamına katılımı yüzde 45-50'ye kadar çıkmıştır. Türkiye'de ise bu oran yüzde 30'dur. Onların da önemli bir kısmı ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadırlar.
Büyük kentlerde kadınların yüzde 16'sı çalışma yaşamına katılıyor (Koray 2001). Bunun nedenlerine baktığımızda öncelikle işgücü piyasasındaki talep yetersizliği görülmektedir. İkinci olarak eğitim eksikliğidir. Kadının emek pazarında ihtiyaç duyduğu vasıfları kazanmasını sağlayacak eğitim düzeyi de düşüktür. Bunun nedeni gerek ailenin gerekse işverenin kadınların eğitim ile kazanılacak beceri düzeyini gerektirmeyecek işlerde çalışmalarını öngörüyor olmalarıdır. Son olarak da kadını evde görmek isteyen ataerkil sistem.
Ataerkil sistem kadınların iş yaşamına girmelerini uzun yıllar engellemiştir. Kadının emek gücü yapısal olarak emek piyasasına uygun bir emek türü olarak görülmemekte, öncelikli ödevinin ev içi sorumlulukları olduğu düşünülmektedir. Burada yatan toplumsal cinsiyet ideolojisi nedeniyle kadınlar, ilişkilenebilecekleri görevlerin ataerkillik tarafından belirlendiği ve tanımlandığı, kendilerine "uygun" alanlarda çalışmaktadırlar (Ecevit 1998).
Ancak bu tanımlamaların eşitsiz niteliği kadının dikey mesleki ayrışmaya maruz kalmasına neden olur (Barret 1995). Kadınlar ikincil emek pazarında, geçici ve yarı zamanlı işlerde, kayıt-dışı sektörde, bazen de evde çalışmaktadırlar. Buna ek olarak aynı sektörde ve hatta aynı işyerinde çalışan kadınlarla erkekler arasında bile, çalışma hiyerarşisinin basamaklarına yerleşme ve burada ilerleme bakımından eşitsizlikler vardır.
Kadınların, emek piyasasını sorgulamayı ve dönüştürmeyi sağlayacak sendikalaşma ve örgütlenme düzeyleri de düşüktür. Bunu kadınların kamusal alandaki deneyim eksikliklerine dayandırabiliriz. Diğer yandan sendikaların ve örgütlerin ataerkil yapısı, kadın ihtiyaç ve sorunlarını yeteri kadar kavramsallaştıramamaları, kadınları bu yapılardan uzak tutmaktadır.
Çalışma yaşamında kadının ataerkil eylem alanlarından ve erkek egemenliğinden kurtularak özgürleşmesi sıkça tartışılmıştır.
Marksizm için ataerkillik kapitalist üretim ilişkilerine içkindir ve bu ilişkilerin değiştirilmesi ataerkil aile düzeni ile buna bağlı kadın erkek eşitsizliğini ortadan kaldıracaktır. Dolayısıyla kadınların işçileşerek anti-kapitalist mücadeleye katılmaları önerilir. Sosyalist feminizm ise kapitalizm ile ataerkillk arasındaki ilişkinin çok daha karmaşık olduğunu iddia eder. Ataerkillk ile kapitalizmin etkileşim içinde olan iki ayrı sistem olduğunu savunurlar.
Bu yaklaşımlara göre kadının çalışma yaşamındaki dezavantajlı konumu ataerkillik ile kapitalizmin eklemlendiği bir sistem içinde belirlenir. Bu yaklaşımlar genellikle kadının emek kullanımının kapitalizm ve ataerkillik birlikteliği tarafından biçimlendiğini belirtmişlerdir.
Küreselleşme ve kadın
Günümüzde, kadının çalışma yaşamındaki durumunu ve kadınlara yönelik ayrımcılığın etkilerini, ulusal ve küresel ekonomik yeniden yapılanma programlarından, küreselleşmeden ve uluslararası finans kurumlarının politikalarından bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değildir.
1980'ler pek çok ekonomik değişikliğin yaşandığı, yeni neo-liberal politikaların Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonu (IMF) aracılığıyla belirlendiği, devleti küçültme ve özelleştirme politikalarının yoğunluk kazandığı yıllar olmuştur. Bu politikalar kadınları yine kurban yapmıştır. Birçok gelişen ülkede kadınlar bu politikalar sonucu ilk işten çıkarılanlar olmuş, yaşam standartları düşmüş ve açlıkla karşı karşıya kalmışlardır.
