Ben, nasıl giyinirsem giyineyim Müslüman’ım. Ve benim kişiliğimin, birbirinden ayrılmaz 3 özelliği var;
Queer bir kadınım,
Feministim,
Ve şuna inanıyorum ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve Hz. Muhammed O’nun elçisidir. Evet, bu kulak tırmalayıcı etkiyi yaratan şey bu sonuncu özelliğim.
Ben Müslüman olarak yetiştirildim ve 10 yaşlarımdayken inançla ilgili tüm ilgilimi kaybettim. Kur-an’ın İngilizcesini ilk kez okuduktan sonra insanların bu kitabı farklı şekilde yorumlayıp kendilerine göre yontmasının ne kadar kolay olduğunu fark ettim.
Fark ettim ki, babam bunu benim için yıllardır yapıyordu; Allah’tan geldiğine yemin ettiği ve benim iyi Müslüman bir kız olarak davranışlarımı belirleyen/kısıtlayan kurallarla yapıyordu bunu. "Örtün, böylelikle erkekler sana gözlerini dikip bakmayacak; ilgi çekmemeye çalış; erkeklerle yan yana durmaktan çekin çünkü onların yanında olmak her zaman iki taraf için de ayartıcı olabilir. Hangi konu olursa olsun, büyüklerinin kararlarına uy, yanlış olduklarını bildiğinde bile. Evliliğin dışında, sadece cinsel ilişkiden değil, her çeşit yakınlaşmadan uzak dur. Namuslu ol. Ailenin itibarı ol. Senin hayatını yöneten insanların senden beklediği türde ‘iyi’ bir kız ol."
Tüm bunlar çok uygun görünüyordu ve babam benden bir şey yapmamı istediğinde bunun için her zaman dini bir sebep buluyordu. Ama ben Kur-an’da geçen ve onun söylediklerine ters düşen bir şeyi savunduğumda, bir şekilde lafları evirip çevirip kendisini doğru çıkaracak şekle getirirdi. Bu bende hayal kırıklığına ve kızgınlığa sebep olurdu. Benim babama olan güvenimi kaybetmem de yaklaşık olarak bu zamanlara denk gelir. Ama bu başka bir hikâye...
Sanırım İslam’a başka bir şans verme kararını aldığımda 16 yaşındaydım, tabi bu sefer kendi koşullarıma göre yapacaktım bunu. Artık eşcinsel arkadaşlarım vardı; hem kadınlara hem erkeklere karşı belli etmeden bir şeyler hissettim, karşılıksız olarak vuruldum, âşık oldum; korolarda şarkı söyledim ve sahneye çıktım, tabi babama söylemeden; erkeklerle arkadaşlık kurdum ve hatta flört ettim, tabi hepsi gizlice.
Kendi gelişen halimi –ahmakça ve acayip, ama geleceğe dair bir umut da vardı hani- takip ettim, geceleri herkes uyuduktan sonra banyodaki aynada bedenime bakarak başka bir insanın onu görmesinin ve hatta arzulamasının bana nasıl hissettireceğini merak ettim. Yine çocukken Kur-an okumanın nasıl hissettirdiğini düşündüm: kendimden büyük bir şeyle iletişim kurmak gibiydi; benim gibi her yerde eğreti duran birinin bile içine sığabileceği bir alanın varlığını duyumsamak gibiydi. Eğer otoriter bir adamın bana ne yapacağımı söylemesinden daha içi dolu bir şeyse İslam, o zaman, çocukken kurduğum tarzda bir iletişimi tekrar kurabilirdim. Belki orada benim için bir mesaj vardı ve belki onu bulabilirdim...
Böylece bakmaya başladım. Kur-an’ın Arapçasına tabii, İngilizcesine değil – daha da önemlisi, bu sefer, çocukken bana anlatılan şeyleri bulacağıma dair beklentilerden özgürleşmiş olarak. İslam tarihi, Şeriat’ın gelişimi ve duraklamasıyla ilgili okudum. Ve tüm bunları yaparken kendi içime doğru baktım. Dua ettim. Kim olduğuma dair, ne istediğime dair, nereye gittiğime dair, yolumun nereye uzanacağına dair derin derin düşündüm. Allah’ın bana söylediğini yaptım: her şeyi sorguladım. Peygamberimin bana söylediğini yaptım: bilgi topladım. Her yerden topladım – Kur-an’dan, dini yorumlardan, hadislerden, diğer inançların kutsal kitaplarından, bir yaratıcı fikrini dünyanın düz olması fikri kadar saçma bulan arkadaşlarla olan muhabbetlerden. Tüm bunları içip kendime kattım, kendi gerçekliğimden bakarak tekrar anlamlandırdım, tam da benim için olduğunu düşündüğüm şeyleri araştırdım.
