1990’ların başında, Alibeyköy, Aksaray, Zeytinburnu, Bağcılar gibi Kosova’dan göçüp gelmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yoğun olarak ikamet ettikleri semtlerde dolaştığınızda otomobillerin arka camında ya da dükkân vitrinlerinde ender de olsa şu slogana rastlayabilirdiniz: “Bağımsız Kosova Cumhuriyetini Tanıyalım.”
Çünkü Kosova Arnavutlarını temsil eden, tümü de Marksist-Leninist olan gizli örgütler 1988 yılında Kaçanak’ta bir araya gelerek Kaçanak Anayasa’sını ve Kosova’nın Yugoslavya ve Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etmişlerdi.
Fakat Kosova’da akrabaları bulunanlar ve uzmanlık alanı Kosova ya da Balkanlar olan akademisyenler dışında bu ilan-ı serbesti kimsenin ilgisini çekmemiş hatta duyulmamıştı bile. Bugünlerde Kürt sorununa bakarak Kürt milliyetçiliğinin kendi kaderini tayin hakkını savunması için bir Kürt burjuvazisinin ve ayrı bir Kürdistan pazarının olması gerektiğini söyleyen entelektüel ve devrimcilerin varlığına tanık oluyorsak, bütün bunlardan yoksun Kosova Arnavutlarının kendi kaderini tayin etme talebinin entelektüel tartışmalar nezdinde dahi hiç dikkat çekmediğini ibretle kaydedebiliriz.
Fakat herhangi bir tanıma ile sonuçlanmamış olan bu bağımsızlık ilanını duyanlar yine milliyetçiler olmuştur.
Arnavutların değil milli komünizmin milliyetçiliği
Sırbistan’da Komünist Birlik liderliğine oynayan Slobodan Miloseviç için Kosova ayrı bir öneme sahipti. Miloseviç, Kosova’yı ata toprakları gören Sırpların milli hassasiyetlerine hitap ederek müthiş bir milliyetçilik rüzgârı estirmiş ve kendini bu rüzgârın önüne atarak Yugoslavya’nın lideri olmuştu.
Fakat bu bir Pirus zaferiydi; komünizm sosunda kaynatılan Sırp milliyetçiliği, Yugoslavya’da tüm etnik milliyetçilikleri tetikleyecek ve bir iç savaşlar silsilesi sonucunda ortada artık bir Yugoslavya bırakmayacaktı. Yugoslavya’nın dağılmasında Bosna’yı bir milat olarak görenler için, 1999’daki Kosova Savaşı’nı emperyalizmin Balkanlardaki oyunun son noktası, Arnavutları da emperyalizmin işbirlikçisi olarak resmetmişlerdir.
Oysa Yugoslavya için Kosova bir son değil sonun başlangıcıydı.
1981’de Kosova’nın özekliğinin kaldırılması ve Arnavutça eğitim yapan üniversitenin kapatılması Arnavut milliyetçiliğin değil ezen ulus şovenizmin şahikalarından olan Sırp milliyetçiliğin eseriydi. 1980’lere gelindiğinde milliyetçiliğe karşı bir proje olara hayata geçirilen Yugoslavya’da içinde Kosova, tüm ülkenin en fakir ve işsizliğin en yüksek (yüzde 56) olduğu bölgeydi.
Kağıt üzerinde kalan özerklik
Sırbistan Cumhuriyeti içindeki özerkliğini ancak 1974 yılında edinebilmişti ama bu dahi kâğıt üzerinde kalmıştı. Yugoslavya Federal Ordusu’ndaki subayların sadece binde biri Arnavut kökenliydi ve albay rütbesini aşabilmiş Arnavut yoktu.
Bunu önemsemeyenler ya da nasıl bir duygu olduğunu anlayamayanlar kendilerine Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ne kadar Kürt ya da Ermeni kökenli subay olduğunu sorabilir. Kısacası Arnavutlar Yugoslavya’da asimile edilememiş en önemli unsurdu ve her zaman güvenilmez olarak değerlendirildiler.
Özekliğin ellerinden alınması ve genel gevin ardından bütünüyle işsiz kalan Kosova Arnavutları 1980’ler boyunca ulus olarak topyekun sivil itaatsizlik uyguladılar:
Öğrenciler okullara gitmedi öğretmenler derleri evlerinde verdi, hastalar hastaneye gitmedi doktorlar evde tedavi yaptı, uzlaşmazlıklar mahkemelerde değil kendi aralarında çözüme bağlandı, kısacası mevcut devletle bir işlerinin olmadığını göstermeye çalıştılar.
UÇK
Yugoslavya ordusunda güvenilmez olan Kosova Arnavutları 1990’lara geldiklerinde bir gerilla ordusu kurdular: Uştria Çlimintare e Kosoves (UÇK-Kosova Kurtuluş Ordusu). Aslında bu örgüt 1988 Kaçanak Anayasası’nı ilan eden örgütlerin devamıydı fakat anavatan Arnavutluk’un fakirliğine ve sefilliğine tanık oldukları için Büyük Arnavutluk hayalini terk etmişler ve bağımsız bir Kosova için savaşmaya odaklanmışlardı.
Örgütün Marksist-Leninist geleneği mevcuttu fakat bu daima milli bir komünizme göre kurgulanmıştı ve dolayısıyla milliyetçiydi, komünist değil. Bugün Türkiye’de kendine Marksist-Leninist diyen hatta adında Komünist ifadesini barındıran nice örgütün aslına rücu ederek önce yurtseverliği kimseye kaptırmadığını şimdi de iyice soy Kemalist haline geldiğine bakarsak bu milli komünist geleneğin sahici bir küresel eğilim ve komünizmle alakasının da laftan ibaret olduğunu kolayca görebiliriz.
