UNESCO Dünya Kültür Mirası Merkezi Yöneticisi Minja Yangın 9 Haziran tarihli Hürriyetteki söyleşisi bu başlıkla yeraldı. İstanbulun altı ay içinde eksiklikler tamamlanmazsa ve taahütler yerine getirilmezse, listeden silinmesi söz konusu. Bu ihtimal gerçekleşirse Türkiye Afganistan, Kamboçya, Uganda gibi kültür varlıklarına düşmanca davranan ülkeler sınıfına girecek.
İstanbul Dünya Kültür Mirası Listesi içinde dört bölgesi ile (Süleymaniye, Zeyrek, Surlar, Sultanahmet) yer alıyor. Dünya Kültür Mirası Listesinde yer almak kadar çıkarılmak da bir kent için önemli bir gösterge. Asıl sorun İstanbul gibi bir kentin listeden çıkarılması değil, insanlık için önem taşıyan kültür varlıklarının yok olması. Bu sözlerin haksız olduğunu herhalde kimse söyleyemez. Ancak bu sözler yalnızca kamu yönetimlerinin sorumluluklarını yerine getirmediğine işaret etmiyor. UNESCO ile Türkiye arasında bir krize işaret eden bu durumun anlaşılması, sorunların çözümüne yönelik adımların atılması için yönetimler kadar STKların ve uzmanların yapacağı şeyler var.
* Minja Yang 27 Haziran 2003teki değerlendirme toplantısı sonucunda İstanbul üzerinde baskının artacağını ifade ettikten sonra, İstanbul surlarının bir bölümünün restore edilmesi dışında önemli bir adım atılmadığını söylüyor. Bu sözlerden Yangın yapılan restorasyon çalışmalarını incelemediği sonucunu çıkarıyoruz. Çünkü UNESCOnun yönlendirmesi sonucu eğer İstanbuldaki restorasyon çalışmaları surlardakine benzer bir boyut kazanacaksa, böyle bir adımın atılmamasının İstanbul için çok daha hayırlı olacağını kesinlikle söyleyebiliriz. Hepimizin gördüğü gibi restore etmek adına surlar yeniden inşa ediliyor ve bir daha restore etmeyi gerektirmeyecek yeni inşaatlara dönüşüyor. Demek ki sorun yalnızca kaynak ayırmak, proje yapmak değil.
* Eğer Minja Yangın söylediği gibi yönetimler restorasyon çalışmalarına daha fazla kaynak ayırır, üniversiteler daha fazla proje yaparsa, korkarız ki İstanbulda daha çok yapı tahrip edilecektir. İstanbul kültür varlıklarının korunmasını bugün ayırdığı kaynaklarla, seferber ettiği iş gücüyle, bilgisiyle ve yöntemleriyle başaramamaktadır. Bu nedenle yönetimlerden bunu istemek, bugünkü süren tahribatın yalnızca daha büyük boyutlara ulaşmasını sağlamaktan başka bir şey değildir. Surlar kadar Sütlüce Mezbahasının dönüşüm projesi, Feshanenin yeniden işlevlendirilmesi, bizzat İstanbul Büyükşehir Belediyesinin kendi birimi olan Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü binası kamu eliyle yapılan tipik örneklerdir. Balatta yapılan ilk restorasyon uygulaması olan proje bürosuna (ve yerel yönetimin bu bölgede yaptığı uygulamalara) bakmak, restorasyonun yalnızca bir kaynak ayırmak, proje yapmakla sınırlı bir iş olmadığını göstermeye yeter. Bunların artmasını mı istiyoruz? UNESCO eğer İstanbuldaki uygulamalardan rahatsız ise, bunu yalnızca icraat yapılmaması ile sınırlandırmamalı, yapılan icraatların niteliği ve uygulanan yöntemler ile de tartışmaya açmalı, yöntemler konusundaki eksikliğe de dikkat çekmelidir.
* İstanbulun kültür varlıklarının korunmasındaki başarısızlığı yalnızca sonuçlar üzerinde değerlendirilmemeli, nedenler üzerinde de değerlendirmelidir. UNESCOnun talep ettiği planların yerel yönetim tarafından yapılması kültür varlıklarının korunması konusunda gerekli ancak yeterli değildir. Yerel yönetimin planları hazırlayan birimleri de bir plan hazırlığında olması gereken yeterlilikten, açıklıktan, enerjiden yoksundur. Bu nedenle kültür varlıklarının korunması için ilk önce plana bel bağlayan yaklaşımın neden yeterli olmadığı sorgulanmalı, uzmanlar işlevlerini planların yapılması ile sınırlandırmamalı, planların her özellikli bölge için açık, uzmanlık bilgilerini halka mal eden, iletişim içinde gerçekleşen ve uygulamaları yönlendirici bir araştırma ile uygulanması sağlanmalıdır. Geçen süre İstanbulun aleyhine işlemektedir.
* UNESCO eğer kültür varlıklarının korunması konusunda sivil toplumun duyarlılığını artıracak çalışmaları önemsiyorsa, ilk önce koruma mekanizmasındaki çağ dışılığı, koruma kurullarının yalnızca denetimle sınırlı olmasını, her bölgeye özel yönlendirici çalışmalar, arşivler, yerel yönetim ve halk için eğitim çalışmaları yapacak süreklilik taşıyan çalışmaları önemsemelidir. UNESCO sorunun çözümü için Türkiyedeki muhataplarından STKları, halkı işin içine katan, daha aktif bir koruma politikası geliştirmelerini istemelidir.
* Kültür mirasına tehdit oluşturan metro, yol, köprü inşaatları gibi ulaşım projeleri yönetimlerin bilgisizliği kadar, iletişim ve enformasyon paylaşımını önemsemeyen uzmanlık kurumlarının da neden olduğu bir sonuçtur. Siyasetçilerin bilgisizliği, halkın taleplerini etkilemekte yetersiz kalan uzmanlık kurumlarının zihniyetlerinin bir sonucudur. Sonuçta halka ve siyasetçilere rağmen, uygulanmayan planlarla ve kurallarla, baskıyla kenti korumak mümkün değildir.
* Türkiye gibi İstanbul da elindeki hazineyi koruyamamıştır. Halk elindeki mülk tescil edilecek diye korkmakta, mülkünün tarihsel değeri olduğu takdirde fakirleşmektedir. Halkın elindeki zenginliğin fakirliğe, imkanların imkansızlığa dönüştüğü, korumanın kamu kuruluşlarının halka eziyet etmesi olarak algılandığı bir örnek uygar dünyanın neresinde görülebilir? Evlerin yakılıp yıkılması, tahrip edilmesi, koruma uygulamalarının bürokratik bir şekilciliğe dönüşmesi sorunun nedenleri konusunda bir şeyler ifade etmiyor mu?
* Türkiyede yönetimler, mimarlar tarihi eserleri korumayı, benzeterek inşa etme yöntemi olarak görmektedir. Projeler bir uzmanlık hizmeti olarak değil, bürokratik gerekleri yerine getirmek hazırlanmaktadır. Eğitim kurumlarındaki kişiler hem kamu kişiliği (koruma kurulu üyesi) hem proje bürosu sahibi olarak çift şapkalı bir işlev görmektedir. Bu kişilerin verdiği eğitimin yeterli olması, yaptıkları tepeden inme projelerin halkı bilinçlendirmesi mümkün müdür? Korumanın teknik bir uzmanlık olduğundan hareket eden bu kurumlar, kamu projelerinin karanlıkta kalmasına yol açmaktadır. Böyle kapalı devre bir sistemin koruma uygulamalarını şeffaflaştırması, halka mal etmesi mümkün müdür?
* Anıt yapıların dışındaki konut, işyeri, okul gibi yapıların korunması için daha basit, ulaşılabilir ve bürokrasi gerektirmeyen yöntemlerin tercih edilmesi gerekirken, küçük ölçekli uygulamaların uzmanlık hizmetlerine ulaşmakta zorluk yaşadığı ortadadır. Bu nedenle Zeyrekteki evlerin Ayasofya kadar önemli olduğunu söylemek yanında yerel yönetimlerin ABde olduğu gibi her bölge için halka sürekli hizmet veren bürolar oluşturmasını sağlamak gerekir.
* Fener Balat Projesi Türkiyedeki ilk kentsel ölçekli koruma uygulamasıdır. Bu nedenle bir ilk örnek olarak bu uygulamanın başarılı olması sağlanmalı, daha önce yapılan koruma uygulamaları gibi olmaması için çaba gösterilmelidir.
Sonuç olarak: Kültür varlıklarını korumak yönetimlerin tek başlarına yapabilecekleri bir şey değildir. Yönetim dışı işlevler güçlenmedikçe, uzmanlar yüzlerini halka dönmedikçe ve halkın sorunlarına süreklilik taşıyan sistematik çözümler geliştirilmedikçe, taraflarla iletişimi güçlendirecek kurumsallaşmalar gerçekleşmedikçe koruma bilinci halka mal olamayacaktır.
Kültür mirasının korunmasıyla ilgili kuralların halkın hayatını zorlaştırmak için seçkinler tarafından temsil edilen kurallar olmadığını, şehirlerinin daha nitelikli, yapılarının daha güvenli, halkın refah düzeyini artıran, yaşama kalitesini geliştiren kurallar olduğunu göstermeliyiz. (İYD/EK)