Ekonomist Uğur Civelek’le Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu noktayı ve yakın gelecekte yaşanacakları konuştuk.
Küreselleşmenin gelişmekte olan ekonomileri bağımlılaştırdığını vurgulayan Civelek, ekonominin dayattığı gerçeklerle siyasetçilerin istekleri arasındaki çekişmenin devam etmesi durumunda kurların, faizlerin ve enflasyonun birbirine bağlı olarak yükseleceğini söyledi.
Yabancı sermaye gelirken para politikasının gevşediğini, çıkarken de mecburen sıkılaşmak zorunda kaldığını belirten Civelek’e göre “böyle bir çıkış seçim dönemine rastladığında siyasi iradenin sigortaları atmaya başlıyor.”
Önce para politikasının sıkılaşmasını ve gevşemesini anlatır mısınız?
Para politikasının gevşemesi demek, piyasaya likiditenin bolca salınması, kredi hacminin artması, ekonominin canlandırılması yönlü bir baskı yaratılması demektir.
Sıkılaşma da tam tersine, kredilerdeki artış hızı sınırlanır, maliyetler yükselir, paranın devir hızı düşer, ekonomi durgunlaşır. Aşırı borçlanmış sektörler ciddi zorluklar yaşayabilir.
İktidar para politikasının gevşek olmasını istiyor...
Evet, Merkez Bankası (MB) piyasalar üzerinde baskı kurmaya çalışıyor ama olmuyor. Biz bir buçuk yıldan beri bu durumdayız.
Türkiye dünyadaki değişimi dikkate alıp tedbirli olmak para politikasının kademeli sıkılaştırılmasına izin vermek durumunda, direnirse sıkıntı yaşıyor, bu sıkıntı kurlara yansıyor, kurlar kanalıyla enflasyon, faizler üzerine de yansıyor, tüm ekonomik beklentileri bozuyor.
Başbakan beğenmiyor
MB sekiz dokuz aydır siyasi iradenin yanındaydı...
Küresel koşulları görüyordu ama para politikasını sıkılaştırmaktan kaçınıyordu. Günlük sıkılaştırmalarla idare etmeye çalışıyordu, ki ek sıkılaştırma diyordu buna.
Ama ne zamanki bu politikanın sonucu olarak kurlar kontrolden çıktı, en sonunda geçen hafta Olağanüstü Para Kurulu toplantısı yaptı ve enflasyonun kontrolden çıkmaması için yabancı sermayenin eğilimine boyun eğdi.
Bu durum başbakanımızı çok rahatsız etti, normal para politikası toplantısında faiz değişikliği olmamasını alkışlarken olağanüstü toplantıdan çıkan kararı beğenmedi.
Şimdi B planı C planı deniyor...
Bunun üzerine B, C planı arayışı başladı, para politikasını nasıl gevşek tutarız diye. Yabancı sermaye çıkarken para politikasını gevşetmenin bir yolu var, MB’na para bastırmak. Bu da enflasyonda, kurlarda, faizlerdeki baskının büyümesi demek.
Artık arka arkaya seçimler var...
Para politikasının sıkılaşmasını istemiyor başbakan. Gezi’den beri faiz lobisi söyleminin arkasında da bu var. Yabancı sermayenin tercihiyle bizim hükümetin tercihi çatışmaya başladı.
MB hükümete yakın bir çizgi izlerken neden vazgeçti?
Bunun yan tesiri kurların yükselmesi olunca son anda geri dönüş yapmak zorunda kaldı, durum daha vahimleşmeden. Ama siyaset bu mecburiyeti kabul etmiyor.
Bakanlar Kurulu içinde bile bu yönde uyarı yapan bakanlar var. Ali Babacan, Mehmet Şimşek gibi, ama başbakan onları dinleme eğiliminde değil. En son söyleminden bunu anlıyoruz.
Ekonominin dayattığı gerçeklerle siyasetin istekleri arasındaki çelişki yaşanıyor bir bakıma.
Kesinlikle. Bu çekişme devam ederse kurlar, faizler, enflasyon, hepsi birbirine bağlı olarak yükselir.
Kısır döngü
Günlük hayatımıza nasıl yansır?
Yabancı sermaye çıkışının döviz kuru, faizler ve enflasyon üzerindeki etkisi iç piyasayı daraltmaya başlar, ekonomi küçülme eğilimine girer, işsizlik de artar.
Bir yandan enflasyon, işsizlik artar, bir yandan ekonomi durgunlaşıyor. Bu ortamda yabancı sermayeyi cezbedecek bir şey de olmaz, daha önce gelen de çıkmaya çalışır. Bu kısır döngü kendi kendini besler.
Ne yapılabilir?
Hiçbir şeyi değiştirmek istemiyorsanız, yabancı sermayenin para politikasını sıkılaştırmasına ve bunun diğer sonuçlarına katlanırsınız, sıkıntının büyük olmasını engellemek için uzlaşmacı bir tavır sergilersiniz, siyasi hesaplardan vazgeçersiniz.
Ya da dersiniz ki bundan sonra böyle olmayacak... Sermaye gelmese bile para politikasının gevşek olabilmesi için her şeyi değiştirmek zorunda kalırsınız, tüm politikalarınızı. Radikal bir değişim.
Şimdi ilkini yapamayan, ikincisi ağzına bile almayan bir Türkiye var.
Bu noktaya gelmemek için...
Eğilimler sürdürülebilir değildi zaten. Bu sürecin sonuna geldik, bu sonuçlar zaten vardı, eğer bu durumu istemiyorlarsa son on yıldır farklı politikalar uygulamaları gerekirdi.
Türkiye yabancı kaynağa bağlı, uyuşturucu müptelası gibi. Uyuşturucu müptelasının bir derdi vardır, krize girmemek için bağımlı olduğu maddeyi bulmalıdır, bulamazsa krize girer.
Şu anda Türkiye ihtiyacı olan yabancı kaynağı bulmakta zorlanacağı, bulamayacağı bir sürece gidiyor, o zaman biz birbirini takip eden değişik ölçeklerde krizlerle birlikte yaşayacağız. Yeni normalimiz bu olacak. (YY)