1965-1998 yılları arasında bu ülkelerde erkeklerin yoksullukla yüz yüze gelişleri yüzde 41 oranında artarken, bu oran kadınlarda yüzde 51 olmuştur. Küreselleşme ile kadınlar düşük ücretli, iş güvencesi olmayan, yasal koruma içermeyen işlerde yer almışlardır. Kırsalda yoksullaşmanın artmasıyla kadınlar farklı bölgelerde iş aramak için göç etmeğe zorlanmışlardır. Ulusal ve uluslararası göçte milyonlarca kadın daha iyi yaşam koşulları için ülkeleri dışındaki fabrikalarda, ev hizmetlerinde veya fahişe olarak çalışmaktalar. Sadece Filipinlerde erkeklerin 12 katı kadın iş aramak için ülke dışına göç etmiştir.
Türkiye kadın çalışanların durumuna baktığımızda tablo hiç de içi açıcı değil. Kadınların hala yüzde 30'unun okuma yazma bilmediği ülkemizde, teknik beceri ve eğitimden yoksun kadınlarımızın çoğu en düşük ücretli işlerde, sosyal güvencesiz çalışmaktadırlar.
* Çalışan kadınların yüzde 75'i sigortasız ve her türlü güvenceden yoksundurlar.
* Birçok iş kolunda kadınlar erkeklerden yüzde 20-30 daha az ücret almaktadırlar.
* Çalışan kadınların yüzde 78'ini okul bitirmemiş, ilkokul ve ortaokul mezunu kadınlar oluşturuyor.
* Kadınlar yoğun olarak hizmet sektöründe cinsiyet rollerine uygun işlerde çalışmaktadırlar
* Emeklilik yaşı, gece çalışma yasağı, analık koruması gibi kadından yanaymış gibi görünen yasalar kadınların istihdam esnasında şanslarını azaltmaktadır.
* Evli kadınlar belli işlerde istihdam edilmektedirler.
İşyerlerinde;
* Cinsel taciz vardır
* Kadınlar karar mercilerinde, yönetim mekanizmalarında yokturlar.
* Terfi ve eğitim olanakları eşit değildir
* Kadın çalışanların büyük bölümü iş güvencesiz, örgütsüz, sendikasızdır.
* Küreselleşme ile artan yabancı yatırımlar belirli nitelikteki, ancak teknik eğitimli kadınlara iş imkanı yaratmaktadırlar.
Sonuç olarak kadının kendini çalışma yaşamında var edebilmesi için cinsiyetçi yaklaşımın değişmesi, kadınlara yönelik eşitlikçi politikaların üretilmesi gerekiyor.
Bu nedenle
* Kadının eğitimine önem verilmeli, bilgi ve becerileri geliştirilmeli
* İşyerlerinde ayrımcılığa karşı yasalar konulmalı ve uygulanmalı
* Ücret eşitliği sağlanmalı
* İş güvencesi sağlanmalı
- Kadın çalışanlara sosyal güvenlik şemsiyesi sağlanmalıdır.
* Kadın çalışanlar sendikalı ve örgütlü bir yapıya kavuşturulmalıdır.
Kaynaklar:
1- Kumbetoğlu, Belkıs-Caga, Nilgün "Çalışan Kadınlar ve Küresellşeme" Eylül 2000
2- Koray, Prof. Dr.Meryem "Çalışma Hayatında Kadın",TMMOB, Sanayi Kongresi 2001
3- Tüzel,Gökçe Bayrakçeken, "Toplumsal Cinsiyet Eşitsizlikleri Bakımından Kadınların Çalışma Yaşamına Katılımı ve Profesyonel Kadınlar" Makale, Yayınlanmamış
4- Ersöz, Ayşe Günindi, "Cinsiyet Rollerine İlişkin Beklenti, Tutum, Davranışlar ve Eşler Arası Sorumluluk Paylaşımı"-"Kamu'da Çalışan Yönetici Kadınlar Örneği", Doktora Tezi, Şubat 1997
* Emel Emre; Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM) Ankara 1 No'lu Şube
Emre'nin bu yazısı, 22,23,24 Ekim tarihlerinde Ankara'da gerçekleştirilecek Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Kadın Kurultayı'na sunulacak ESM tebliğleri arasından alıntılandı.
ESM'nin kurultaya gönderdiği diğer tebliğler:
* Çalışma Hayatında Kadın; Merih Çalışkan - Nihal Kocakuşak
* Kadına Yönelik Şiddet; Merih Çalışkan - Nihal Kocakuşak
* Medya ve Kadın; Emine Bulut - Selma Peksöz
* Türkiye'de Kadın Mühendisler; Emel Emre
* Kapitalist Küreselleşmenin Kadın Emeğine Etkileri; Nevin Yılmaz