En önemli gündem maddesi, küresel ısınma ve Kyoto Sözleşmesi olan konferansta, doğal olarak küresel ısınmaya neden olan zehirli gazların salınımının azaltılması için alınacak önlemler de konuşulacak.
Peki, küresel ısınma sorununa, sadece bu sorunu yaratan gazların salınımının azaltılması olarak odaklanmak yeterli olabilir mi? Böyle bir yaklaşım ne kadar gerçekçidir?
Kyoto Sözleşmesi ileri bir adımdır
Kyoto Sözleşmesi, gerçekten de küresel ısınma ve dolayısıyla iklim değişiklikleri sorununun çözülmesi konusunda hükümetler düzeyinde ileriye doğru atılmış önemli bir adımdır. Ama çözüm yolunda atılacak adımların, en önemlisi sorunun ne olduğunu doğru bir şekilde ortaya koymaktır.
Tüm sorunu sözleşmeyi ABD'nin imzalamamasına veya sera gazlarının salınmasının azaltılmasına indirmek ise, yetersiz ve yanlış bir bakış açısıdır.
Sorun; sadece sera etkisi yaratan gazların engellenememesi değildir, bu gazların yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanarak daha sürdürülebilir bir yaşam için azaltılmasının sağlanamamasıdır.
Sorun; sözleşmeyi sadece ABD'nin değil, yakın gelecekte ABD kadar salınım yapacak olan diğer ülkelerin de, en önemlisi Hindistan ve Çin'in de, imzalamasının sağlanamamasıdır.
Nükleer enerjinin kullanımının artma olasılığı
Sorunun doğru formüle edilememesinin en güzel örneği, sözleşmenin uygulanırlığıyla birlikte nükleer enerji kullanımının da artma olasılığıdır.
Sözleşmeyle birlikte öne çıkan tartışmalarda nükleer enerjinin, sözleşmenin gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki salınım ticaretini olanaklı kılan, temiz kalkınma mekanizmasına dahil edilerek, karbon ticaretiyle birlikte gelişmekte olan ülkelerin nükleer çöplük haline getirilecek olması, konusu da bulunuyor.
Zira, Fransa gibi, sahip olduğu nükleer teknolojiyi, sözleşmeyle belirlediği hedeflere ulaşabilmek için gelişmekte olan ülkelere transfer edip, (muhtemelen de eski teknolojiyi) en azından sözleşmenin maliyetinden kurtulmaya çalışan ülkeler mevcut.
Sözleşme ve karbondioksit salınımı!
Zaten mevcut sözleşme, nükleer enerjinin salınım ticareti mekanizması, içersinde karbondioksit salınımlarının azaltılması için kullanımını engellemiyor.
Sözleşmenin salınım ticareti mekanizması sayesinde, limit salınımını geçen, yani atmosfere salınım kredisi ile belirtilen orandan daha fazla salınım yapan bir firma, gidip atıl durumda olan, yeteri kadar salınım yapmayan başka bir firmadan parasını ödeyerek yeni salınım kredileri alabiliyor.
Sözleşmeye göre "hedeflenen taahhütleri sağlayabilmek için, Annex 1 [sözleşmeyi ilk elde imzalamış bulunan gelişmiş ülkeler] içerisinde yer alan herhangi bir taraf aynı koşullar içerisindeki bir diğer tarafın salınım azaltım birimlerini [salınım kredilerini], insan kaynaklı salınmların azaltılması veya insan kaynaklı salınımların sera gazı havuzlarıyla azaltılmasını artırma hedefiyle sonuçlanan projeler dahilinde ekonominin herhangi bir sektörü tarafından transfer edebilir veya diğer taraftan alabilir."(1)
Salınım azaltımı güden projelere yeşil ışık
Kısacası sözleşme nükleer enerji için doğrudan atıfta bulunmamasına rağmen, salınım ticareti mekanizması içerisinde salınım azaltımı güden bütün projelere (nükleer enerji projeleri de dahil olmak üzere) yeşil ışık yakmaktadır.
