Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Başbakanı Angela Merkel dün bir araya gelerek Euro Bölgesi'ndeki krizin çözümüne yönelik önlemleri ele aldı. Toplantıdan yeni bir "Avrupa Birliği sözleşmesi" fikri çıktı.
İki liderin uzlaştığı yeni denetim mekanizmaları öngören öneriler içinde en önemli nokta, yüzde 3'ten fazla bütçe açığı veren ülkeye karşı üyelerden onay beklenmeden otomatik olarak yaptırımların devreye girmesi ve her ülkenin denk bütçe yapacağı yönünde taahhütte bulunması.
Prof. Hayri Kozanoğlu 9 Aralık Cuma günü Avrupa Birliği zirvesinde görüşülecek önerilerin niteliğini ve krize ne derece çözüm olacağını bianet'e yorumladı.
Sözü edilen öneriler ne anlama geliyor?
Birincisi, dünyadaki ve Türkiye'deki uygulamalarından uzun süredir şikayetçi olduğumuz neoliberal modeli; kemer sıkma politikaları, bütçe açıklarını azaltma, emek gelirlerini kısıtlama, kamunun ekonomideki varlığını giderek budama gibi politikaların AB'ye dayatılması anlamını taşıyor.
İkincisi, özellikle son dönemde İtalya ve Yunanistan'da gördüğümüz gibi, ekonomi ile politika birbirlerinden ayrılarak ekonomi sade yurttaşların sorunlarından, taleplerinden, sıkıntılarından bağımsız teknik bir alan olarak tanımlanıyor. Ekonomi politikalarının uygulaması siyasi otoritelerden, burjuva demokrasisi içinde de bir şekilde seçmenlere karşı sorumluluğu, hesap verme yükümlülüğü olan siyasi iktidarlardan teknokratlara doğru kaydırılıyor.
Üçüncüsü, AB'nin en büyük ekonomisi Almanya'nın bu neoliberal politikaların gardiyanı olmaya soyunduğunu gösteriyor.
Öneriler krize çare olabilir mi?
Burada öncelikle çevre ülkelerinin Akdeniz ülkeleri ve İrlanda'nın kemer sıkma politikalarıyla bütçelerini dengeye getirme anlayışı öne çıkartılıyor. Bu anlayış büyük ölçüde hastalığa yanlış teşhis koymak anlamını taşıyor. Önplana çıkan İspanya, İrlanda, Portekiz, hatta bütçe anlamında İtalya gibi ülkeler küresel krizden önce çok büyük kamu açıkları vermeyen ülkelerdi. Bunlar içerisinde İrlanda ve İspanya kamu borçlarının da çok düşük olduğu ülkelerdi. Bu yüzde üçlük bütçe açığı sınırını temel aldığımız ve bunu krizden önce ihlal eden ülkelere baktığımız zaman; Euro'ya sonradan dahil olan ve ekonomisini yapısal özellikleri sürece uygun olmayan Yunanistan'ın yanı sıra Fransa, Almanya ve Avusturya öne çıkıyor. Bu da yine teşhisin yanlış olduğunu gösteriyor. Şu anda krizi en akut şekilde hisseden ülkelerin; İtalya'nın, İspanya'nın, Yunanistan'ın, Portekiz'in, İrlanda'nın ortak noktası çok ciddi cari işlemler açığı veriyor olmaları. Bu da rekabet güçlerinin sınırlarından kaynaklanıyor. Rekabet güçlerini kaybetmelerinin en önemli etkenlerini başında ortak para birimine sahip oldukları Almanya'nın emek gelirlerini çok düşük tutarak ciddi bir rekabet gücü elde etmesi ve Avrupa'nın en büyük ekonomisi Almanya şahsında euro'nun değerli olması geliyor. Bu anlamda kemer sıkma politikalarıyla buradan çıkmak mümkün görünmüyor.
Zirveden gerçek bir sonuç alınabilir mi?
Dünyadaki finansal krizler tarihine baktığımızda kredi verenler, yatırımcılar maliyetlere katlanmadan, faturanın bir kısmını ödemeyi kabul etmeden bir çıkış yolu olmadığı görülüyor. Bu anlamda, yapılacak zirveden bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum.
Zaten şu görüldü. AB'yi yeniden yapılandırma projesinin seçmenin oyuna götürülmesi gerekiyor. Krizden sonra Euro ülkelerinde yapılan seçimlere baktığımızda halkın iktidar partilerini cezalandırdığını görüyoruz. AB'deki sermayedarlara ciddi bir fatura ödetmeksizin, zaten dört yıldır bu süreçten bunalan emek kesimine faturayı yükleyerek bir çözüm bulunamayacağını düşünüyorum. (YY)