İslam öncesi Arap toplumunda Hz. İbrahim'in geride bıraktığı kurban anlayışı da, tevhid inancındaki dejenerasyona (şirk) paralel olarak, zaman içerisinde, dejenerasyona uğrayarak, asıl maksadından hayli uzaklaşmıştı.
Kur'an-ı Kerim'de çeşitli vesilelerle birçok ayette kurban ibadetinden bahsedilmektedir. Kurban ibadetinin yer aldığı ayetlerin neredeyse tamamında, doğrudan veya dolaylı olarak Hz. İbrahim (as) ile ilgili bir boyut bulunmaktadır.
Hac Suresi'ndeki kurbanla ilgili ayetlerin bir kısmı (34-37) genel anlamda kurban ibadetiyle ilgilidir. Enam Suresi'ndeki bir ayet (162) ile, Kevser Suresi'ndeki ayet (2) de, genel anlamda kurban ibadetiyle ilgilidir. Saffat Suresi'ndeki, Hz. İbrahim'in (as) Cenab-ı Hak (cc) tarafından tabi tutulan imtihandan başarıyla çıkması süreciyle ilgili ayetlerde de, genel anlamda kurban ibadetinden bahsedilmektedir.
Hz. İbrahim'in (as), yaşlılığına rağmen Cenab-ı Hak'tan kendisine salih evlat vermesi için yalvarıp yakarması sonucunda, duasının kabul edildiği de, Kur'an-ı Kerim'de birçok kez tekrarlanıyor.
İşte, Saffat Suresi'nde de, Hz. İbrahim'in bu duaları sonucu halim bir erkek evlatla (Hz. İsmail) müjdelendiği ve çocuk babasıyla koşup oynayacak büyüklüğe geldiğinde, Hz. İbrahim'in (as) rüyasında onu kesiyorken gördüğü ve durumu oğluna açıp, görüşünü sorduğunda, oğlundan "... Babacığım emredildiğin şeyi yerine getir, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın." şeklinde bir cevap aldığı ifade edilmektedir.
Konunun devamındaki ayetlerde ise, "Baba oğul her ikisi de (bu emre) teslimiyet gösterip, onu alnı üzerine yatırınca, "Ey İbrahim, rüyanı gerçekleştirdin, işte biz muhsin olanlara böyle karşılık veririz. Gerçekten bu açık bir imtihandır, diye nida ettik. Ve oğlunu büyük bir kurban karşılığında kurtardık. Sonradan gelenlere de (konuyla ilgili mesajı) onun namına bıraktık.
İbrahim'e selam olsun. Biz muhsinlere bu şekilde karşılık veririz. O gerçekten mümin kullarımızdandır. Ve O'na salihlerden bir nebi olarak İshak'ı müjdeledik." (Saffat, 37/100 -112) Bu ayetlerde dikkat çekilen birkaç hususa kısaca işaret etmekte fayda mülahaza ediyoruz.
Kur'an-ı Kerim'de kurban
Birincisi: Oğlunun "emredildiğin şeyi yerine getir" şeklindeki cevabından, Hz. İbrahim'in gördüğü rüyanın normal bir rüya olmayıp vahiy olduğu anlaşılmaktadır.
İkincisi: Hz. İbrahim'in oğlunu kesmediği halde, sadece yatırıp kesme vaziyeti almasıyla, rüyasını gerçekleştirdiğinin ifade edilmesi bir çelişki değildir; zira, rüyasında oğluna "seni kestim" demeyip, "kesiyorum" demektedir. Ayrıca bu ayetler hiçbir şekilde insan kurbanı şeklinde de yorumlanamaz. Zira insan kurbanı, semavi dinlerdeki esaslarla hiçbir şekilde bağdaşmaz.
Üçüncüsü: Bu olay Hz. İbrahim'in muhsinlik (ihsan) konusunda tabi tutulduğu imtihanların son bir safhasıdır. Nitekim, hem rüyasını yerine getirdiği ifade edildikten sonra, ve hem de bunun açık bir imtihan olduğu ifade edildikten sonra, muhsin olanlara böyle karşılık verileceğinin tekrarlanarak zikredilmesi, Hz. İbrahim'in muhsinlik konusundaki imtihanda kesin başarı gösterdiğini anlatmak içindir.
Nitekim, ihsan kavramının inanç ve ibadet boyutu meşhur Cibril hadisinde, "kişinin Allah'ı görür gibi ibadet etmesi" olarak tanımlanmıştır. Kanaatimize göre, bu ayetlerde geçen muhsin, ihsan sahibi, ihsanla davranan; yani Allah'ı görür gibi inanan ve bu inancına uygun davranan kişi anlamına gelmektedir.