Diğer mekanizma olan temiz kalkınma mekanizması için de aynı şey geçerlidir ama, temiz kalkınma mekanizmasını kullanacak olan tarafların yapılacak salınım kredisi ticareti sonucunda, gelişmekte olan ülkenin teknoloji, sermaye ve "know-how" konularında yarar elde etmesini ve çevresel, teknolojik ve finanssal kazancını zorunlu kıldığı için nükleer enerji kullanımını dolaysızda olsa engellemiş durumdadır.
Zira, gelişmiş ülkenin yapacağı salınım ticareti sonucunda bir salınım kredisi sağlayamayacağı için önü kapanmış oluyor.
Her ne kadar sözleşme, şu an için nükleer enerji alternatifini temiz kalkınma mekanizması için onaylamasa da, ileride nükleer lobilerinin baskısı ve yeni finanssal kaynakların ortaya çıkması durumunda neler olacağını kestirmek pek zor olmasa gerek.
Nükleer santrallerinin inşasının desteklenmesi
Zaten, Ekonomik İşbirliği ve Gelişme için Nükleer Enerji Faaliyet Örgütü'nün raporunda, yeni nükleer santrallerin inşasının desteklenmesi ülkelerin karbon salınım hedeflerine ulaşması için ciddi bir alternatif olarak öne sürülüyor.(2)
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'na göre ise sadece 2000 yılında 438 reaktörden 600 milyon ton karbon emisyonu engellenmiş durumda ki, bu rakam 2010 yılında sözleşmeyle hedeflenen.azaltımın neredeyse iki katı. Yeni nükleer santrallerin inşası durumunda da, milyarlarca ton karbondioksit salınımının engellenmesinin sağlanabileceği iddia edilmekte.(3)
Tüm bunları ise varolan üretim ve tüketim kalıplarını değiştirmeden, karbon salınımını sözleşmeyle belirlenen değerlere indirmek için her yolun mübah sayılması, küresel ısınmaya karşı yapılması gerekenlerin ticarete dökülmesini sağlayacak koşulların yaratılması, nükleer enerji kullanımının sürdürülebilir bir enerji politikası olarak öne sürülmesi olarak da yorumlamak mümkün.
Bush: Temiz teknolojilerin kullanımı
Bu yılki G8 zirvesinde yaptığı konuşmada W. Bush'un sera etkisi yaratan fosil yakıtların kullanımını azaltmak yerine, salınımın azaltılmasını sağlayacak temiz teknolojilerin kullanılmasını destekleyeceğini açıklaması da boşuna değil.(4)
W. Bush'un temizleri arasında nükleer enerji tahmin edilebileceği gibi en ön sırada yer alıyor.
Bu çerçevede 26 nükleer santralın lisansları 20 yıl daha uzatılırken(5), W. Bush yönetimi bu yıl içerisinde 14- 16 milyar dolarlık bir kaynağı yedi yeni nükleer santral yapımı için ayırmış durumda.(6)
Madalyonun diğer yüzünde ise, yükselen petrol fiyatlarının yeni nükleer santraller yapımını zorunlu kılması sonucunda, W. Bush yönetiminin işi çevreci bir kılıfa uydurması olduğu da söylenebilir.
Çin: Nükleer enerji kapasitesini yükseltiyor
Zira uzun zamandır hem Avrupa'da hem ABD'de, yenisi; hem yüksek maliyet hem de çevreci baskılar sonucunda inşa edilmeyen santrallerin, önümüzdeki süreçlerde tekrar diriltilmesi eğilimini canlandıracağı olasılığını da, göz ardı etmemek gerekiyor.
Bununla birlikte yükselen yeni ekonomilerin yeni pazarlar yaratması da bu düşünceyi tetikliyor. Örneğin, sözleşmeyi henüz imzalamayan Çin, enerji ihtiyacını karşılamak için 2020 ye kadar mevcut 6.5 gigawat nükleer elektrik üretim kapasitesini 36 gigawata çıkarmayı planlıyor.
