İlkokulu, ortaokulu, liseyi bitirmek için hep çok telaşlandım, heyecanlandım. Bir okulu bitirmek kendini ispat etmek demekti çocukça.
Bir de başlangıçları heyecanla beklenen şeyler vardı, mesela 18 yaşına girmek veya üniversite öğrencisi olmak gibi. İlkini hiçbir şey yapmadan elde etmiş bulundum. Fakat bunun dışında hayatımdaki tüm “geçiş”ler bir diploma veya sınav sonucunda gerçekleşti.
Hayat hep bir telaştı ve nihayet üniversiteyi bitirdim. Artık resmen bir bireydim ve kendi ayaklarımın üstünde durmak için, hayata atılmak için sistemin “gerekli” dediği her şeyi yapmıştım. Yalnız ufak bir sorun vardı, “iş”.
Diploma yetmez bir de KPSS
Her sabah erken kalkma nedenim, okulumdaki derslerdi. Kimi zaman daha da erken kalkmamın nedeni ise o derslerin sınavlarıydı. Bana bölümüm doğrultusunda bilgiler sunuluyor ve belli dönemlerde bu bilgileri ne kadar ve nasıl kullandığıma dair bazı sınavlardan geçiriliyordum.
Tercihen yorumlama gücü veya temel bilgi düzeyi belirleme amaçlı yapılan bu sınavlarla dört yıl sonunda, okulum beni yeterli gördü ve bana bir adet mezuniyet belgesi verdi. Artık yuvadan uçabilirsin diyordu yani, artık hazırsın.
Fakat ben bu haftasonu, bana “hazırsın artık” diyen okuluma nispet yaparcasına “bide biz görelim yeterli misin” sınavına girmek için uyanmak zorunda kaldım. Lisans Adaylarına Yönelik Kamu Personeli Seçme Sınavıydı adı, yani KPSS.
Kamu sektörünün kardeşi “kamu yönetimi” yani aynı vasıfla her yıl binlerce mezun veren bir bölümün mezunu olarak, alanımla ilgili bir işe yerleştirilmem için bu sınav “hayati”. Çünkü kamuyu yönetebilecek bütün kadrolar bu sınav ve birkaç benzeri ile belirleniyor. Peki bu sınav neden bölüm ayırmaksızın herkes için çok önemli? Memurluk hala büyük avantajlar sunan bir iş kolu olduğundan mı? Hayır; sadece insanlara hala iş imkanı veren bir alan olduğundan.
Cumartesi sabahı Genel Kültür ve Genel Yetenek sınavları, Pazar günü (sabahı değil) ise toplam 7 saat süren iki oturumlu Hukuk, İktisat, İşletme, Maliye, Muhasebe; Çalışma Ekonomisi ve Endüstrisi İlişkileri, Ekonometri, İstatistik, Kamu Yönetimi, Uluslararası İlişkiler bölüm sorularını içeriyordu bu sınav.
Bir yolu olmalı
Üniversite sınavına hazırlanan bir eşit ağırlık (Türkçe-matematik ağırlıklı bölüm) öğrencisi nasıl “iyi okul” için kimya veya fizikten “anlamaya” zorlanıyorsa, bende ekonometri, istatistik gibi bölüm sorularını karşımda gördüğümde, iyi bir öğrencide aranan “karşısına çıkan her soruyu çözebilme” beklentisi, gereksiz bir huzursuzluk yarattı bende, çünkü kalem bile oynatamadım ve “iyi iş” bu ayırt edici, bölümle alakasız sorularda gizliydi.. Hiçbir sorusunu dahi anlamadığım bu semboller yığınını cevaplayabilmemin nasıl bir yolu olabilirdi ki?
Üniversitelerin özerkliğinden, müfredat belirleme özgürlüğünden bahsederken Türkiye’deki bütün bölüm öğrencilerine aynı soruları sormak nasıl mümkün olabilirdi? Evet, kanunlar aynıydı, filozof ve kuram isimleri son 10 yılda değişmemişti. Ama yinede sosyal bilimler her zaman bu kadar kesin ve eşzamanlı bilgiler sunabilir miydi?
Yok, yok… Bunun bir yolu olmalı. Madem hayatımda önemli bir dönüm noktası bu benim için, napalım, yine erkenden kalkar düşerim yollara, yine giderim dershaneye… Yine, yine…(BT/EÜ)