Hac Suresi'ndeki hac ve kurbanla ilgili ayetlerde, bu iki ibadetin çeşitli boyutları yanında, özellikle şeair (şeairullah - tevhid inancının göstergesi) boyutu öne çıkarılmakta ve Allah'ın şeairine tazim (saygı) gösterilmesi istenmektedir. Allah'ın şeairine saygı göstermenin de kalbin takvasından olduğu açıkça belirtilmektedir. (Hac, 22/30, 33, 36)
Ayrıca, bu ayetlerde bütün semavi dinlerde kurban ibadetinin mevcudiyeti açık bir şekilde ifade edilmiştir. "Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki, (Allah'ın) kendilerine rızk olarak verdiği hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar. Zira ilahınız bir tek ilahtır; siz de (İbrahim ve İsmail'in teslim olduğu gibi) O'na teslim olun.
(Ey Muhammed!) Saygı ile itaat edenleri müjdele." (Hac, 22/34). Devamında ise, "... muhsinleri müjdele" denilerek, aynı şekilde davrananlar muhsin olarak nitelenmektedir. (Hac, 22/37) Hadis kitaplarında yer alan rivayetler incelendiğinde, Peygamberimizin (sas) kurbanın meşru kılındığı yıl olan hicretin ikinci yılından sonra vefatına kadar hiç aksatmadan, her yıl kurban kestiği ifade edilmektedir. (Tirmizi, Edahi,11)
Peygamberimizden (sas), mali durumu müsait olan Müslümanların her yıl kurban kesmelerini emrettiği birçok hadis nakledilmiştir. Bu hadislerden bir kısmında, kurban kesmenin fazileti anlatılırken, bir kısmında ise, durumu müsait olduğu halde kesmeyenler kınanıyor. Kurban kesmenin faziletiyle ilgili bir hadiste, Peygamberimiz (sas), Kurban Bayramı günü, âdemoğlunun Allah'ın en hoşuna giden amelinin kurban kesmek olduğunu ifade etmiştir. (Tirmizi, Edahi, 1)
Mali durumu müsait olduğu halde kurban kesmeyenlerin kınandığı hadislerden birisinde ise, Peygamberimiz (sas) "Kim imkanı olduğu halde kurban kesmezse, bizim mescidimize yaklaşmasın" buyurarak, konunun önem derecesini farklı bir üslupla belirtmiştir. (İbn Mace, Edahi, 2)
Hz. Peygamber'in (sas) sünnetinde kurban
Kurban kesmenin önemine dair hadislerdeki vurgulu ifadelerden, Peygamberimizin (sas), ümmetinden mali durumu müsait olanların kurban kesmemesini kabullenemediği, hiç kimsenin kurban borcuyla Allah'ın huzuruna çıkmasını istemediği için de, kestiği kurbanların sevabına ümmetini de iştirak ettirmiştir.
İşte, Peygamberimizin (sas) kurban kesimi esnasında, kestiği kurbanın kabul edilmesi için dua ederken, "Bu (kurban) benim adıma ve ümmetimden kurban kesmeyenlerin (kesemeyenlerin) adına" demeleri, bu açıdan önemli mesajlar ihtiva etmektedir. (Ebu Davud, Edahi, 8; Tirmizi, Edahi, 10)
Hadis kitaplarındaki kurbanla ilgili hadisler bir bütün olarak değerlendirildiğinde anlaşılıyor ki, Peygamberimiz (sas) her yıl aksatmadan kurban kesmişler ve mali imkanı müsait olan Müslümanların da kurban ibadetini aksatmamaları gerektiğini bildirmişlerdir.
Ancak, Peygamberimizin (sas) çeşitli vesilelerle farz ibadetlerden bahsederken, kurbanı her Müslüman'a farz olan ibadetler (namaz, oruç, zekat ve hac) arasında saymadığı görülmektedir. Yani kurban ibadetinin önem derecesinin vurgulandığı hadislerde, bu ibadetin ayni farz (farz-ı ayn) seviyesinde bir ibadet olmadığı anlaşılmaktadır.
Fıkıh kitaplarında yer alan bilgilere göre, başta İbrahim en-Nehai, Leys b. Sa'd, Rebia, Evzai ve Süfyan-ı Sevri olmak üzere, bazı müçtehitlere göre kurban kesmek vaciptir. İmam Ebu Hanife'ye göre de, dinen gerekli şartları taşıyan kimselerin kurban kesmesi, vaciptir.
Bu konuda İmam Malik'ten iki görüş nakledilmektedir ki, bu görüşlerden birisine göre kurban kesmek vacip, diğerine göre ise müekked sünnettir. Bilindiği gibi, Maliki içtihat sistematiğinde vacip terimi, Hanefilerin farz teriminin karşılığıdır.
Zira Maliki, Şafii ve Zahiriler başta olmak üzere, müçtehit imamların çoğunluğuna göre, özellikle de ibadet konularında farz-vacip ayrımı bulunmamakta ve bu iki terim aynı anlamda kullanılmaktadır.
Şafiilere göre kurban kesmeye gücü yeten kimsenin kurban kesmesi, müekked sünnet ise de, Şafii içtihat sistematiği içerisinde kurban ibadeti, diğer müekked sünnetlerden daha üst derecede bir mükellefiyettir; ancak farz da değildir. Bilindiği gibi, Şafii içtihat sistematiğinde de, vacip ve farz genellikle aynı anlamda kullanılmaktadır.