Nükleer enerji kullanımının parlemonta kararıyla 1990 yılında durdurmuş Polonya ise, yeni enerji politikalarında nükleer enerjiyi ciddi bir alternatif olarak düşünüyor.(7).
Türkiye: Enerji açığını, nükleer enerjiyle karşılamayı planlıyor
Pek tabii ki Türkiye de bu nükleer rüzgardan nasibini alıyor. Uzun zamandır nükleer enerji kullanımı için fırsat kollayan hükümet, AB ile müzakere ile edilecek konulardan çevre baslığı altında zehirli gaz salınımını Kyoto sözleşmesiyle ile belirlenen ölçülere çekmesi koşulunu kullanarak ihtiyacı olan enerji miktarının bir kısmını nükleer enerjiyle karşılamayı planlıyor.
Radikal gazetesinin 20 Mart 2005 tarihli haberine göre, 2012 yılından itibaren sözleşmeyi yürürlüğe sokacak olan Türkiye'de "2017 yılına kadar geçecek beş yıl içinde nükleer enerji girdisi, 5 bin megavat olacak. Bu miktar Türkiye'de 2020 yılına kadar sisteme girecek elektrik enerjisinin 10'da biri." (8)
Nükleer enerji, atık sorunu ve nükleer silah
Nükleer enerjinin kullanımının artırılmasıyla birlikte oluşacak atık sorunu, santrallerin güvenlik altyapısı sistemlerinin sağlamlığı, nükleer silahlara ulaşımın kolaylaşması veya teknoloji ihracının boyutları gibi konular önümüzdeki 20 yıl içerinde bizim de sıkça karşılaşılacağımız sorunlardan olacak.
Nükleer enerjinin Kyoto'yla birlikte kullanımını daha da artırılması, mevcut 442 reaktöre yüzlerce yenisinin eklenmesi, daha önce nükleer enerji hiç kullanmamış veya nükleer enerji kullanımını durdurmaya karar vermiş ülkelerin nükleer enerji kullanımının tekrar başlaması veya kullanmaya başlamalarının teşvik edilmesi, Kyoto sözleşmesi gibi çevreci olduğu iddia edilen bir anlaşmayla tetiklenmesi ise ironiden başka bir şey değil ne yazık ki.
Küresel ısınmanın sonuçlarına hep beraber katlanılacak olan bir dünyada, zengin ülkelerin atmosferi daha da kirletmesine dur diyebilmek, küresel adaletin kirletme hakkını eşit olarak dağıtarak değil, kirletmeme yöntemlerini bölüşerek gerçekleşebileceği fikrini, bir kere daha vurgulayarak mümkün olur. Ancak bu şekilde Kyoto yeni bir dünya sözü verebilir.(AD)
(1) Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Kyoto Sözleşmesi metni
http://unfccc.int/essential_background/kyoto_protocol/items/1678.php
(2) "Nuclear Energy and the Kyoto Protocol" Ekonomik İşbirliği ve Gelişim için Nükleer Enerji Faaliyet Örgütü
http://www.nea.fr/html/ndd/reports/2002/nea3808-kyoto.pdf
(3) "Nuclear energy: meeting the Kyoto targets" Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu
http://www.world-nuclear.org/pdf/meeting_kyoto_targets.pdf
(4) http://news.bbc.co.uk/2/hi/americas/4647383.stm
(5) Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu
http://www.iaea.org/NewsCenter/PressReleases/2004/prn200405.html
(6) Moralı, Deniz. Radyoaktif Kapitalizm, Ekim 2004, Tarih Bilinci Yayınları, sf.24
(7) "Kyoto goes nuclear" 28 Mart 2005
http://www.antiwar.com/prather/?articleid=5347
(8) Radikal, 20 Mart 2005