Dünya tarihindeki en büyük ikinci savaşı ve yıkımı yaşadıktan sonra insan yaşamını korumak, barışın inşasını sağlamak için kimi çabalar ortaya kondu. 1948'de Birleşmiş Milletler bu çabayı İnsan Hakları Bildirgesi'yle somutlarken 10 Aralık da Dünya İnsan Hakları Günü olarak kabul edildi.
Giderek yükselen faşizm büyük bir savaş, ağır yıkım, ölümler, travmalarla bu yükselişini zirveye taşımıştı. Sonrasında insanın yaşam hakkı başta olmak üzere haklarını önceleyen BM'nin bu tutumu faşizmin ölümcül yıkımı karşısında ileri bir adım gibiydi. Ancak aradan geçen 74 yılda kimi ülkelerde bu kötü deneyimden ders alınırken ve insan hakları için mücadele yükseltilirken pek çok ülke için durum böyle olmadı. Onurlu, eşit ve insanca yaşam koşulları yaratılmak bir yana iktidarların baskıcı politikalarıyla yok edildi.
Türkiye'de de iktidarlar onlarca yıl boyunca baskıcı politikalarını sürdürürken buna karşı çıkanlar da oldu. İnsan hakları savunucuları uzun yıllardır mücadele ediyor.
1986 yılında kurulan İnsan Hakları Derneği (İHD) o günden bu yana hak ihlallerini raporluyor, yargıya taşıyor, kamuoyu ile paylaşıyor, ihlale uğrayanların yanında duruyor. İHD 1990’da 32 hak savunucusu ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) kuruluşunda yer aldı. Bu iki kurum Türkiye’de ağır hak ihlallerinin yaşandığı yıllarda mücadeleye başladılar.
“Şebnem Korur Fincancı büyük bir ihlale maruz kaldı”
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne hangi koşullarda gidildiğini sorduğumuz TİHV Yönetim Kurulu Üyesi Ümit Efe, Türkiye’nin bu anlamda karnesinin kırık notlarla dolu olduğunu kaydetti. TİHV Yönetim Kurulu Üyesi Şebnem Korur Fincancı’nın kimyasal silah kullanımına ilişkin açıklamalarının ardından tutuklandığını hatırlatarak, bir bilim insanının büyük bir ihlale maruz bırakıldığına işaret etti. Yine TİHV sosyal hizmet uzmanı Bilal Yıldız’ın da Haziran ayından bu yana tutuklu olduğunu anımsattı.
Kadınlardan LGBTİ+’lara, işçilere mültecilere kadar pek çok kesimin ağır ihlaller altında olduğunu belirten Efe iktidarın giderek otoriterleştiğine ve kural, yasak, normları yok saydığına dikkati çekti. “Hemen hemen her alanda insan hak ve özgürlüklerinin zedelendiğine tanık oluyoruz” diyen Efe insan hakları savunucularının da bu tablo içerisinde her gün hukuksal baskı ve tacize maruz bırakıldığını kaydetti.
“İyiye giden bir şey yok”
Sürece dair “Hakların devlet tarafından işgal edildiği bir süreci yaşıyoruz” dedi. Efe “Her yıl bir önceki yılı aratır nitelikte insan hakları ve özgürlükleri açısından. Yani iyiye giden bir şey yok” diye ekledi.
Mücadeleden ve umut etmekten vazgeçmeyeceklerini vurgulayan Efe “Bütün bu kötülükleri üreten insan elidir ve insan eli bütün bu kötülükleri değiştirebilir” dedi.
“İnsanlar hak ihlallerini anlatmaya hak sahibi değil”
İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin de Türkiye’de insan hakları haftasına girilen koşulları şu sözlerle özetledi: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelere aykırı olarak davrandığı, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği, işkence ve kötü muamelenin devam ettiği, cezaevlerindeki hak gasplarının giderek ağırlaştığı, kadına yönelik şiddetin son derece arttığı, LGBTİ+’lara nefret politikalarının geliştirildiği, işçi ve emekçilerin son derece kötü koşullarda olduğu bir şekilde giriyoruz.”
Temel sorunun ifade özgürlüğü olduğunu söyleyen Keskin “Konuşamıyoruz. Bu coğrafyada insanlar yaşadıkları hak ihlallerini dahi anlatmaya hak sahibi değil. Düşünceleri devletten farklı olduğu için çok sayıda insan cezaevinde” dedi.
“Bu devlet politikası”
Keskin söz konusu kötü koşulların tek başına iktidar kaynaklı değil bir devlet politikası olduğunu belirterek 90’lı yıllarda yaşanan hak ihlallerini hatırlattı.
Ağır ihlallerin yaşandığı o yıllarda insanların öldürüldüğünü, işkence gördüğünü aktaran Keskin “Ancak o günlerde bütün bunlara rağmen sokağa çıkabiliyorduk, her gün sokakta bu hak ihlallerini dile getiriyorduk. Bugün kimsenin sokağa çıkmasına izin verilmiyor” dedi.
“Sevk ve sürgünlerde işkenceler devam ediyor”
19 Aralık 1999’da “Hayata Dönüş Operasyonu”nu yaşayan ve o dönem ölüm orucu siyasi tutuklulardan olan Muharrem Kurşun devlet kaynaklı hak ihlalini birinci dereceden yaşayanlardan. Ölüm orucu sonrası Wernicke Korsakoff sendromu gelişen ve hâlâ etkilerini taşıyan Kurşun, İHD Hapishane Komisyonu’nda fiili olarak çalışmalara katılıyor.
19 Aralık sürecinde Çankırı E tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunduğunu kaydeden Kurşun o gün yaşananları şöyle anlattı: “Her an saldırı beklediğimiz için nöbetçi kalıyorduk. Sabah 5 gibi nöbetçi ‘kalkın’ diye bize seslendi. Yoğun bir gaz bombası ile uyandık. Biber gazı dışında başka bir gaz vardı, sinir gazı dedikleri. O öyle bir şey ki ilk başta yoğun bir acı hissediyorsun ama sonra vücudunu hissetmiyorsun, hareket kabiliyetin tamamen ortadan kalkıyor. Bize diğer cezaevleri gibi direkt katletmek kastıyla gelmemişlerdi ama ölmesinler gibi bir kaygı yoktu. Havalandırmaya çıktık kafamıza kiremitler attılar.”
Ardından Sincan Cezaevine sevk edildiklerinde işkence gördüğünü bu işkence sonrasında kaburgasında kırık ya da çatlak meydana geldiğini aktaran Kurşun “Bugün hâlâ sevk ve sürgünlerde bu işkenceler devam ediyor” dedi.
“Geri adımın sınırı yok”
Çıplak aramanın da bugün hâlâ sürdüğünü kaydeden Kurşun “Bizim bu uygulamaya karşı çıkmamızın nedeni şuydu, yani bugün ayakkabını çıkarmak belki sorun değil ama buna izin verdiğimizde yarın değilse bile diğer gün bu iş makat aramasına kadar gidebilir. Geri adımın sınırı yok. Onurunu ve yaşam hakkını savunuyorsun aslında” diye konuştu.
“İnsan hakkı ihlali var demek hafif kalıyor”
Hapishanelerde ihlallerin sürdüğünü söyleyen Kurşun “Hapishanelerde insan hakkı ihlali var demek gerçekten hafif kalıyor” dedi.
Kurşun hapishanelerde yaşananlara toplumun sessiz kalmasının durumu daha ağırlaştıracağını belirterek “Kim söylemişti bilmiyorum ama ‘En kötüsü zulüm edenlerden çok zulme sessiz kalanların durumu” dedi. (ZK/AS)