Hem kuir hem Müslüman
Bu uzun bir süreçti. Hâlâ da bitirmedim. Bitirebilecek miyim? Onu da bilmiyorum. Kitaplara gömülüp ya da dualara dalarak veya sevgilimle iyinin ve kötünün ne demek olduğu, hayatın anlamı ve Allah’ın bizim için kurduğu amacın ne olduğu ya da bir amacın var olup olmadığı ile ilgili konuşarak saatlerimi geçirdim. Sanırım cevapların bazılarını buldum; bu arayıştan hiç vazgeçmeyecek olsam da cevaplarını hiç bulamayacak olduğum sorular da var. Ama şimdiye kadar bulduklarım işte burada:
Aynı anda kuir ve Müslüman olmak mümkündür. Bu aslında en kolay şey... Evlilik öncesi cinsel ilişki ve hemcinslerle kurulan cinsel ilişkinin kısıtlanması, doğum kontrolü ve antibiyotiğin olmadığı toplumlar için anlaşılabilir bir durum; bu toplumlarda babalık testi ya da çocuk desteğini garantileyen kanunlar yoktu (gerçi İslam’da boşanan eşe destek sağlamakla ilgili hükümler var). Fakat benim prezervatife, oral seks kondomuna, doğum kontrol haplarına, penisiline ve cinsel yolla bulaşan hastalıkları test eden STD testine erişimim var. Ben istenmeyen gebelikleri gerekirse sonlandırabilirim.
Allah diyor ki, İslam, tüm zamanlarda yaşayan tüm insanlar için. İşte bu yüzden, evrenin yaratıcısı, bizden, yaşamımızı, bilimsel devrim olmamış gibi sürdürmemizi beklemeyecektir. Ve daha da önemlisi, ben, kendi tanrımın, sevgi tanrısı olduğuna inanıyorum ve cinsel kimliği ne olursa olsun, insanların birbirine sevgi göstermesi de, insanlar olarak sergileyebileceğimiz en kutsal hareketlerden biridir.
İki erkeğin, iki kadının veya toplumsal cinsiyetleri birbirine karşıt olmayan bir çiftin, hatta kendi rızasıyla birleşen farklı cinsiyetlerden bir grup yetişkinin arasındaki sevgi de ulvi ve kutsaldır. Eşcinsel bir çiftin, evlat edinilmiş ya da taşıcıyı annelikle edinilmiş bir çocuğa olan sevgisi de kutsaldır. Ebeveynlerin, eşcinsel ya da trans bir çocuğa duyduğu sevgi de kutsal bir şeydir. Ben hiçbir şekilde Rahman ve Rahim olan Allah’ın, insanları herhangi bir sevgi eyleminden mahrum bırakacağına inanmıyorum. Bana göre, biz ancak sevgimizi göstermemiz sayesinde, Allah’a maddi ve manevi olarak en yakın olduğumuz parçamızı dışa vurabiliriz. Biz sevmek için yaratılmışız. Bu sevgiyi ifade etmek ve diğerleriyle paylaşmak için…
Aynı anda feminist ve Müslüman olmak mümkün... Müslüman olarak, cinsellik yanlısı olabiliriz, seks işçilerinin haklarını koruyabiliriz, kadınların çalışma ya da evde olma haklarını savunabiliriz (Kur-an’da her iki hak da korunmuştur), kadınların cinsel haz alma haklarını savunabiliriz (bu da Kur-an’da korunmuştur). Kadınların hem çarşaf, peçe, eşarp giymesini, hem de mini etek ve topuklu giymesini destekleyebiliriz. Bence türban gösterişsizlikten daha fazla anlama sahip - bence türban rahatlıkla, sınır çizmekle, ne yapacağımız ve diğer insanların ne görmeyeceğine kendimizin karar veriyor olmamızla ilgili. Tüm Müslüman kadınlar saçlarını örtmüyor - hatta dini bütün, sofu ve ibadetleri yerine getiren kadınların tümü de örtmüyor.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım sebeplerden ötürü de, bir kadın, evlilik dışı olarak, partneriyle yakın ilişkiler kurabilir, tabi bunu güvenli şekilde yapması şartıyla. İnanıyorum ki, kadınlar, erkeklerin taciz edeceği korkusu olmadan yaşamak hakkına sahipler bu da Kur-an’da bahsedilen başka bir hak. Allah’ın tasvirine göre, İslam hoşgörülü bir din. O hayatımızı kolaylaştırmak, daha mutlu ve huzurlu hale getirmek üzere var olmuş bir din. Feminizm de hayatlarımızı daha kolay, mutlu ve huzurlu yapmak için var. İslam aynı zamanda, bir adalet dini (Adil ismi de, Allah’ın 99 isminden biri); ve feminizm de bir adalet hareketi. Bu yüzden, İslam’ın, doğası gereği feminist olduğunu/olabileceğini düşünüyorum.