NATO müdahalesi
1999’un Mart ayında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) önderliğindeki NATO harekâtı sonucunda başlayan Kosova Savaşı, Kosova’nın denetiminin ve yönetiminin Sırbistan’dan alınarak Birleşmiş Milletlere verilmesiyle sona erdi. Bu tarihten bu yana Kosova, ilk defa Birleşmiş Milletlerin bir devlet yönetimi deneyimi gerçekleştirdiği bir coğrafya oldu.
UNMIK (United Nations Interim Administration Mission in Kosovo) bu devlet olmayan “devlet”in adıydı. UÇK militanları itfaiye, sivil savunma gibi resmi kuruluşlarda istihdam edilerek gerilla ordusu dağıtıldı. 17 Şubat 2008’de ise eski UÇK lideri Haşim Taci’nin başbakanlığındaki Kosova Parlamentosu Kosova’nın bağımsızlığını resmen ilan etti.
Ezilen ulus ve emperyalizme piyon olmak?
UÇK ve Kosova Arnavutlarının kendi kaderini tayin hakkı için mücadele etmesi gerek Türkiye de gerekse dünyada kendine sosyalist, komünist diyen ama esas olarak milli komünizm idealini kendine bayrak edinmiş şoven örgütlerce pek itibar görmedi.
Kosova Arnavutları daima başta ABD ve AB olmak üzere emperyalizmin Balkanlardaki oyunların basit birer piyonu olarak değerlendirildi. İdeoloji milli komünizm ile donatılmış olunca doğal olarak sosyalizm koşullarında kendi kaderini tayin etmeye cüret etmek olsa olsa emperyalizmin işbirlikçiliği olarak damgalanabilirdi.
Aslında kendi kaderini kendisinin tayin etmek istediğini beyan eden herhangi bir halkın bu talebine ABD ya da AB’nin destek sunmasa bile sempati duyması sosyalistlerin ve komünistlerin nezdinde bu talebe kuşku ile yaklaşılması için yeterlidir. Eğer söz konusu olan emperyalizmin desteği ya da sempatisiyse bu halkın ezilen ulustan olması, acı çekmesi, işsiz ve aç olması vesaire sadece teferruattır.
Liberallere göre ise milliyetçiliğin iyisi-kötüsü, ilericisi-gericisi, ezeni-ezileni olmaz, hepsi aynı mayadandır ve kötüdür. Kuşkusuz liberaller ve komünistlerin buluşabilecekleri en samimi düzlem şovenizmdir ve buraya milliyetçi ve ırkçıların davetini beklemeden koşarlar, tabii milliyetçiliğin her türüne karşı mesafeli olmak entelektüelliğin hijyen takıntısından kaynaklanmıyorsa.
"Devrimciler"in doğruları
1981’de kapatılan Arnavutça eğitim yapan üniversite Kosova’nın başkenti ve en büyük şehri olan Priştine’deydi. Bugün Priştine’nin en büyük bulvarının adı herhangi bir Arnavut liderine ya da büyüğüne ait değildir: Bulvarın adı Bill Clinton Bulvarı’dır.
Üstelik bu bulvarı kesen ikinci bir bulvarın adı Kosovalı Arnavutların, ABD başkanlık seçimlerinde destekledikleri Demokratlara olan vefa borçlarının göstergesidir: Al Gore Bulvarı. Başkanlık süresinin bitiminden sonra Clinton’un Priştine’ye yaptığı ziyaret sırasında kendisini on binlerce kişi karşılamıştı.
Bugün Kosova bağımsızlını ilan ederken sokaklarda sevinç gösterileri yapan halk Arnavutluk bayraklarının (henüz özgün bir bayrağı yok Kosova’nın) yanında ABD bayrağını da (ve tabii AB ülkelerinin) dalgalandırmaktadır. Bu durum kimilerine göre Kosova Arnavutlarını "emperyalizmin işbirlikçisi" olduklarının kanıtıdır.
Bu tıpkı 22 Temmuz’da AKP’ye oy veren yüzde 47’nin "ABD işbirlikçisi" olduğunun ilan edilmesi kadar anlamlıdır. Oysa Kosova’nın bağımsızlığının ilan edilmesi ve uluslararası ölçekte tanınması Sırbistan’ın Avrupa Birliği’ne alınmasının garantisi olacaktır. Fakat kimse Sırbistan’ın "emperyalizmin işbirlikçisi" olmasından bahsetmemektedir. Geçmişte de Miloseviç’i anti-emperyalist olarak kutsayanlar onun bütünüyle işçi düşmanı olan özelleştirme programını, emperyalizmle yaptığı anlaşmaları ve geçmişte Yugoslavya’nın bir otomobil fabrikasının ABD temsilcisi olduğunu ve burada liberal tedrisattan geçtiğini ya bilmezler ya da gizlemeyi tercih ederlerdi.
Gorbaçov’u yerden yere vuranlar aynı politikaların beş beterini uygulayan Miloseviç’i ve onun şoven politikalarını, salt emperyalizm eski Yugoslavya bakiyesini bombalıyor diye, kutsamışlardır. Miloseviç’i deviren darbeyi birkaç bin kişinin sokaklarda nümayiş yapmasından dolayı devrim olarak kutsayanlar o darbeyi yapan ittifakın bugün koşar adım AB’ye girmesine bakmadan zamanında ve şimdi ne kadar devrimci tahliller yaptıklarıyla gurur duymaktadırlar. İnsan gerçekten matbaanın bulunmuş olmasına seviniyor ve devrimcilerin “doğrularına” bugün dahi gülebiliyor.(ÖÖ/EÜ)
* Özcan Özen'in yazısının ikinci bölümünü yarın bianet'te okuyabilirsiniz.