Dolayısıyla, sünnet ile farz (vacip) arasında ara bir teklifi hüküm bulunmamaktadır. Ancak, kurbanı diğer sünnetlerle aynı seviyede görmedikleri için, normal olarak müekked sünnetlerden üst, farzdan (vacipten) ise daha alt kademede bir ibadet olduğunu belirtirken, bu ara kademeyi ifade eden bir terim bulunmadığı için, müekked sünnet ifadesi yanında bazı kayıtlar koymayı gerekli görmektedirler.
İmam Şafii'nin, kurbanın hükmü konusundaki ifadelerinde, kurbanın sünnet bir ibadet olduğunu, terk edilmesini sevmediğini, ancak farz da olmadığını belirtmesi bu durumdan dolayıdır. (Şafii, Ümm, II, 221-224) Kurbanla ilgili olarak Şafii mezhebindeki temel fıkıh kitaplarında "terk edilmemesi gereken, dini şeairden olan müekked sünnet" ifadesi yer almaktadır.
Dolayısıyla, kurbanın diğer sünnetlerden farklı olarak, sahip olduğu bu özel konumunun, şeair boyutlu bir ibadet olmasından kaynaklandığı ifade edilmiştir. (Nevevi, Mecmu, VIII, 383-384)
Şafii mezhebindeki temel fıkıh kitaplarında, kurban mükellefiyeti için gerekli şartları taşıyan kimsenin kestiği bir kurban, kendisi hakkında şiar (şeair) mahiyetli ayni sünnet ve ailenin kurban kesebilecek durumda olmayan diğer fertleri hakkında ise, yine şiar (şeair) mahiyetli kifai sünnetin ifası için yeterli olduğuna dair ifade, bu mezhepteki anlayışa göre de, kurbanın İslam'ın değerler sistemindeki konumunu göstermesi açısından özel öneme sahiptir. (Nevevi, Mecmu, VIII, 383-384)
Görülüyor ki, Şafii mezhebindeki anlayışa göre de, kurban kesmenin hükmü sünnet olarak isimlendirilmekle birlikte, normal şartlardaki müekked sünnetlerden daha üst konumdadır. Yani, Şafiilere göre de kurban kesmek farz değildir; ancak şiar mahiyetli olduğu için diğer müekked sünnetlerden de daha üst konumdadır. Hatta, bu değerlendirmelerden, Şafiilere göre kurbanın, Hanefilerdeki vacipten daha üst seviyede bir dini mükellefiyet olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre, hem Maliki hem de Şafii mezhebinde yazılan fıkıh kitaplarındaki, kurbanın (udhiyye) sünnet olduğuna dair ifadelerden hareketle, bu ibadetin gerektiği gibi önemsenmemesi sonucuna götüren değerlendirmeler bilimsel olmaktan uzaktır.
Kurban ibadetiyle ilgili güncel konulardan birisi de, kurban edilmesi caiz olup olmayan hayvanlarla ilgilidir. Hac Suresi'ndeki kurbanla ilgili hükme medar ayetlerden birisinde, kurban edilecek hayvanlar, dört ayaklı eti yenen hayvanlar (behimetu'l-en'am) olarak zikredilmektedir.
Ayette, hayvanlardan bahsederken sadece enam veya sadece behime denilmeyip, behimetu'l-enam şeklinde bir ifade ile kayıtlanması, kurbanlık hayvanlarla ilgili çerçeveyi çizmeye yöneliktir. Ayette belirtilen vasıftaki hayvanlar ise, koyun, keçi, sığır, manda ve devedir. (Hac, 22/34; ayrıca bkz., En'am, 6/143, 144) Dolayısıyla kurbanlık hayvanlarla ilgili değerlendirmelerde ayetteki bu kaydın dikkate alınması bilimsel bir zorunluluktur.
İslam alimleri, genel anlamda ibadetlerle ilgili ayet ve hadislerden hareketle, kurbanın da mali bir ibadet olması cihetiyle, kesilen kurbanın etinin veya faydalanılabilecek herhangi bir organının kazanç sağlamak için satılamayacağı, satılırsa da satış bedelinin mutlaka tasadduk edilmesi gerektiği görüşündedirler.
Buna göre, kurban etinin, derisinin ve sakatatının da dünyevi bir menfaat sağlamak için satılması caiz değildir. Hatta kurbanın ücretle kestirilmesi durumunda kurbanın etinin veya kesilen hayvanın iktisadi değeri olan herhangi bir parçasının ücret olarak verilmesi de caiz değildir. Yani kurbanın tümünün ibadet amacına uygun olarak değerlendirilmesi gerekir.
Sünnete göre kurban
Peygamberimiz (sas) her yıl aksatmadan kurban kesmişler ve mali imkanı müsait olan Müslümanların da kurban ibadetini aksatmamaları gerektiğini bildirmişlerdir. (BG/BA)
* Prof. Dr. Beşir Gözübenli Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi