Pembe Hayat Derneği'nin düzenlediği KuirFest bugün (24 Kasım) sona eriyor. Festivalin son gününde altı LGBT filminin gösterimi yapılacak.
KuirFest'in bugünki programı şöyle:
* Bana Bak (Look At Me), Sevgilimi Ben Vurdum (I Shot My Love), 24 Kasım 2011, 12:00, Kızılay Büyülü Fener Sineması 2. Salon
İstanbul'da yaşayan ve çalışan fotoğrafçı Nevruz, cinselliğini bir heteroseksüelden farklı yaşıyor ve "Evet farklıyım, çünkü sizin gibi yaşamak istemiyorum!" diyor. Bana Bak Nevruz'un Türkiye'deki eşcinsel ve biseksüel kadınların yaşam alanlarını, kendi fotoğraf makinesinin objektifinden aktardığı sürecin yansıtıldığı bir belgesel film. Bu çalışması süresince Nevruz, kültürel baskıları ve ailelerin koyduğu sınırları irdelerken, herkes için eşitlik umut ediyor.
Tomer Heymann, dedesi Nazi Almanya'sından kaçtıktan yetmiş yıl sonra, doğduğu topraklara, Berlin Uluslararası Film Festivali'nde gösterilecek filmiyle döner. Burada tanışıp aşık olduğu Alman dansçı Andreas Merk yönetmenin hayatını kökten değiştirir. Merk, Heymann'ın yanına Tel Aviv'e taşınmaya karar verdiğinde kendini her hareketini kayda almakta direten bir partnerin yanı sıra ailesinde Nazi geçmişi olan bir Alman olarak İsrail'de olmak durumuyla baş etmek zorunda kalmış bulur. Bu sırada Heymann'ın annesi, sakat bırakan bir hastalık geçirir ve beş oğlundan dördü birlikte inşa ettikleri ülkeyi terk ederken arkalarından bakar. Kişisel, bir o kadar da evrensel bir aşk hikayesi. Sevgilimi Ben Vurdum ailelerinin, ulusal kimliklerinin ve kendi hislerinin sebep olduğu sorunlara göğüs germeye çalışan iki sevgilinin samimi bir portresi.
* Dönersen Islık Çal (Whistle If You Come Back), 24 Kasım 2011, 14:15, Kızılay Büyülü Fener Sineması 2. Salon
Beyoğlu'nun arka sokaklarında barmenlik yaparak yaşamını sürdüren bir cüceyle, seks işçiliği yapan bir transın dostluğunun anlatıldığı Dönersen Islık Çal ise, 90'lar Türkiye sinemasında sıkça karşımıza çıkan, marjinal karakterler üzerinden hayatı sorgulayan filmlerin en başarılılarından sayılıyor. Orhan Oğuz'un yönettiği, başrollerini Fikret Kuşkan ve Mevlüt Demiryay'ın paylaştığı film aynı zamanda sinemamızın en romantik trans karakterlerinden birini yaratıyor.
* Erkek Gibi Ölmek (To Die Like A Man) 24 Kasım 2011, 16:30, Kızılay Büyülü Fener Sineması 2. Salon
Odete (2005), O Fantasma (2000) gibi eşcinsel sinemanın modern klasikleri arasında yer alan filmleriyle tanıdığımız Portekizli yönetmen João Pedro Rodrigues'nin bol ödüllü filmi Erkek Gibi Ölmek (To Die Like A Man, 2009) yürekleri parçalayan bir dram. Drag yıldızı Tonia bir yandan yaşlandığını ve yeni kuşak kızlarla rekabet edemeyeceğini fark ederken, bir yandan da genç sevgilisinin "ameliyat ol" baskılarıyla uğraşmaktadır. Bunlar da yetmezmiş gibi Tonia ciddi bir hastalığı olduğunu öğrenir. Bütün bu yaşadıkları onu geçmişine, evine bir yolculuğa çıkaracaktır.
* Romeolar (Romeos), 24 Kasım 2011, 19:00, Kızılay Büyülü Fener Sineması 2. Salon
"Transgender, kimlik algımı tamamen değiştirdi. Dolayısıyla filmde ihtiyacı olduğunu hissettiği şekilde yaşama cesaretini gösteren genç bir erkeği anlattım. Benim için en önemli şey insan olarak mutlu olma hasreti ve ihtiyacını yansıtmaktı. Böylece 'Romeolar' bazen komik, bazen biraz arsız, bütünündeyse bir insanın kimliğinin o kişinin gerçek kendiliğinde saklı olduğu fikrini savunan bir aşk hikayesi olarak hayat buldu." - Sabine Bernardi
20 yaşındaki Lukas, kız çocuk olarak doğduğu halde, tıbbi açıdan erkek ergenliğinin ortasındadır. Dünyanın zevkleriyle dolu büyük şehir hayatına adıma atar ancak bu adım beraberinde büyük bir başarısızlığı da getirir. Toplum hizmeti görevinin başlamasıyla kadın hemşirelerin kaldığı yerdeki tek erkek olduğunu öğrenir. Başka herhangi bir erkeğin hayali olabilecek bu durum Lukas için sıkıntılıdır çünkü transgender olmak kendini her zaman yanlış bir toplumsal kategoride bulmak demektir. Neyse ki en yakın arkadaşı Ine, Lukas'ı yalnız bırakmaz ve onu kendisinin de bir parçası olduğu Köln eşcinselleri çevresiyle tanıştırır. Burada Lukas biraz arsız, fazlasıyla gözü kara ve dışadönük Fabio'yla tanışır. Bu onun ilk ciddi flörtüdür. Fabio Lukas'ta olmayan her şeyin vücut bulmuş halidir: fazlasıyla kendine güven, oldukça erotik maskülen özellikler... Lukas da tutkularını dillendirmek üzeredir. Bu iki erkek arasındaki çekim gittikçe artar, ta ki Fabio Lukas'ın kimliği ardındaki sırrı öğrenene ve herkes hisleri uğruna bir şeyleri riske atmak zorunda kalana kadar. Romeolar, transgender konusuna alışılmadık bir bakış getirirken geleneksel roller etrafında gelişen düşünce sistemini de eğlenceli bir şekilde yıkmayı başarıyor. Romeolar aşk, arkadaşlık ve cinsel uyanışla ilgili bir film. Film gösteriminin ardından 'transerkeklik' üzerine bir söyleşi düzenlenecek.
* Yok (Absent), 24 Kasım 2011, 21:00, Kızılay Büyülü Fener Sineması 3. Salon
Bu yılın Teddy'lerinde "En İyi Film" seçilen Arjantin yapımı Yok (Ausente, 2011) yüzme hocası Sebastian ve öğrencisi Martin arasındaki gerilimli ilişkiyi anlatan, gösterildiği festivallerde büyük ilgiyle karşılaşan bir gey filmi. Plan B (2009) filmiyle tanıdığımız Marco Berger bu son filminde öğretmen-öğrenci, yaşlı-genç ilişkisi gibi ahlaksal tartışmalara yola açabilecek başlıklarla oynuyor ve Hitchcockvari bir gerilim kurararak seyircinin ilgisini sonuna kadar ayakta tutuyor.
* Üç (Three), 24 Kasım 2011, 21:15, Kızılay Büyülü Fener Sineması 2. Salon
Tom Tykwer kökleri Almanya'ya zekice, hatta şaşırtıcı şekilde incelediği bir aşk üçgeniyle dönüyor. Filmde ilk olarak Hanna'yla tanışıyoruz. Hanna aklı sürekli aynı anda pek çok şeyi düşünmeye odaklı Berlinli bir doktor ve televizyon sunucusu. 20 yaşındaki Simon'sa bir sanat teknisyeni. İkilinin çocuk sahibi olma çabaları başarısızlıkla sonuçlandığı için hayatlarını sanata olan sevgileri üzerinden yürütmeye karar verirler. Bir gece tesadüf eseri Hanna bir tiyatroda araştırmacı bilimci Adam'la tanışır ve daha ilk anda ona karşı bir yakınlık hisseder. Hanna Adam'la karşılaşadursun, Simon çok sevdiği bir arkadaşını kaybetmesinin üzerine ciddi bir hastalığa yakalanır. Bir akşam Adam ve Simon'un karşılaşmasıyla işler beklemedik bir yöne kayar, çünkü Simon da Adam'a karşı benzer bir çekim hisseder. Geçtiğimiz yıl Venedik'te yarışan Üç, Tykwer'in kendine özgü mizahından besleniyor ve günümüz kent insanı için kaçınılmaz olan çokeşli ilişkilere ahlakçı olmadan, hatta seyirciyi özgürleştirerek taze bir yorum getiriyor.(ÇT)