Aynı anda hem ben olmak, hem de Müslüman olmak mümkün. Ben mini etek giyiyorum. Barlarda tatlı kızlarla flört ediyorum. Ben derin yuvarlak yakalı tişörtümle ve açık bacaklarımla annemi çıldırtıyorum. Erkek cinsiyetli arkadaşlarım var. Kadınları, erkekleri, ne kadın ne erkek, her ikisi birden ve de daha karmaşık doğası olanları sevdim.
İslam, babamın bana, koroya katılamayacağımı çünkü kadınların toplum önünde şarkı söylemesinin doğru olmadığını söylemesi değil. İslam, bir adamın bana, kapanmam ve utanmam gerektiğini söylemesi hiç değil. Allah benden, kendimden utanıyor olmamı istemiyor ki. O benden sevmemi, şefkat duymamı, empati kurmamı, hayatımı yaratana ve yaratılana adamamı istiyor. Bunlar benim mutlulukla ve istekle yapacağım şeyler.
“İslam” kelimesi “Allah’a huzurla kendini bırakmak” demektir. “Müslüman” kelimesi de “kendini teslim etmiş kişi” anlamına gelir. Ben kalbimi Allah’ın sevgisine açtım ve o benim daha sevgi dolu bir insan olmamı sağladı. Yaratan ve yaratılanın uğruna yaşamam gerektiği fikrine huzurla sarıldım. Bunu yapmak bana zevk ve huzur veriyor. Benim bir yolum ve bir amacım var. Niye burada olduğum ve ne yapmam gerektiğini sadece biraz anlıyorum. Her şeyi bilmiyorum. Aslında, yaptığımın doğru olup olmadığını bile bilmiyorum. Ama ne karar verirsem vereyim, Allah’ı hayatıma nasıl kabul edersem edeyim, bu benim – feminist ve queer bir kadın olarak - kendi koşullarıma göre olacak.
Müslüman olarak, Allah’a adanarak, sevgi, ümit, şefkat ve Kur-an’ın barışını kalbinde her zaman ve sonsuza kadar taşıyan bir kadın olacağım. Yaratılışın bir kuluyum: yaşayan bir zerre olarak, yörüngede giden bir zerre üzerinde, o da, başka zerreler topluluğu tarafından çevrilmiş olan bir zerrecikler topluluğu içinde dururken, bu koca bir bütünün büyüklüğü karşısında, sadece onun dışındaki bu bütünü görebilirim.
Ben İslam için konuşmuyorum. Müslümanlar için konuşmuyorum. Ben sadece bir Müslüman için konuşuyorum: kendim. Kur-an metninin okuyucuları kadar yorumu vardır. Bu benimkisi: queer, feminist yaşantım için, queer ve feminist bir yorum. Bu benim huzur yolculuğum. Bu belirsizlik zincirinden bir kurtuluş... Bu benim en büyük ve en saf sevgim.
Ve bu benim. Babamın, ağabeyimin ya da başkasının değil. Benim İslam’ım. Benim yaşama tarzım. (AK/ÇT)
* Bu yazıyı Pınar Yüksel, Aykırı Çeviriler için türkçeleştirdi.